Yazılar

Dubai’de Ramazan

İftara dakikalar kalmış. Üç yaşındaki kızım ve altı yaşındaki oğlum ısrarla benimle camiye gelmek istediler. Bir yandan kalabalıkta onlara sahip olmaya çalışıyorum, bir yandan da caminin girişinde hazırlanan yer sofralarında iftar edebilecek bir yer bulmaya çalışıyorum. Vakit akşam vakti fakat Dubai’nin sıcağı açık havada oturmaya müsaade edecek cinsten değil. Yine de içeride yer bulamayan cemaatin bir kısmı dışarıda hazırlanan sofralarda ezanın okunmasını bekliyor.
Sonunda yemeklerin servis edildiği koca kazanların yanında bir yere buyur ediyorlar bizi. Yerde plastikten bir örtü üzerinde herkesin önünde birkaç hurma, birer kutu ayran, birkaç şişe su ve plastik tabaklarda “tavuk biryani” var. Bize de aynısından veriyorlar. Kenan da Cenan da çok heyecanlı. Sabırsızlıkla iftar vaktini beklemeye koyuluyorlar. Bu sırada çatal ya da kaşığımız olmadığını farkedip yer sofralarının aralarında hızla eksikleri tamamlayan müstahdemlerden birinden kaşık istiyorum. Gülümsüyor. Biryaniyi kaşıkla yemek isteyen herhalde sadece biz varız.
Bu sırada ezan okunuyor. Herkes hurma ve suyla iftar edip sağ ellerinin baş, işaret ve orta parmağını büyük maharetle kullanarak bu baharatlı tavuklu pilavı yemeğe başlıyorlar. Eh, biz de besmele çekip üç olmasa da, dört beş parmakla, acemiliğimizi de pek belli ederek sofraya iştirak ediyoruz.

Sofradakilerin çoğu Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka, Hindistan gibi ülkelerden gelen işçiler. Arada Körfez bölgesinden Arap’lar da var tek tük. Bir tane de Rus çarpıyor gözüme, ; uzun, sarışın ve renkli gözlü. On dakika içinde muazzam lezzetli yemeğimizi bitiriyoruz, plastik örtüden sofralar büyük bir hızla dürülüyor, bu sırada insanlar ellerini yıkamak üzere lavabolara akın ediyor. Akşam namazı için kamet okunmaya başlamış bile. Çocukları yanıma dizip hemen ben de saf tutuyorum. Omuz omuza durduğum insanların dünyanın farklı yerlerinden geldikleri kıyam duruşlarından belli bu defa: Kimi benim gibi ellerini karnının üzerinde bağlamış, kimi hafif göğsüne doğru… Kimi de yanlara sarkıtarak bekliyor.

***

Dubai’de Ramazan ayı boyunca neredeyse tüm camilerde iftar veriliyor. Kimilerinin bahçesinde çadırlar kurulu, kimi açık havada, kimi de caminin bir bölümünü sofralara ayırmış.

Dubai diğer kozmopolit şehirlerden biraz farklı niteliklere sahip bir şehir. Eşim Rana burası için en güzel tanımlardan birini yapmıştı: Burası büyük bir havaalanına benziyor. Her an her köşesinden farklı bir milletten, farklı geleneklere sahip birisi çıkabiliyor. Çeşitli milletlerin yaşadığı diğer merkezlerden en büyük farkı ise, yerli halkın burada baskın bir çoğunlukta olmayışı. Böyle olunca adeta yabancılar buranın yerlisi gibi oluyorlar.

Bununla beraber yerlilerin kuralları kendini hissettiriyor. Alışılmış bir Ortadoğu ülkesine göre çok düzenli bir yer. Hız limitleri, evrak hassasiyeti, otopark kuralları hatta kira sözleşmeleri dahi çok katı kurallarla belirlenmiş. Enteresan bir şekilde de geldikleri yer neresi olursa olsun, alıştıkları düzen ne kadar farklı olursa olsun, herkes bu katı kurallara uyuyor gibi gözüküyor.

Kanunlar genel olarak İslâm şeriatına göre düzenlenmiş. Meselâ evli olmayan bir kadın ve bir erkeğin aynı evde oturmasına izin yok. Fakat resmen beyan etmezlerse ne yaptıklarını takip edecek bir ahlâk polisi de yok. Şehrin çoğu yerinde Avrupalılar kendi ülkelerindeki rahatlıkta giyinip gezebiliyorlar. Fakat bazı kamu alanlarında kıyafetlerin biraz daha dikkatle seçilmesi konusunda uyarılar yapılabiliyor.

Ramazan ayında da dışarıda yemek içmek hoş karşılanan bir şey değil. Fakat restoranların hemen hepsi açık. Sadece dışarıdan geçenlerin gözleri takılmasın diye önlerine perde çekiliyor. Yerlilerin dışarıdan gelenlerin yaşam tarzına gösterdiği hoşgörü ve saygıya Ramazan ayında burada yaşayan gayri müslimler de aynı şekilde mukabele ediyorlar. Hatta bizim ofiste çalışan İrlandalı bir kız, b bu Ramazan oruç tutmaya başladı. Müslüman olmadığını söylüyor ama bu ayın ruhuna katılmayı istemiş bu sene. Onun gibi çok insanla karşılaştım. Çoğunun kullandığı İngilizce’nin içine, kendi aralarında konuşurken dahi “maşaallah”, “inşallah”, “elhamdülillah!” gibi sözleri serpiştirdiğine şahit oluyorsunuz.

Ramazan ayında ayrıca mesai saatleri yaklaşık üç saat kısaltılıyor. Sıcak havaya rağmen çalışan insanlar burada oruç ibâdetlerini daha rahat îfâ ediyorlar.

Bir fark da teravih namazları. Genelde yirmi rekat yerine sekiz rekat kılınıyor. Fakat kesinlikle hızlandırılmıyor. Hocanın Kur’an tilâveti zevkle dinleniyor.

Ramazan nerede yaşanırsa yaşansın benim için yılın en keyifli zamanı. Etrafta bu coşkuyu paylaşacak insan olması ne kadar büyük bir zenginlik! Bizi tekrar bu aya kavuşturan Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Kadir ve Gece

Hakk’a giden bütün yolların Hz. Muhammed’den geçmesi ne güzel… İncelediğim her kelime her kavram nihayetinde onu işaret ediyor. Öğrendiğimiz her şeyi halimize yansıtmak, davranış biçimi olarak vücudumuzda sabit kılmak hepimizin amacı olduğuna göre Hz. Peygamber’le yakınlık kurmak bizi bu amaca doğru hızlıca sürükleyecektir. Hz. Mevlânâ diyor ki; Ne kadar hal sahibi olduysan, onun yüzü suyu hürmetine oldun; onun yüzünden haller elde ettin.” Bunun sebebini ise şöyle açıklıyor, “önce bütün vergileri, bağışları onun önüne dökerler de sonra başkalarına dağıtırlar. Tanrının türesi böyledir.” Yani her şeyin başlangıcı Hz. Muhammed’dir. Hz. Mevlânâ’nın bu anlayışı, sufilerin, Allah’ın yarattığı tek şey Hz. Muhammed’in hakikatidir sözünün en güzel açıklamalarından birisi olsa gerek…

İbnü’l Arabî de Kadir gecesiyle ilgili yaptığı yorumlarda bu hakikati muhteşem bir şekilde ifade ediyor. Arabî hazretleri Kadir gecesini insanlık mertebesine ulaşmış kimse üzerinden tanımlıyor ve Fütûhât isimli eserinde şöyle diyor; “Sen Kadir gecesisin, çünkü sen tabiat ve Hak’tan meydana gelmişsin.” Kadir kelimesini Hz. Muhammed’in yüce hatrı ve şerefi olarak, gece kelimesini ise Hz. Muhammed’in bünyesi olarak yorumluyor. Bünye, ruh güneşini perdelemesi, örtmesi sebebiyle karanlık bir yer olarak ele alınıyor. İbnü’l Arabî Allah’ın vahyinin ortaya çıkmasının “Kadir” olan bu karanlık fakat mübarek vücutta gerçekleştiğini ifade ediyor.

İbnü’l Arabî Kadir suresini tefsir ederken de ayetleri bu mana çerçevesinde inceliyor. Mesela “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır” ayetiyle ilgili yorumunda, her varlığın ve oluşun gün olarak nitelendirildiğini söylüyor. Yani, zaman kavramını yaratılmış varlıklar üzerinden tanımlayarak, günleri yaratılmış tüm varlıklar, ayları varlıkların sınıflandırıldığı türler, yılları ise türlerin sınıflandırıldığı cinsler olarak yorumluyor. Buradan hareketle, ayetteki “bin aydan” kastın, yaratılmış tüm türler olduğunu söyleyerek, Kadir gecesi olan Hz. Muhammed’in bütün yaratılmışlardan ve türlerden hayırlı olduğu yorumunu yapıyor.

Birbirini tamamlayan ifadeler beni her zaman çok etkilemiştir. Çünkü puzzle parçalarının aralarındaki uyumlu yapı gibi, farklı kelimelerle ifade edilen anlamların oluşturduğu uyumlu yapı, büyük resimle ilgili heyecanımı ve zevkimi daha da artırıyor. Mesela Hz. Peygamber’in “Din güzel ahlaktır” hadisi bize güzel ahlakın önemini işaret ediyor. Güzel ahlak nedir diye soracak olursak cevabı yine peygamberde buluyoruz. Hz. Ayşe’nin “Onun ahlakı Kur’ân’dı” sözü güzel ahlakın, Kur’ân’ın bütününde yer aldığını işaret ediyor.

Bu tanımlamaları yine İbnü’l Arabî’nin Kadir gecesi ile ilgili yorumlarıyla birbirine bağlayabiliriz. Mesela İbnü’l Arabî Kadir gecesini, “kendisini saflaştırmış ve tamama ermiş nefis” olarak da tanımlıyor. Bu yoruma göre Kadir suresindeki “Biz onu (Kur’an’ı) kadir gecesinde indirdik” ayeti şu anlamı da ifade etmektedir; kendi nefsini temizleyip Hakk’a dair sıfatların kendisinden yansıyabilmesi için adeta parlak bir ayna haline gelmiş kimsenin kalbine Kur’ân iner ve o kalbe Kurân’a dayalı bir algılayış biçimi yerleşir. Elbette ki ifade edilen kimse Hz. Muhammed’dir. O’nun saflaşmış vücuduna Kur’ân indirilmiştir. Hz. Ayşe’nin ifade ettiği gibi, Kur’ân’a dayalı algılayış biçimi, onun ahlakını yansıtmaktadır.

Bir sembol niteliği taşıyan bu geceyi, Hz. Peygamber’i daha fazla tanımak ve onun aracılığı ile Allah’a yaklaşmak için bir vesile olarak idrak etmeyi Allah hepimize nasip eylesin.

İsviçre’de Ramazan

Bizde Ramazan bu sene çok farklı geçti.

Seyahatten döndüğümüz için bir gün gecikmeli başladık Ramazan’a; sonra ay içinde yine kısa seyahatler olduğu için düzenli oruç tutamayacağımızı biliyorduk. Bu halde biz de karı-koca farklı oruçlara niyet ettik bu sene…

Ben dil, mide ve “hareketsiz gün geçirmeme” orucuna; eşim bazı alışkanlıklarından uzak durmaya…

Aslında her Ramazan aynı şeyi fark ediyorum. Az ve öz yemek, az uyku, bol hareket ve suskunluk beni bana inanılmaz yaklaştırıyor. Bütün hatalarımın, gevezeliklerimin, aşırılıklarımın, sağlıksız davranışlarımın altını çizmeme yardımcı oluyor. Ve ben her Ramazan bayramında aynı soruyu soruyorum kendime: Niye bu hali bir yaşam şekli haline getirmiyorum? Niye daha ‘sakin’, ‘az ve öz’ yaşamayı prensip edinemiyorum?

Bu ay üç farklı orucumla neler fark ettim bunları paylaşmak isterim.

Önce dil orucu…

Dil orucunda dört şey fark ettim: 1. Epey boş konuştuğumu – yani ihtiyaç olunan bilgilerin yanında kelime kalabalığı yaptığımı, 2. Ara ara abarttığımı – bir hocam der ki “abartmak yalanın hallicesidir”, artık abartmadan konuşmayı içselleştirmek şart oldu, 3. Söz kestiğimi – bireye sonsuz saygı duyan biri olarak en çok da buna üzüldüm. Beynim dilimden hızlı çalışıyor ve dili tetikliyor maalesef, istemeden söz kestiğimi fark ettim ki bundan sonra çok daha dikkatli olmaya çalışacağım, 4. Dinlerken her zaman empati kurmadığımı. Bu da aslında “ben” odaklılığın bir türü. Karşımdaki insanı dinlerken her zaman iyi zan üzere olmaya ve karşı tarafın bana ne anlatmaya çalıştığına çok da dikkat etmediğimi fark ettim.

Mide orucunda üç şey dikkatimi çekti: 1. İnsan yememekten acıkmıyor, yemekten acıkıyormuş, 2. Bazı sık yediğim şeyleri sevdiğimi sanıyordum; oysa canım hiç çekmiyor, hatta aklıma bile gelmiyor, tamamen alışkanlıktan yiyormuşum, 3. Yediğim yemekler nefes alışımı epey kısıtlıyormuş. Bazı gıdaları tamamen hayatımdan çıkarmaya karar verdim bu deneyim sonrasında – mesela un mamûlleri… Resmen bir dilim ekmek bile mideyi şişiriyor ve nefesi göğse itiyor.

Hareketsiz gün geçirmeme orucunda da en çok şunu fark ettim; Vücud hareketi çok takdir ediyor. Bir birim çabaya karşı üç birim ödül veriyor. Günde 20-30 dakikalık bir hareket benim seyahat etmekten sopa gibi olmuş vücuduma boyundan ayağa esneklik kazandırdı. Her gün hareket anlayışını da hayatıma sürekli uyarlamaya karar verdim.

Sanırım bu sene Ramazan’ın en eksik yanı, iftar sofraları oldu… Biz her sene iftar daveti verip, iftar daveti alırdık, bu sene sessiz ve yalnız iftarlar oldu ki bunların da öğretisi ayrıca büyük.

İnşaallah bu ay öğrendiklerimizi hal etmek nasip olsun hepimize. Hayırlı bayramlar diliyorum herkese!