Yazılar

Açılış Konuşmalarından…

Kerim Vakfı ile Türk Kadınları Kültür Derneği’nin girişimleriyle Kyoto Üniversitesi çatısı altında açılan Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin 6 Mart 2016 tarihindeki açılış töreninde yapılan konuşmalardan bir kısmını sizler için deşifre ederek burada paylaşıyoruz. Açılış töreninin kaydı ve diğer görsel mateyaller Kerim Vakfı’nın internet sitesinde bulunmaktadır.

***

“Bugün Akademilerde Öğretilecek Tasavvuf, Aslında Ahlâk Eğitimidir”

Cemâlnur Sargut

Tahmin edersiniz ki çok heyecanlıyım bugün. Tekrar, ahlâkın dili olan İslâm tasavvufunun dünyanın bir başka Doğu ülkesinde, peygamberimin söylediği gibi, ilmin arandığı Doğu ülkelerinden birinde tekrar bir araya getirici şekilde yaşamak, başlatmak zevkini Allah bana nasip ettiği için Allah’ıma şükürler olsun.
[Az önce gösterilen] filmde de gördüğünüz gibi 1920’li yıllarda Hocam Ken’ân er-Rifâî bir tarîkat şeyhi iken “Bir gün tekkeler kapatılabilir ama tasavvuf enstitülerde öğretilecektir.” diyerek bize muazzam bir yol açtı. Bugün akademilerde öğretilecek tasavvuf, aslında ahlâk eğitimidir. Çünkü Peygamber’e sorulduğunda “İslâm nedir?” diye, “Güzel ahlâktır.” diyor. Öyleyse bugün eğer evrensel bir lisan bulacaksak ve tevhitte birleşeceksek bunun lisanı tasavvuf olmalıdır, İslâm tasavvufu olmalıdır. Buradan anlaşılıyor ki güzel tārifiyle tasavvuf, tevhitten bakıp kesrete göre hareket etmektir. O zaman insanlık âleminin ortak nokta bulması, birleşmesi, yaratıcıyı sevmek ve yaratılanı sevmekle mümkündür. Yaratılanı, yaratıcıdan ötürü sevmekle mümkündür. Yaratıcıyı sevmek ancak ilimle mümkün olur. Tevhit ilimle anlaşılır. İlim ise Yunus Emre’nin dediği gibi “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir.” demektir. O hâlde kendini bilen yaratıcısını bilir, yaratıcısını bilen yaratılmış herkesi değil, yaratılmış her şeyi sever.
İki gündür Japonya’yı geziyoruz. İlk gelişimiz bizim Japonya’ya ve ben İslâm tasavvufunun burada yaşandığını gördüm. Her şeye çok değer veriliyordu, “her şeye” çok değer veriliyordu. O zaman işte bizim birlikte yapabileceğimiz çok şey var demektir. Bizim sizden öğreneceğimiz çok şey var. Belki de bizim de öğreteceğimiz çok şey var. Ben kendi adıma bu konudaki hizmetçilikten çok memnunum.
******
“Türkiye, İslâm’ın Güzel Yüzünü Temsil Ediyor”

Ahmet Bülent Meriç

Türkiye Cumhuriyeti Tokyo Büyükelçisi

Değerli hocalar, değerli misafirler,

Türkiye ve Japonya din açısından da değişik inançlara sahip olmalarına rağmen kendi ülkelerinde dinsel hoşgörüyü yaratabilmiş iki millettir. İslâm’da sufizmin beşiği denilince Anadolu’nun akla gelmesi gerekiyor. Türkiye’de dinsel hoşgörünün oluşmasında da sufizmin çok büyük rolü olmuştur. On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Mevlânâ Celâleddîn Rûmî “Gel, ne olursan yine gel.” deyişiyle özetleyebileceğimiz mâneviyatı Türkiye’de herkesin kalbine nakşetmiştir. Zaten Türkiye’deki sufizm sayesinde Türkiye bugün İslâm’ın gerçek anlamını, İslâm’ın güzel yüzünü temsil etmektedir. Türkiye sadece coğrafî açıdan değil medeniyetler arasında da bir köprü rolü oynamaktadır. Türkiye’deki sufizmi, Japonya’da Kyoto Üniversitesi gibi önde gelen bir üniversitede yaşatacak bir merkezin kurulmuş olması kanaatimce Japon düşünce dünyasına büyük bir zenginlik kazandıracaktır. Bugün açılışını yapacağımız Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin başarılı çalışmalara kaynaklık edeceğinden eminim. Biz Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği olarak bu merkezin çalışmalarına elimizden gelen yardımı göstereceğiz. Bu merkezin kurulmasında emeği geçen, bu girişimi destekleyen herkese teşekkürlerimi sunuyor, sizleri saygıyla, sevgiyle selâmlıyorum.
******
“İslâm Dünyasındaki Gidişat, Tasavvufî Araştırmaların Bir İhtiyaç Olduğunu Gösteriyor”

Mahmut Erol Kılıç

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi

Değerli arkadaşlar,
Hepiniz hoşgeldiniz. Geçen sene Çin’de Pekin Üniversitesi’nde bir güzel çalışma başlattık Cemâlnur Hanım sayesinde. Daha sonra burada, şimdi Kyoto Üniversitesi’nde böyle bir program başlıyor. Bunun şöyle bir önemi de var aynı zamanda: Hem İslâm dünyası olarak hem de dünya genelinde çok enteresan bir dönemden geçiyoruz. Bu geçmekte olduğumuz dönemde bütün gidişat (…), -özellikle İslâm dünyasındaki gidişat- tasavvufî araştırmaların bir ihtiyaç olduğunu bittecrübe bize göstermekte. O kadar ki artık Müslüman dünyası bile İslâm’ın günümüzdeki kötü temsilinden bîzar olmuşlardır, hepimiz “yeter artık” demekteyiz. Tasavvufî İslâm, akademide ihmâl edilen bir İslâm. Dolayısıyla inşaallah burada ben Profesör Tonaga’ya ki benim uzun yıllardır arkadaşımdır, bir kere daha teşekkür ediyorum. Sebebi de şu: Ondan öncesinde hep Japonya’daki İslâm çalışmaları yapan profesörler, tasavvuf üzerine Arap dili ve Edebiyatıyla ilgili çalışmalar yaparlardı veya Fars Dili ve Edebiyatıyla ilintili çalışmalar yaparlardı. İlk defa Tonaga’yla beraber Osmanlı yani Osmanlı Türkçesi’nin de dâhil olduğu bir üçüncü dönem tasavvufî çalışmalar yapılıyor olması aslında çok çok önemli bir teşebbüs. Bu açıdan ben bir kere daha kendisini ve sizleri de tebrik ediyorum.

İnşaallah hayırlara vesile olur. Teşekkür ederim, sağolun.
******
“Farklı Kültürlerin Birbirini Tanıması İnsanlığın Gelişimine Katkılar Sunacaktır”

Osman Nuri Küçük

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü
Saygıdeğer Büyükelçim, saygıdeğer hocalarım, saygıdeğer meslektaşlarım ve değerli dostlar,
Bugün önemli bir güne tanıklık ediyoruz. 1920’lerde tekke ve zaviyelerin kapatıldığı bir ortamda “Günün birinde tasavvuf akademik ortamlarda öğretilecektir.” sözü bir vizyonun göstergesidir. Bugün o vizyonun müşahhas bir hâle dönüştüğü, somutlaştığı bir dönem yaşıyoruz. Farklı kültürler arasında kurulacak kanallar, farklı kültürlerin hem birbirini tanımasına hem de dünyanın, insanlığın gelişimine olumlu katkılar sunacaktır. Sanırım tarihte ve günümüzde farklı kültürler arasındaki çatışmanın temel nedenlerinden birisi kültürlerin birbirini tanımaması, önce bir kavram kargaşası, ardından gelen kültürel çatışma ve ardından maalesef birtakım savaşların, çatışmaların yaşanması. Tasavvuf, mistisizm, dinlerin, bütün dinlerin vahiy kutsal geleneğine dayanan yönü itibâriyle aralarında bütün insânî değerlerin ortak bir harmanda, ortak bir vizyon çerçevesinde bütün insanlığın gelişimine ve medeniyetinin gelişmesine büyük bir katkı sunacağı bu tür çalışmalarla desteklenecektir.
Japonya’nın bizim millî geleneğimizde şöyle önemli bir yeri var: Millî şâirimiz, istiklâl şâirimiz Mehmet kif Ersoy’un yaşadığı dönemde bir Japonya seyahati vardır. Japonya seyahatinden döndükten sonra Mehmet kif Ersoy şunu söylüyor: “Onlar Şintoizm ve Budizmi yaşıyorlar biz İslâm’ı yaşıyoruz, farklı kelimelerle aslında aynı hakikatin tezâhürlerini yaşıyoruz.”
Sözlerimi bir Kur’ân âyetiyle noktalamak istiyorum. “Allah sizleri farklı farklı milletler hâlinde yaratmıştır ki birbirinizle tanışasınız.”
Teşekkür ederim, saygılar sunarım.
******
“Bu Merkez, Kültürün İçindeki Sûfî Temaların İncelenmesi İçin Büyük Bir Fırsat”

Ahmet Murat Özel

Yalova Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi

Hanımefendiler, beyefendiler,
Târihî bir hâdisenin hakikaten şâhitleriyiz. Japonya’da çok önemli bir üniversitede çok güzel bir merkez açılıyor. Profesör Yasushi’nin başkanlığında burada (…) tanıştığımız bu süre boyunca gözlemlediğimiz çok güzel bir ekip var. Türkçe biliyor olmaları bizi heyecanlandırıyor.
Profesörün sunumunda birkaç kere atıfta bulunulduğu gibi merkezin odaklanacağı konulardan bir tanesinin İbn-i Arabî okulu olacağını söylemişti. Çünkü İbn-i Arabî okulunun Anadolu’daki varlığı birçok önemli eseri ortaya çıkardığı gibi Anadolu’da popüler kültürün, halk kültürünün birçok önemli parçasını da oluşturmuştur. Böylece aslında Profesör Tonaga’nın işâret ettiği tasavvufun popüler kültür tarafı, doktrinel tarafı, ahlâk tarafı, bütün bunların aslında tezâhürlerini incelemek için de sadece bir akademik doktrinel “sufi studies” meselesinden daha büyük olarak, Türk toplumunu daha yakından tanımak için de önemli bir fırsat ele geçmiş bulunuyor.
Kitap merkezli akademik çalışmalar zaten yapılıyor, daha da güzelleri yapılacak inşaallah. Ama ben özellikle burada açılan bu merkezimizi özellikle popüler kültür içindeki sûfî temalara, sûfî bağlantılara yönelik bir ilgiye davet ediyorum. Böylece “studies”in başlığı altında yer alan bu merkez, böylece hakkıyla ASAFAS adlı o üst çatısıyla çok uyumlu bir çalışma yapmış olacak. Yani antropolojiden halk bilimine, müzikbilimden tasavvuf doktrinine kadar çok geniş bir yelpazede çalışma imkânı bulacaktır diye tahmin ediyorum. Buradaki ekibin bunu hakikaten başarabileceğine dâir bir güçlü kanaatim var. Çünkü beraber olduğumuz arkadaşlarımızdan birinin, hapşırınca “elhamdülillah” dediğine şâhit oldum. Bu hakikaten toplumun kılcallarına nüfuz etmekle mümkün olan bir şey.
Ben tekrar hayırlı olsun, hayırlı mübârek olsun diyorum, teşekkür ediyorum. Hepinize hayırlı günler diliyorum.

“İslamofobiyi tasavvufla yeneceğiz”

Ayşe Olgun – YENİ ŞAFAK – 13 Mart 2016

Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD) ve Kerim Vakfı’nın girişimleriyle ABD ve Çin’den sonra Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde de Kenan Rifai Tasavvuf Araştırma Merkezi açıldı. Geçtiğimiz hafta Japonya’nın Kyoto şehrinde yapılan resmi açılışa biz de katıldık. Kyoto Üniversitesi, bilimsel çalışmaları ve aldığı Nobel ödülleriyle tanınıyor. TÜRKKAD ve Kerim Vakfı’nın girişimiyle İslam Enstitüsü Bölümü içinde kurulan Kenan Rifai Merkezi ise bundan sonra İslam tasavvufu araştırmalarıyla aynı üniversitenin bünyesinde adını dünyaya duyurmayı hedefliyor. Merkezin direktörlüğüne Kyoto Üniversitesi Asya ve Afrika Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi ve aynı zamanda aynı üniversitenin İslam Araştırmaları Merkezi’nde araştırmalarını yürüten Prof. Dr. Yasushi Tonaga getirildi. Tonaga, İslam tasavvufu çalışmak isteyen öğrencilerini öncelikle Türkiye’ye gönderiyor. Bunun sebebini de “İslam kültürünü iyi anlamak için Osmanlı kaynaklarını iyi bilmek lazım” diye açıklıyor. Törene katılan akademisyenlerin çoğu Türkiye’de çalışmış ve çok iyi derecede Türkçe biliyorlar. İslamofobiye karşı Japon halkına İslam’ın terör ve şiddet değil barış dini olduğunu anlatmak istediklerini söyleyen Tonaga, “Yeni merkezimiz genel Japon toplumunu İslam’ın diğer yüzü, yani İslam sufizmi hakkında bilgilendirmeyi başarabilirse, onlar da böylelikle İslam’ı farklı bir ışık altında görmüş olup İslam’ın güncel imajını değiştirecektir” diyor. Tonaga ile tasavvuf yolculuğunu, Türk tasavvuf araştırmalarını, yeni açılan Kenan Rifai Merkezi’ni ve İslamofobiyi konuştuk.


Önce şuradan başlayalım. Tasavvufa ilginiz nasıl başladı?
Tasavvufla alakam üniversitedeki ilk yılımda başladı. Ayrıca Toshihiko Izutsu’nun İbn Arabi ve onun ideolojisi üzerine yazdığı bir kitaptan etkilenmiştim.

Izutsu’dan etkilenip siz de İbn Arabi üzerine çalışmaya başladınız öyle mi?
Evet.

Sadece akademik olarak mı ilgilendiniz yoksa sufizme kişisel olarak da ilgi duydunuz mu?
Ben kendimi maalesef sufi olarak tanımlamıyorum. Tasavvuf düşüncesiyle çok yakından ilgileniyorum, ancak sadece İslam tasavvufuyla değil, genel olarak mistisizm ile yani dünyada bilinen her türlü mistisizm ile ilgileniyorum. Profesör Izutzu da aynı şekilde genel olarak mistisizm ile ilgileniyordu, özellikle de Doğu’daki mistisizm ile, yani oryantal olan mistisizmle. Ona göre İslam sufizm demekti. Bu çalışmaları yaparken “Izutsu Oryantalizmi” adı altında kendi oryantal felsefesini oluşturmak istiyordu. Taoculuk, Budistlik, Zen mistisizmi ve Budistliğin çeşitli mistisizm trendlerini ve Hint mistisizmini vesaire içeren bir oryantal felsefeydi bu. Mümkün olduğu kadar ben de onun düşünce yolundan gitmek istiyorum. Bu yeni açmış olduğumuz merkezde de çeşitli mistisizm trendlerinin karşılaştırması üzerine bir çalışma yapmak istiyorum, sadece sufizmle değil, aynı zamanda İslam sufizmi ile Budist mistisizm karşılaştırması mesela.

Türkiye ile bağlantınız nasıl başladı?
1986-1988 yılları arasında Kahire Üniversitesi’nde okudum. Bu sırada 1987’de Türkiye’yi görmeye geldim. O an Osmanlı döneminin İslam kültürü için çok önemli olduğunu anladım, ancak yeterince bilgi sahibi değildim ve Osmanlı döneminde İslam medeniyeti ve İslam’da mistisizm konularını araştırmaya karar verdim.

Türkiye’de ne kadar süre araştırma yaptınız?
Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye’ye ilk 1987 yılında geldim. Daha sonra 1991’de ve ardından birkaç defa daha geldim. Ayrıca 2002 yılında tekrar gelip İstanbul Üsküdar’da altı ay kaldım. O tarihten itibaren de her yıl yaz mevsiminde İstanbul’da bir ay kalmaya başladım.

Çalışırken belgelerden yararlandınız. Özellikle de Osmanlıca metinlerden. Bunlar sizin çalışmalarınıza ne tür katkıda bulundu?
İslam medeniyeti konusu üzerindeki araştırmalarıma ilk olarak Arapça ve Farsça ile başladım. Bunlar Türk kültürü için önemli. Süleymaniye Kütüphanesi’nde çok sayıda el yazması buldum. Bunlar sadece Arapça ve Farsça değildi, aralarında çok sayıda Osmanlıca el yazması da vardı. Bu el yazmaları sufilik üzerine araştırma yapma isteğimi arttırmıştı.

Kyoto Üniversitesi’nde Tasavvuf Kürsüsü açma fikri nasıl ortaya çıktı?
Sufi araştırmaları için Japonya Kyoto Üniversitesi’nde Kenan Rifai Sufi Araştırmaları Merkezi’ni açmış bulunmaktan çok mutluyum. Kyoto Üniversitesi’nin mistisizm çalışmaları üzerine uzun bir tarihi vardır. Özellikle de Budizm, Taoculuk vs. gibi Uzak Doğu mistisizmi. Bununla birlikte İslam mistisizmi ile ilgili yeni trendler üzerinde çalışmalara başlandı. Dolayısıyla Kyoto Üniversitesi’nde bu sufi araştırma merkezinin açılmasının Japonya’daki tasavvuf çalışmaları ve Uzak Doğu için çok önemli bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum.

Bu merkezde İslam ile ilgili yapılan çalışmaların dünyadaki İslamofobi’nin önüne geçmesi konusunda bir katkısı olacak mı? Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Japonya’da Avrupa ya da Amerika’da olduğu gibi çok aşırı bir İslamofobi yok. Ama terör sebebiyle Japonların genel olarak İslam’a bakış açıları çok negatif. Ancak ben birkaç çeşit İslam olduğunu düşünüyorum. Biri çok terör odaklı radikal İslam. Ama Türkiye’deki geleneksel İslam’ın bu tarz bir İslam’dan çok farklı olduğunu düşünüyorum. Ve bunun sufizm ve tarikat geleneğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Ben de sufizme dayalı Türk İslam örneğiyle İslam’ın asıl yüzünü göstermek istiyorum. Japonya’da İslamofobi çok yüksek düzeyde değil. Bu sebeple şanslıyız. Ama Japonların İslam hakkındaki genel bilgi düzeyi de çok düşüktür. Dolayısıyla İslam’a bakış açımız çok yanlıdır. O yüzden, yeni merkezimiz genel Japon toplumunu İslam’ın diğer yüzü, yani sufi İslamı hakkında bilgilendirmeyi başarabilirse, onlar da böylelikle İslam’ı farklı bir ışık altında görmüş olup İslam’ın güncel imajını değiştirecektir.

Ortadoğu’ya baktığımız zaman İslam ülkeleri arasında savaş ve şiddet söz konusu. Yine son zamanlarda İslam’ın adı IŞİD ile anılmaya başladı. Bütün bunlar Japonlar’a İslam’ı anlatırken sizi zorluyor mu?
Sufizm alanında uzmanlık yapan biz Japonlar için zor bir durum bu. Genel Japon toplumuna İslam’ın özünde radikallik ya da şiddet olmadığını anlatmak kolay değil. Bizim bu insanlarla sadece üniversite içinde değil aynı zamanda üniversite dışında verilen seminerlerde de konuşup görüşmek için çok imkanımız oluyor. Onlara İslam’ın özünde barış ve sevgi dolu bir din olduğunu ve bunun sufizme dayalı olduğunu anlatıyoruz. Ama bir gün verdiğim seminerlerden birinin hemen ardından bir bomba olayı gerçekleşti. Dolayısıyla o terör olayı sayesinde Japon halkını anlatmak istediğim her şey alt üst oldu. Bu çok üzücü bir durum ama Japon halkının İslam’a bakış açısını düzeltmek için çabalamaya devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Japonya’dan Türkiye’ye gelen çok sayıda akademisyen var. Bu akademisyenlerden çoğu Süleymaniye’deki Osmanlı arşivleri üzerinde çalışıyor. Ama iki ülkeye baktığımız zaman ikisi birbirinden çok uzak. Sizce bu ilginin sebebi nedir?
Çok sayıda Japon akademisyenin Osmanlı arşivleri üzerinde ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştığı doğrudur. Ama benden önceki Japon akademisyenler İstanbul’a Osmanlı tarihi üzerinde çalışma yapmak için geliyordu. Yani İslam düşüncesi, özellikle de sufizm üzerinde çalışma yapmak için değil. Muhtemelen bu konu üzerinde Süleymaniye’deki arşivlerde araştırma yapan ilk Japon bendim ama benden sonra çok sayıda genç benim izimi takip ederek Süleymaniye’deki Osmanlıca el yazmalarından bilgi topluyor. Şimdilerde sufizm konulu Osmanlı arşivleriyle ilgilenen Japon akademisyenlerin sayısı giderek artmakta.

Bugüne kadar kaç öğrenci yetiştirdiniz, tasavvufun hangi alanlarında çalışmalar yaptılar?
Okulda üç lisansüstü bölüm vardır. Bu üç bölümden biri bizim bölümümüzdür ve bu bölümde üç departman vardır. Bu departmanlardan biri de İslam Dünyası Araştırmalarıdır. Biz sadece lisansüstü eğitim verilmektedir, lisans eğitimi verilmemektedir. Ve her sene bu lisansüstü eğitim için yalnızca üç öğrenci seçiyoruz. Yani her sene ben tasavvuf araştırmaları için bir ya da iki öğrenci seçiyorum. Bunlardan bazıları Arap tasavvufu bazıları da İran tasavvufuyla ilgileniyor.

Öğrencilerinizi daha çok Türkiye’ye yönlendiriyorsunuz bunun sebebi nedir?
Son zamanlarda ise, öğrencilerimin yaklaşık yarısı Türk tasavvufuyla ilgileniyor, Osmanlı dönemi tasavvuf ile modern Türkiye’de tasavvuf. Öğrencilerimizi yabancı ülkelere, göndermek için çeşitli programlarımız bulunmakta. Bu ülkelerden biri de özellikle Türkiye’dir. Bu nedenle, her sene öğrencilerim birkaç ay hatta bazı durumlarda bir-iki sene Türkiye’de bulunuyorlar. Burada gerek alan çalışmalarını yürütüyorlar ya da zamanlarını kütüphanelerde ve arşivlerin arasında geçiriyorlar.

Kenan Rifai Enstitüsü kuruldu ve siz de bunun başındaki isimsiniz. Bundan sonra bu merkezde neler yapılacak? İslam’a katkısı, sufizme katkısı ne olacak?
Geçen yaz Türkiye’ye gitmeden önce Japonya’da Kerim Vakfı’nın Kyoto Üniversitesi’nde sufizm üzerine bir merkez açmaya niyet ettikleri konusunda bilgilendirildim. Ağustos 2015’te de yazın bir ay İstanbul’da kalma fırsatım olmuştu. O sırada Kerim Vakfı ile de görüşmek için birkaç fırsatım olmuştu. Bir görüşmemizde de merkezin kurulması hakkında anlaşmaya vardık ve ardından görüşmelerimiz devam etti. Kasım 2015’te Kenan Rifai Sufi Araştırmaları Merkezi’ni kurmaya karar verdik. Hazırlık ofisini o zaman açtık. Mart 2016’da da Kyoto Üniversitesi’ne yaklaşık 50 seçkin Türk misafir davet edip merkezimiz için çok heyecanlı bir açılış töreni düzenledik.

Gelecekte ise burasının tasavvuf çalışmaları alanında Asya ve özellikle de Uzak Doğu, güneydoğu Asya, doğu Asya, vesaire için bir merkez haline dönüşmesini istiyorum. Merkezimizin ayrıca Uzak Doğu ile Orta Doğu arasında köprü görevini görmesini istiyoruz. O yüzden öğrencilerimin çoğunu Sufizm araştırmaları için Türkiye’ye göndermek istiyorum, yalnızca modern Türkiye’de tasavvufu değil aynı zamanda Osmanlı dönemi tasavvufu konusunda araştırma yapmaları için. Ayrıca Türk öğrencileri ile akademisyenlerin de Kyoto Üniversitesi’ne gelip seminer vermeleri ya da okumaları için başımızın üstünde yerleri vardır.

 

Bahar Geldi Japonya’ya

Amatör kalemleriz biz. Bu derginin içeriğine katkı sağlayan başta bendeniz olmak üzere, bizim kız-bizim oğlan dost yüzler toplandık; sâlih niyetlerle dökülürüz kâğıtlara. Duygularımızı, fikirlerimizi, tecrübelerimizi aktarmak isteriz. Çoğu yerde yazdıklarımız kendi içimize bile sinmez ama “istikrar mükemmeliyetten en âlâ kerâmettir” düsturuyla gayret ederiz. Biliriz ki aktarabildiğimiz her güzellik O’ndan ve bütün sürçmeler nefislerimizdendir.

Amatör kalemdir bu fakir de. Amatör olmak da o denli kötü bir şey değildir hani. İmaj kaygısı gütmeden, algıyı yönetmeye çalışmadan, içimden geldiği gibi yazarım. Hatâ kaldırır, su götürür. Kimi yerde bir ergenin mahremini kilitli günlüğüne aktardığı gibi akarım bu satırlara. Câhilce ama naif bir cesaretle. Hatâları örten, eksikleri tamamlayan sıfatlarına sığınarak…

Yaşadığımız ânın bendeki tecrübelerini aktarmaya çalışırım kalemim döndüğünce. nın bıraktığı hâli târiftir misyonum. Ama öyle bazı anlar vardır ki, temâşâ ettiğimize ne kelimelerim yeter yazacak olsam, ne renklerim yeter çizmeye kalksam… Zevkin içinde sarhoş olur da kalakalırım öylece. Duygularım yoğunluktan yumru olur, akışkanlığını yitirir, içime çöker. Çöker de gülmeye kalksam kahkaha olup taşmaz, ağlayayım desem gözyaşı olup akmaz.

Bu anlardan birine Japonya’da şâhit olduk kısa bir vakit evvel. Hocamızın eteğinde Japonya’ya gittik. Amerika’ya gidildiği, Çin’e gidildiği gibi bir vizyonun ışığına kapıldık, bu sefer de Japonya’ya gittik.

Kyoto Üniversitesi’nde mübârek ism-i şeriflerine ithâfen bir tasavvuf araştırmaları merkezinin kurulduğu, artık bu okurun mâlûmudur. Ve mâlum olan kısmını anlatmak kolaydır. Ağırlamalar, protokoller, konuşmalar… Japon zarâfetinin temsili gibi bir kurdele kesme töreni… Bunları bir haberci diliyle yazmak inanın kolay.

Dünyaya gerçek İslâm’ı anlatacak ve öğretecek ve kurulduğu toprağı mayalayacak bir merkezin açılışını anlatmak daha kolay. Açılan her bir merkezin toplumlara dönüştürücü bir ortak payda sunmaya soyunduğunu görmek, bugün İslâm adına yaşanan talihsiz ne kadar olay varsa hepsinin gelecekteki diyeti olacaklarını haykırmak inanın kolay.

Kolay olmayan, hiçbir sıfata tâlip olmayan, yalnızca öğrencilik sıfatıyla hocasının ilmini yaymaya çalışan o kişinin küçücük bedeninden taşan heybeti târif etmek…

Kolay olmayan, aşktan yanmış gönlünün kendini saklama çabasına rağmen bakışlarındaki kor bir parıltı ile kendini ele verişini yazmak…

Zor olan, görüntüde resmî ve protokolü bol bir törende hocasının eteğine yapışmış kırk tane kadın ve erkeğin en hâlis duygularla taşan gözyaşları ve tören sonunda hocalarına sarmal oluşlarını anlatmak…

Zor olan, o salona fiziken ulaşamayan ama gönüllerini paket edip yanımıza vermiş olan hocanın tüm evlâtlarının internetten canlı yayın yapan Belgin’in kamerasından salona akışlarını ve o salonun içinde vücut bulan varlıklarını anlatmak.

Kolay olan, Japonya’yı baştan aşağı saran meşhur bahar çiçeklerinin öncülerini gördüğümüz cennet bahçeler ve güzel insanları anlatmak; zor olan ise orada hepimizin içinde açan baharları dökebilmek.
Diyorum ya, bu anlar duygunun yoğunlaşıp yaşandığı ana ve ortama çöktüğü zamanlar. Ne yazsanız yine de eksik bırakacağınızı bildiğiniz ama yaşatana hep şükrettiğiniz…

“Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Tasavvuf Çalışmaları İçin Japonya’da Bir İlk…”

Bu fırsattan dolayı teşekkür ederim. Bugünkü tören ardından duyduğum keyfi ve heyecanı dile getirmekten dolayı çok mutluyum. Ayrıca bu organizasyona katılmak üzere Türkiye’den gelmiş olan bunca dostu görmek de çok güzel. Kyoto Üniversitesi’ndeki Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılışı, târihî açıdan ele alındığında muazzam bir olay. Japonya’daki İslâmî çalışmalar ve tasavvufî çalışmalar gençler için olumlu izlenimler sunmaktaydı ancak açık konuşmak gerekirse, kurumsal düzeyde bunlar yeterli değildi. Bu merkez, tasavvufî çalışmalar yapacak ilk kurumsal merkez; hatta sanıyorum uluslararası seviyede de tasavvuf araştırmalarının yapıldığı sadece birkaç kurum mevcut. Japonya’da ise bu ilk… Ben bunun kültürel ve entelektüel tarihimiz için bir dönüm noktasını olduğunu düşünüyorum.
Din olarak İslâm’ı, İslâm dünyasını ve Müslümanları anlayabilmek için, sosyal, politik, mânevî ve kültürel yönleri ve medeniyet ile ilişkili boyutları anlamamız lâzım. Ancak bugünlerde toplumsal ilgi özellikle de Batı’daki toplumsal ilgi sınırlı. Ben bu yeni merkezin, İslâmî çalışmaların tasavvufî ya da mânevî boyutuna odaklanarak bir denge yaratacağına inanıyorum. Biz İslâm’ın sadece tasavvuf boyutunu anlamanın yeterli olduğunu düşünmüyoruz, tamamını anlamaya ihtiyacımız var ama bu kısım şu ana kadar sosyal olarak en az dikkate alınan kısım. Bu merkez, akademik ve entelektüel çalışmalar ortaya koymalı ama aynı zamanda toplumsal katılım da olmalı. Aslında Japonya’da İslâm algısı çok kötü değil. Ancak 11 Eylül sonrası ve yakın zamandaki savaşlar nedeniyle insanlar korkuyorlar, korkuyoruz. Batı ülkelerinde bu korku İslamofobi şeklinde ama Japonya’da böyle değildi. Muhakkak ki İslâm hakkında yanlış fikirlere sahip insanlar var ama Japon halkının ilgisi daha ziyade kültüre ve medeniyete yönelik. 1990’lara baktığımızda medeniyetlerin çatışmasından bahsediyoruz ama bu Japonya için kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü Japonya’da medeniyet demek erdem demektir. Erdemlerin çatışmasından nasıl söz edebiliriz? Bu yüzden Japon halkı belli kesimlerin dışında bu argümanın peşinden gitmedi ve Japonların bu karşı duran tavrı bu merkezin gelecekte yapacağı çalışmalarla da cesaretlendirilecektir diye umuyorum ve hatta bundan eminim.
Asya’nın iki ucundaki Türkiye ve Japonya arasındaki bu akademik, entelektüel ve kültürel işbirliğinin hârika şeyler yaratacağına inanıyorum.

Yasushi Tonaga

(Prof. Dr. Yasushi Tonaga, Kyoto Üniversitesi Asya ve Afrika Bölge Çalışmaları Fakültesi Dekanı – Kyoto Üniversitesi Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin ardından yapılan röportaj – 6 Mart 2016/ Kyoto)

Kyoto’da Bahar

Merhabalar, efendim… Söze nasıl ve neresinden başlayacağımı bilememekle beraber, konuyu bir ucundan tutup anlatmaya başlayacağım. Neyi mi anlatacağım? Tarihe şâhitlik ettiğimi düşündüğüm Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış törenini ve hissettiklerimi anlatmaya çalışacağım.

Japonya dünyanın bir ucu. Burada bir üniversite Kyoto Üniversitesi… Bir akademisyen olarak adını duymamak mümkün değil. Çalışma konularım olan Mikrobiyoloji, Moleküler Biyoloji ve Genetik alanlarında neredeyse dünyanın en iyileri arasında olan bir üniversiteye gidiyorum. Gidiş sebebim ise tamamen farklı. Asya–Afrika Bölge Çalışmaları Fakültesi altında kurulan Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreni var. Bundan 15-20 sene önce olsa bu duruma meslekî kariyerim açısından bakabilirdim; şimdi ise tek dileğim bu târihî hâdiseye şâhitlik etmek.

Burada soru şu: Bu hâdiseye şâhitlik etmek lûtfedildiyse, buradan ne öğrenmeliyim? Âlim Allah, hâdiselerin dili ile konuşur ve öğretir. Kyoto’ya vardığımızda neredeyse hepsi Türkçe bilen inanılmaz zarif ve edepli dostlar tarafından karşılandık. Hani aslında tanışıyormuşuz da uzun zamandır görüşmemişiz gibi içten karşıladılar. Misafirperver bir şekilde gönüllerini bizlere açtılar. Bu açılışa, kiraz çiçeklerinin açıldığı “Sakura” denilen 1-1,5 ay süren bahar bayramları da eşlik etti. Her şey bir bahar bayramı gibi, doğanın uyanışı gibi, İslâm tasavvufunun bu âleme uyanması gibi başladı ve devam etti, inşaallah sonsuza kadar da devam edecek.

Bu açılışta beni en çok etkileyen konuya gelince… Hz. Allah’ın, Rahman, Rahim, Kadir, Âlim gibi pek çok ismi var. Bu isimlerin ortaya çıkışları her seferinde çok farklı ve etkileyici. Bu merkezin açılışında da bunlar bambaşka bir heybetle karşıma çıktı. Amerika’nın en iyi üniversitelerinden North Carolina Üniversitesi’nde ilk kürsü kurulduğunda inanılmaz bir hâdisenin zuhura geldiğini düşünmüştüm. Sonra dünyanın en iyi 10 üniversitesi içinde yer alan Pekin Üniversitesi’nde ikinci kürsümüz kuruldu.

Gelelim Kyoto Üniversitesi’ne… Rektör yardımcısının anlatımıyla üniversitenin 9 tane Nobel ödülü vardı. Yani bu üniversitede çalışan 9 akademisyen Nobel ödülü almıştı. Yenilerde Amerika’daki çalışmaları ile Nobel ödülü alan Aziz Sancar Hoca’nın ülkemizde nasıl karşılandığını ve ülke olarak onunla ne kadar gurur duyduğumuzu hatırlayın. Bu üniversitede, bu ödülden 9 tane var. Niye bu konuya geldin derseniz söyleyeyim: Aziz Hoca’ya bir röportajında sormuşlar: “Türkiye’de sizden sonra kimlerin Nobel alacağını düşünürsünüz?” Hoca cevap olarak Türkiye’de bulunan iki öğrencisinin ismini vermiş. Bunların ikisi de benim çalıştığım üniversitede çalışıyor. Hatta biri benim bölümümde görevli bir arkadaşım. Ben ve diğer arkadaşlar bu röportajı okuyunca pek eğlenmiş, adı geçen arkadaş ile fotoğraf çektirmiştik. Olur da yarın öbür gün Nobel alırsa bizi hatırlasın diye. Sonra konuşmuştuk Aziz Hoca niye bu isimleri verdi diye. Bir arkadaşımız “öğrencilerinin kapasitesini biliyor da ondan” demişti. Haklıydı, bunu Kyoto’da anladım.

Koca sultan Ahmed er-Rifâî Hazretleri çok sayıda yazılı eser bırakmamış. Ken’an Rifâî Hazretleri’nin de yazılı eser sayısı çok değil. Öğrencisi Sâmiha Ayverdi’nin yazılı eser sayısı 40’tan fazla. Ken’an Rifâî Hazretleri bir sohbetinde “Sâmiha bizim yolumuzu kitapları ile ayakta tutacak” buyurmuşlar; başka bir sohbet esnasında “Bir gün tasavvuf akademilerde okutulacak” demişler. Tam bu noktada Sâmiha Ayverdi’nin öğrencisine bakıyoruz: Cemâlnur Sargut… Kitaplarının sayısı şimdilik 35 civarında. İnşaallah Allah ömür verirse daha da artacak. Buna ek olarak, Amerika’da North Carolina Üniversitesi’nde, Çin’de Pekin Üniversitesi’nde, İstanbul’da Üsküdar Üniversitesi’nde ve Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde kurulmasına vesile olduğu şimdilik dört tasavvufî akademik birim var.

Gelelim yazının sonuç kısmına… İşte tam da bu târihî açılışta, edep ederek ve inşaallah öğrencisiyimdir diye niyazda bulunduğum Cemâlnur Anneme, hocama lâyık olabilmek, bu nimetin lûtfunu bilmek için ne yapmak lâzım? Ahmed er-Rifâî Hazretleri’ne bihakkın lâyık olmuş mükemmel bir öğrenci Ken’an Rifâî Hazretleri, O’na bihakkın lâyık olmuş olağanüstü bir öğrenci Sâmiha Ayverdi, O’na bihakkın lâyık olmuş eşsiz bir öğrenci Cemâlnur Sargut, Cemâlnur Annemin inşaallah öğrencileri olan bizlere gelince… Nasıl lâyık olabiliriz ya da lâyık olabilir miyiz? Bilemiyorum. Sadece nefes almadan, bihakkın çalışmamız ve hizmet etmemiz gerektiğini tam da bu açılışta iliklerime kadar, her zerremde hissettiğimi ve titrediğimi biliyorum. Rabbim yanımızda ve yardımcımız olsun.

Niye Tasavvuf, Niye Japonya?

Bir grup Japon profesör düşünün, hepsi alanlarında yaptıkları çalışmalarla iyi tanınan, çok değerli isimler… Hepsinin kaldırımda yan yana dizildiğini ve biz Türkleri taşıyan otobüs gözden kaybolana kadar el salladıklarını söylesem? Peki hepsinin sular seller gibi Türkçe konuştuğunu? Haydi bir detay daha vereyim, Kyoto Üniversitesi’nde bir tasavvuf kürsüsü açıldığını? “Yok artık!’’ mı dersiniz? Demeyin. Çünkü bu söylediklerimin hepsi tamamen gerçek.  (…)

Önce biraz bilgi… Kenan Rifai İslam Araştırmaları adı altındaki yapılanma Japonya’da ilk değil. TÜRKKAD ve Kerim Vakfı tarafından 2009’da ABD North Carolina Chapell Hill’de, ardından 2011’de Çin Pekin Üniversitesi İleri Beşeri Bilimler Enstitüsü’nde açılmış. Cemalnur Sargut’un merkezin açılışında söyledikleri, işi özetliyor galiba: “Tam da bugün bu anlayışa ihtiyacımız var. Terörden ancak böyle kurtulabiliriz. Tasavvufu üst seviyede bir ahlaki eğitim olarak görmeliyiz. 5 yıl önce Amerika’da başladık bu enstitüleri kurmaya, mezunlarımızdan biri Amerika’nın en önemli İslam yazarlarından biri. Çin’de açmaya karar verdiğimizde ‘Yapmayın Hocam’ dediler. Ama bakın, inanınca oluyor!’’

Kyoto gezisinden öğrendiğim bir başka bilgiye gelince… Milattan 4-5 asır önce Çin’de, Pekin civarında Lao-Tzu adında bir bilgenin yazdığı, ‘Tao Te Çing’ isimli 81 bölümden oluşan kısa bir kitap var. Yaklaşık 100 yıl sonra bu kitaba bir yorum getiren Çuang-Tzu diye bir başka Taocu düşünürün bir kitabı daha bulunuyor. Profesör Isutzu, Tao Te Çing ve Çuang- Tzu’nun buna getirdiği yorumu temel alarak Taoculuktaki anahtar kavramların da semantik bir incelemesini yapıyor. Ve görüyor ki, İbn Arabi’nin tasavvufundaki anahtar kavramlarla Lao-Tzu ve Çuang-Tzu’nun Taoculuğundaki anahtar kavramlar arasında hemen hemen bire bir benzerlik var. Birbirinden 9 bin 500 kilometre uzaklıkta 3 kişi… İkisi Pekin’de milattan 4-5 asır önce yaşamış. Üçüncüsü milattan 12 asır sonra İspanya’da. 17-18 asırlık bir zaman aralığı ve büyük bir lisan farkı var: 28 harfle yazılan Arap alfabesi, 40 bin idiogramla yazılan Çin alfabesi. Şimdi bu düşünürlerin aynı şeyleri söylemesi ve aynı dünya görüşünü dile getirmesi.. Ve Profesör Izutsu… Ve izinden giden Cemalnur Sargut, Yasushi Tonaga… İşte belki de “Niye tasavvuf, niye Japonya?” sorusunun çok kısa bir cevabı….

(Gazeteci Balçiçek İLTER’in 28 Mart 2016 Pazartesi günü GAZETE HABERTÜRK’te yayınlanan yazısından alıntı)

 

“İnşallah İleride Bursevî Üzerine, Ken’ân Rifâî Üzerine Çalışan bir Japon Çıkar”

Maalesef dünyadaki son gidişat hepimizi üzen bir gidişat. İslâm dünyasının temsili, maalesef bazı ideolojiler, bazı akımlar ki bu ideolojiler ve akımlar aslında -adı belki söylenmiyor, artık cesaretle söylenmesi lâzım- petrodolarlarla bir yayılma fırsatı bulan Vahabî ideolojisinin sonuçlarıdır. Bunun üstünü örtmenin bir anlamı yok. Uzun yıllar Pakistan’da, Hindistan’da, Afganistan’da ve Afrika’nın bazı ülkelerinde açılan bazı bu zihniyetteki üniversiteler, fakülteler veya medreselerde eğitim gören çocukların en sonunda nasıl bir İslâm imajı çizdiklerini, nasıl bir ürün ortaya koyduklarını hepimiz maalesef üzülerek izliyoruz. 

Bunun yanında tasavvufî İslâm’ın, âriflerin temsil ettiği İslâm’ın maalesef bütün dünya genelinde bir garip olduğunu üzülerek ifade edeyim. Tabiî ki özellikle Anadolu coğrafyasının -Anadolu derken Anadolu’yu sadece bir lokasyon olarak söylemiyorum, bir kültür havzası olarak söylüyorum dolayısıyla buna Rumeli yani Balkan da dâhildir; Rumeli, Balkan bir bütündür- o açıdan Anadolu İslâmının mayasında yer alan, köklerinde yer alan tasavvufî İslâm’ın yani Yûnus Emre’lerin, Hacı Bektaş-ı Velî’lerin, Hacı Bayrâm-ı Velî’lerin, Mevlânâ’ların, on yıl civarında Anadolu’ya gelmiş ve irfanıyla insanları yıkamış, aydınlatmış olan Endülüslü büyük bilge Muhyiddîn İbnü’l Arabî’nin, bunun gibi büyük âriflerin hamurunu kardığı, mayasını çaldığı bir Anadolu İslâm’ının, yani Anadolu sûfî İslâmının hâmisi maalesef pek bulunmamakta. Belki günlük olarak bazı insanlar bununla ilgileniyorlar ama elinden tutup bunu bir resmen âdeta bir hayat, bir dünya görüşü olarak ilân edecek kimseler bulunmamakta. Bunlar içerisinde TÜRKKAD gibi bazı STK’ların yani sivil toplum kuruluşlarının bunun başını çekmesi sadece Türkiye içerisinde değil, bütün dünyada ellerinin uzanabildiği, imkânlarının elverdiği ölçüde işte önce Amerika’da başlayıp daha sonra Çin, ve şu an Japonya’da, Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde “Sufi Studies” yani Ken’an Rifâî Tasavvufî Araştırmaları Merkezi’nin sponsoru olması, (…) hem maddî anlamda hem mânevî anlamda sponsoru olması gerçekten bence tebrike şâyan. Özellikle bu dönemde çok da takdir edilmesi gerekli bir hareket olarak görüyorum. Elinden tutulması, desteklenmesi gerekli bir hareket olarak görüyorum. (…)

Japonya’daki İslâm araştırma(cı)ları uzun yıllar değişik alanlarda çalışmalar yaptılar, nedense tasavvufla ilgileneni çok azdı. Var olanlar da Arap dili ve edebiyatı üzerinden veya Fars dili ve edebiyatı üzerinden ilgileniyorlardı. Ama bu son yeni nesille beraber üçüncü dönem dediğimiz, tasavvuf tarihinin üçüncü periyodu dediğimiz, özellikle şârihler diyebileceğimiz Osmanlı dönemi tasavvuf dünyasıyla ilgilenen, Osmanlı Türkçesi çalışan bazı genç kuşak Japon akademisyenlerin olması bence çok önemli bir nokta.

Çünkü bir İsmail Hakkı Bursevî, bir İsmail Ankaravî Dede, bir Niyâzî-i Mısrî gibi insanların yorumları, şiirleri, bir Yûnus Emre’nin yorumları, şiirleri aslında gerçekten İbnü’l Arabî’ye, Mevlânâ’ya, o çizgiye çok önemli katkı sunacaktır. Bunu maalesef dış dünya bilmiyor çünkü dil problemi var. Yani Türkçeyi bilmiyorlar. Çok az, akademiyada çok az insan Türkçe biliyor. Bilenler yani oryantalistik çalışanlar Arapça ve Farsça bildiği için Türkçeyi ihmal etmişler. Ama bu sayede inşallah ümit ediyorum ki Japonya’da bu vesileyle yeni kuşak nesil ilim adamları Türkçe’ye de önem verecekler.

TÜRKKAD’ın himmetiyle kurulmuş olan Ken’an Rifâî Tasavvufî Araştırmalar Merkezi inşallah burada bir model olur. Çin’deki Pekin Üniversitesi’nde açılanla beraber -ki birbirine çok yakın kültür havzaları bunlar- ümit ederiz ki çok güzel çalışmalar buradan çıkar. Japon öğrenciler burs alırlar ve tez yapmak için artık bizim sahadan, bizim coğrafyadan konular seçerler. Mesela bir İsmail Hakkı Bursevî veya bir Ken’ân Rifâî çalışan Japon ileride çıkar inşallah, ümit ediyoruz. Bu açıdan ben bütün emeği geçen kişilere, maddî ve mânevî katkıda bulunan kimseleri bir kere daha tebrik ediyorum, teşekkürlerimi sunuyorum çünkü çok önemli bir şey yapılıyor. Tasavvufî İslâm’ın akademik düzeyde, ciddi ve ilmî düzeyde elinin tutulması gerekiyordu uzun zamandır. Ben şahsen buna çaba sarf eden birisiyim ama maalesef kısmen başarılı olabiliyordum, bazı sebeplerden olamıyordum. Ama TÜRKKAD güzel bir organizasyon gerçekleştirdi. Ben tekrar tekrar tebrik ediyorum. (…)

Mahmut Erol Kılıç

(Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç – Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi – Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin ardından yapılan röportaj – 8 Mart 2016 )

 

“Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Uzakdoğu’daki Gözümüz, Kulağımız Olacak…”

Kyoto Üniversitesi’nde açılan bu merkezin çok önemli bir adım olduğunu, çok târihî bir adım olduğunu düşünüyorum. Japonya’da neredeyse yüz küsur yıllık bir geçmişi olan İslâmiyat çalışmalarının son otuz-kırk yılında tasavvufî çalışmalar, tasavvuf alanındaki çalışmalar ciddi bir ivme kazandı. Özellikle Izutsu’nun başlattığı bir ilginin devamında olan şimdiki o üçüncü, dördüncü kuşak arasında ciddi bir tasavvuf araştırmacısı grubu birikti, oluştu. Fakat bu sefer bu merkezin burada açılmış olmasının anlamı ve önemi biraz da bu grubu oluşturan üyelerin, bilim adamlarının, araştırmacıların arasında Türkçe bilen birtakım hocaların bulunması. Türkçe biliyorlar, bir kısmı Türkiye’de ciddi bir süre kalmışlar. Osmanlıca okuyabiliyorlar ve Türkçe yazılmış, Osmanlıca yazılmış kaynaklarımıza belli oranda hâkimler. Dolayısıyla sonucun biraz şöyle bir şey olması beklenir ve umulur inşaallah: Japonya’da açılan bu önemli tasavvuf araştırmaları merkezi özellikle Anadolu’daki Türkiye’deki Osmanlı tarihinde üretilmiş olan Türkçe yazılmış tasavvuf kaynaklarının Türkçe dışındaki dillerde tekrar yaşaması, canlanması, ihyâ edilmesi (bakımından) gündeme gelmesini sağlayacaktır kanaatindeyim.

Başka bir önemli tarafı da şu: Özellikle Orta Doğu merkezli tasavvuf araştırmaları veya Hindistan merkezli tasavvuf araştırmaları ciddi bir birikime ulaşmış durumda. Fakat Uzak Doğu’daki tasavvuf araştırmaları konusunda hâlâ kat edilecek çok mesâfe var. Malay Takımadaları, Cava, Endonezya arka planı hatta Çin, Çin’deki Uygur varlığı, Uygur Türkleri’nin varlığı, buralarda da ciddi bir tasavvufî gelenek, birikim var; önemli figürler, akımlar hâlihazırda yaşıyorlar. Fakat bize uzaklığı sebebiyle, yani coğrâfî olarak Türkiye’ye uzaklığı sebebiyle biz buralarla yeterince ilgileniyoruz diyemeyiz. Dil engelleri, coğrâfî engeller vesaire…

Bu merkez aynı zamanda âdeta (…) bir tür Uzak Doğu’daki gözümüz, kulağımız olacaktır kanaatini taşıyorum. Bu açılış süresince, bu geçirdiğimiz birkaç gün boyunca çok kıymetli anlara şâhit olduk. Çok güzel tanışıklıklar, dostluklar edinildi. Cân-ı gönülden koşturan ve hizmet etmek isteyen insanlarla bir arada olduk. Japon arkadaşlarımız arasında da hakikaten çok hevesli, kafasında bir sürü gündemi olan, gündem başlığı olan, birçok projeye başlamak için hevesli bir topluluk gördük. Çok genç olan arkadaşlar var. Meselâ işte burada İmam Birgivî üzerine çalışma yapmış, Abdulganî Nablusî üzerine çalışma yapmış, yapmakta olan, Abdullah Bosnevî üzerine çalışmış, çalışmakta olan gibi -yani çok ilginç bir şekilde burada olmasını beklemediğimiz- birtakım, yani karşılaşmayı beklemediğimiz birtakım başlıkların, projelerin, soruların, sorunların gündemi olduğunu gördük.

Kyoto Üniversitesi’nde sürpriz bir şekilde çok önemli birtakım dersler açılmış. Türkçe dersi var, Osmanlıca dersi var. Bu merkez bu derslerimizi domine edecektir, bu dersleri de daha ileriye taşıyacaktır kanaatindeyim. Osmanlıca dersinde Türkiye’deki birçok sosyal bilimler alanında faaliyet gösteren fakültelerde bile okutulmayan birtakım Osmanlıca metinlerin okutulduğunu gördük. Okutan arkadaşlarla tanıştık. Târih-i Nâimâ’yı okutuyor meselâ. Âşıkpaşazâde Tarihi’ni okutuyor, yani Osmanlıcasını okutuyor, bunu okuyan Japon öğrenciler var. Bu merkez aynı zamanda burada birikmiş olan bu enerjiyi de belli istikāmetlere kanalize edecektir kanaatindeyim. Osmanlıcanın, Türkçenin burada bir kez daha mevcut çalışmaların üzerinde canlanarak yükseleceği kanaatindeyim. Yeni meraklıların doğacağı kanaatindeyim.

Japonca gibi bizim uzak olduğumuz ve tanımadığımız bir dilde üretilen çok önemli tasavvufî birikim var, bilimsel birikim var. Yazılmış makāleler var, yazılmış kitaplar var. Izutsu’nun bizzat kendisinin kitapları ve diğer arkadaşların çalışmaları var. Meselâ bu çalışmalar Türkiye’de tanımadığımız çalışmalar. Bunları tanıma imkânı bulacağız. Izutsu’dan sonra onun bıraktığı yerden devam eden arkadaşların da yaptıkları konusunda fikir sahibi olacağız. Bir de tabiî onlar da bizim çalışmaları tanımış olacaklar. Hâsılı hakikaten çok önemli bir adım, önemli bir başarı. Allah bu teşebbüsü hayırla sonuçlandırsın, muvaffakiyetler versin. Gönül vermiş olan bütün hâdimlerine, hizmet edenlerine Allah sağlık, sıhhat, âfiyetler versin, güç versin. Daha da ileriye taşımak için inşaallah fetih nasip etsin, büyük açılımlar nasip etsin diye duâ ediyoruz.

Ahmet Murat Özel

 

(Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Özel – Yalova Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi – Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin ardından yapılan röportaj – 7 Mart 2016)

 

“Hakikat Boyutuna Dâir Dile Getirilen Her Şey Bütün İnsanlık Âilesini Birbirine Bağlar”

Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi daha önce hem North Carolina’da hem Çin’de açılmış olan tasavvuf araştırmaları ile ilgili kürsülerin Uzakdoğu’daki bir diğer ayağı ve bunun önemi şuradan kaynaklanıyor: Bu merkezin Hem Batı’nın hem Çin medeniyetinin ve diğer önemli bir ayak olan Japon medeniyetinin bizim kadim geleneğimiz olan tasavvuf ile ilgili araştırmalarda bir ev sahipliği yapması… Hem buradaki Orta Doğu çalışmalarına hem de tasavvuf ile ilgili buradaki çalışmalara bir ev sahipliği yapması… Kyoto Üniversitesi çerçevesinde düşünülerek böyle bir girişim başlatıldı. Bu girişimi başlatanlar(la), aslında târihî bir âna tanıklık ediyoruz hep birlikte. 

İslâmî araştırmalarda aslında Japonya’nın yeri biraz eskilere dayanıyor. Bizim jenerasyon bir Japon araştırmacının Kur’an’la ilgili bir çalışmasıyla büyümüştür. O eseri ilk fakülte yıllarında okuduğum zaman Japon bir bilim adamının böyle bir eseri yazmış olmasına bir taraftan hayret etmiştim bir taraftan sevinmiştim. Rahmetle anıyorum kendisini, Toshihiko Izutsu’nun “Kur’ân’da Allah ve İnsan” çalışması bu alanda önemli bir katkı mâhiyetindedir.  (…) Japon kültürüyle şöyle bir bağlantımız var. Tasavvufî gelenekte şöyle bir sözden bahsedilir. “Lâ fetâ illâ Ali ve lâ seyfe illâ zülfikâr.” Ali gibi fetâ, Ali gibi yiğit; Zülfikar gibi kılıç olmaz. İşte o fütüvvet anlayışı, Ahîlik anlayışı Anadolu tasavvufunda, Anadolu insanının üzerinde lonca teşkilâtlarıyla vesâire ciddi hizmetler vermiş tarih boyunca. Biz o fütüvveti, özellikle benim jenerasyonum üzerinden söyleyecek olursak biraz Japon şogunları üzerinden öğrenmiş olduk. O şogunların dirâyeti bize hep fütüvvetnâmelerde anlatılan eline, beline ve diline hâkim olan o insan tipinin bizim kültürümüzdeki bir yansıması gibiydi. Ki fütüvveti Hallâc-ı Mansur üç tane temel kavramdan birisi olarak sayar: “Tevhid, aşk ve fütüvvet” der.

Bu anlamda Japon geleneğinde bir disiplini görüyoruz. Din çok fazla hayatlarında görünmese bile aslında dinin insanlara vermek istediği en temel birinci hedeflerden birisi irâde sahibi, sorumluluk sahibi insan portresidir. Japon insanında buna bir yatkınlık görüyoruz. O yüzden tasavvufa karşı, aslında hem İslâm’a hem tasavvufa karşı (…) kendi kadim geleneklerinden gelen bir yatkınlıktan bahsedebiliriz. İş yapmalarındaki titizlik, gündelik yaşamlarındaki sabır, her yaptıkları işe özen gösterme… (…) Ne yaparsanız yapın, Allah her yapılan işin iyi derecede yapılmasından hoşlanır, bunu sever, diye bir hadis aklıma geldi. Japonlar burada gündelik gezilerimizde de bunu görüyoruz, seyahatimiz esnâsında da, her yaptıkları işe, basit bir yemek dahi olsa son derece özen gösteren bir tutum içindeler. Bu anlamda Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi hem Japonya’nın en eski devlet üniversitesi konumunda olan (…) Kyoto Üniversitesi’nin ev sahipliğinde  (…) Uzakdoğu insanıyla İslâm medeniyetindeki hem tarihte hem günümüzde yapılan çalışmaları koordine etmesi bakımından da önemli bir merkez hüviyetine bürünecektir. 

Tabiî bu tür çalışmaların diğer bir katkısı şu olacaktır yakın ve uzak gelecekte: Günümüzde medeniyetler arası çatışmaların, medeniyetler arası ihtilafların, savaş senaryolarının konuşulduğu günümüzde aslında medeniyetlerin birbirlerini yeterince tanımadığını, bu tanımayışın daha sonra kavram anarşisine, daha sonra bunun bir fiziksel ayrılıklara neden olduğunu görüyoruz. Bu tür enstitüler öncelikli olarak buralarda, mutfakta üretilecek bilgiyi ilim âlemine tanıtacak, bunlar yayınlarla, eserlerle daha kalıcı hâle getirilecek, daha sonra bunlar halkların birbirlerini tanımalarında çok etkili olacaktır. (…) Hakikat boyutuna dâir dile getirilen her şey bütün insanlık âilesini birbirine bağlar diyebiliriz. Enstitünün bu tür çalışmalara büyük katkısı olacağını umuyorum. Hayırlara vesile olmasını diliyorum. Emeği geçen, başta TÜRKKAD ve diğer emeği geçenlerin hepsine buradan şükranlarımı sunuyorum, saygılarımı sunuyorum. 

Osman Nuri Küçük

 

(Doç. Dr. Osman Nuri Küçük – Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü – Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin ardından yapılan röportaj – 7 Mart 2016)

 

Kiraz Ağaçlarının Gölgesinde

Bir senedir öğretmenimi görmek nasip olmadı. Bazen merak ediyorum, Yaradan’ın planı nasıl şekilleniyor; neleri, neden bize nasip ediyor, neleri, neden etmiyor… Biliyorum ki her şey bizim olgunlaşmamız için… Yine de gönül sual etmeden, tefekkür etmeden duramıyor. Japonya’ya yapılan seyahate katılmak nasip olmadı; fakat Kyoto Üniversitesi’ndeki açılış konuşmalarının hepsini internetten izledim.

Japonya benim gördüğüm bütün ülkeler arasında aşkı en çok hissettiğim ülkelerin başında geliyor. Japonya’nın kültürü ile tasavvufî bakış açısının inanılmaz derecede örtüştüğüne, Japon dostlarımız ile ‘özen’ değerinde birleşen bir “edep beraberliğimiz” olduğuna inanıyorum ben. Meselâ ülkenin kırsallarında, kişiler bir odadan çıkarken arkasını dönüp çıkmaz; oralarda, tıpkı bizim ‘dergâh’ adabımızda olduğu gibi, gülümseyerek ve saygıyla öne eğilerek çıkar. Sonra her şeye – herkese değil – ihtimam ile yaklaşır Japon dostlarımız. Kenan Rifâî Hazretleri’nin ayakkabılarına gösterdiği hürmet geliyor aklıma… İnancım odur ki aynı imandan doğan davranış şekilleridir bunlar…

Açılış konuşmalarından en çok muhterem hocamız Mahmut Erol Kılıç Bey’in konuşması beni etkiledi. Zira konuşmasına “zor zamanlardan geçiyoruz” diyerek başladı; gerçekten de öyle…

Türkiye’de vatandaş olmanın, dünyada insan olmanın, Avrupa’da Orta Doğulu; Batı’da Müslüman olmanın çok zor olduğu zamanlardan geçiyoruz.

Tarihe dönüp baktığımızda insanlığın sınandığı her dönemde bizden büyük bir kuvvetin bize –insanlara– bir ders vermeye çalıştığını görüyoruz. Hayatın eğitme anlayışında, önce “cemâl” ile uyarma, olmaz ise “celâl” ile pişirme var. Biz garibanlar ise, bize verilen sembolik ikazları maalesef dünya meşgaleleri arasında, maddiyat peşinde koşarken görmüyor, göremiyoruz. Ancak başımıza bir felâket gelir de, gönül gözümüz açılırsa ‘ne oluyor?’, ‘neden oluyor?’ diyebiliyoruz.

Bütün değerlerimizin yeniden sınava çekildiği zamanlardayız. “Olmaz” dediğimiz şeylerin olduğuna şâhit olduğumuz dönemlerdeyiz. Görevimiz çok ağır ama bir o kadar da güzel. Hayata rağmen Yaradan’a sığınmak, o ne güzel bir fırsattır…

Kyoto Üniversitesi’nde açılan merkezimiz tıpkı ABD’de ve Çin’de açılan kürsülerimiz gibi, iki kültür arasında köprü kurmak amaçlı. Karşılıklı görüş alışverişi yapmak, önyargıları yıkmak, korkuları yenmek ve sevmek amaçlı… Cân-ı gönülden dilerim ki, inşaallah bir kürsümüz de Avrupa’da kurulsun. Dünyanın buna ihtiyacı var; hem Batılı dostlarımızın, hem Doğulu dostlarımızın buna ihtiyacı var. Müslüman kardeşlerimizin buna ihtiyacı var; ben böyle iman ediyorum.

Bir ummana dalmış gidiyoruz. İslâm’ın iki kanadından biri maalesef kırılmış. Çalışmamız, çok çalışmamız gerek! Çalışıp kanatlarımızdan birini tamir etmemiz, hakikati bizzat hayatımıza yeniden yerleştirmemiz gerek. Bunun için de bir yandan kendi nefsimizi ‘adam’ etmeye çalışırken bir yandan da kürsüler kurup bizden ‘farklı’ insanlara ulaşmamız gerek. Allah nasip etsin inşaallah…