Pekin Üniversitesi’nde yapılan İslâm ve Çin Medeniyeti Sempozyumu’na katılarak tebliğ sunan akademisyenler ile kısa röportajlar yaparak sempozyum ve düşündürdüklerine dâir görüşlerini ve değerlendirmelerini alma imkânı bulduk. Bu röportajları sizlerle paylaşıyoruz.
Tu Weiming (Çin/ Pekin Üniversitesi İleri Beşerî Bilimler Enstitüsü): 2001 senesinden beri medeniyetler arası diyalog konusuyla derinden bir ilişkim oldu. Hattâ İslâm ve Konfüçyüs diyaloğu ile ilgili ilk büyük toplantımızı Malezya’da, Kuala Lumpur’da 1995 senesinde yaptık. Fakat bundan önce Cambridge’de bir toplantı yapmıştık. Bunun Çin’de de sürdürülmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında Çin’deki Konfüçyüs ve İslâm diyaloğu, bundan 15-16 sene önce başladı. Ancak bu diyalog sadece mutlak bir gereklilik arzetmekle kalmıyor. Bu, sonunda inşaallah bir diyalog medeniyetini başlatacak bir harekettir. TÜRKKAD’ın Çin’de özellikle tasavvufî bir bakışaçısı taşıyan bir İslâmî Çalışmalar kürsüsü kurulması konusundaki katkılarıyla birlikte, şu anda burada dinin sadece yüzeysel bir incelemesi değil, derinlerdeki ruhu hakkında bir inceleme yapılması sözkonusu oluyor. Başlarda sadece sınırlı sayıda kişiye ulaşılabiliyordu fakat bu, yalnızca hoşgörü, birbirini kabul etme, saygı ve karşılıklı öğrenme anlamında değil, aynı zamanda karşılıklı atıflaşma (birbirine referans verme) anlamında da ileride daha da gelişecektir. Artık farklılıkların kutlanmasının zamanının geldiğini düşünüyorum. Farklılık, âhenk için bir önşarttır. Yüzeyde benim için çok büyük farklılık arz eden bir şeyi anlamaya çalışmak anlamına gelen İslâm dinini öğrenmek, benim kendi Konfüçyüs geleneğimi daha geniş bir bağlamda anlamama yarayan bir tecrübe oluyor.
Çin’de Çince konuşan Müslümanlar olan Hui’ler var. Bundan başka sadece Çince konuşan değil, Çince konuşmayan Müslümanlar da var; örneğin Şincan’daki Uygurlar… Ama bundan da büyük olan İslâm dünyası var. Bazı klasik Çinli Müslüman düşünürler, ikili bir süreç kullanmışlardır. Önce, Çinli bir entelektüel topluluğa, Çin elitine İslâm’ı tanıtıyorlardı. Yani Müslümanların sadece yaşayışlarını değil, Çin kültürünün bir parçası olarak onların dinî anlayışlarını da anlamaya çalışıyorlardı. Daha sonra da Çin’i daha büyük kitlelere, İslâm dünyasına tanıtmaya çalıştılar. 18. yüzyılda bu çabanın kıymeti çok iyi anlaşılmamış olsa da, şu anda 19. yüzyıldan önce ve 18. yüzyılda yapılanların önemi daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır. Şimdi ise Budizm, Konfüçyüsçülük ve Taoizm hakkındaki felsefî ve mânevî tefekkürün canlanmasıyla ve bunlara İslâm ve Hristiyanlık’ın da eklenmesiyle birlikte bu beş din, Çin’in kendisini anlamasında oldukça merkezî bir hâl aldı. Sonuç olarak bu katkı, gerçekten takdire şâyân.
Gholamreza Aavani (İran/ Pekin Üniversitesi Kenan Rifâî İslâm Araştırmaları Kürsüsü Eski Öğretim Üyesi): Çok iyi bir konferans oldu. Çok iyi ve çok gerekliydi çünkü bugün İslâm ve diğer medeniyetlerin diyaloğuna çok ihtiyacımız var. Tabiî ki Çin çok önemli. Çünkü hem Çin çok büyük bir medeniyet ve geleneksel olarak İslâm’la çok iyi ilişkileri olmuş hem de burada yaşayan çok sayıda müslüman var. Burada kendilerince bir hayat kurup yaşamlarına devam etmek istiyorlar. (…) Bu iki gün boyunca konunun târihî, kültürel, siyâsî, etnik vb. boyutları hakkında hârika tebliğler sunuldu ve çok iyi tartışmalar yapıldı. İki ya da üç oturum sonunda bir saati aşan tartışmalar yapıldı ve katılımcılar ve dinleyiciler akademisyen oldukları için çok hareketli ve güzeldi. İyi sonuçlar çıkarıldığını düşünüyorum. Eğer bu tebliğler yayınlanabilirse çok iyi bir hizmet olur ve ümit ediyorum, başka açılardan da fayda sağlanabilmesi için gelecekte de bu çalışmalar devam eder.
Şu an müslümanlar için önemli olan, gerçek İslâm’ın tanıtılmasıdır. Tabiî ki İslâm çok eski bir din. Fakat bizler yeni bir çağdayız ve her şey çok değişti. İslâm’ı olduğu gibi tanıtmalıyız. İslâm bugün çok gereklidir. Bu herkesi müslüman yapmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Bu mümkün değil. Bu tüm lisanları tek bir dil haline getirmek gibi bir şey… Çünkü bu dünyada sadece Allah birdir. İki tane Tanrı yoktur. Fakat bu dünya çokluklar dünyasıdır. Birçok dil, renk ve çeşit var. Varlığın güzelliği buradadır; çoklukta… Dinlerin çokluğu sözkonusudur, fakat “dikey” bir İslâm var: “el-İslam”. Bu Allah indindeki dindir, bizim indimizdeki değil…. Bu, Peygamber tarafından tebliğ edilmiştir. Allah indindeki din bizim indimizdeki dinden farklıdır. Bizim atalarımızın farklı inançları oldu, onlar çok büyük insanlardı. Fakat büyük insanların büyük hatâları olur. Biz hatâları tekrar etmemeliyiz. Meselâ tekfîr (bir kimsenin kâfir olduğuna hükmetme) . İslâm’da tekfîr yoktur. (…) İslâm herkesin müslüman olmasını beklemez. Bu mümkün değil. (…) Kur’an’da tüm peygamberlere iman şarttır. Bu yüzden İslâm’a göre tüm dinler barış içinde yaşar. (…) İslâm kadar diğer dinlere hoşgörülü başka bir medeniyet bulamazsınız.
Kristian Petersen (Amerika Birleşik Devletleri): Bu diyalogların olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi Çin’de İslâm lâyık olduğu şekilde araştırılmamış. Bugün Çin’de 20 ilâ 30 milyon müslüman yaşıyor. Bu birçok Ortadoğu ülkesi nüfusundan fazla. Çin’de ne olup bittiğiyle ilgilenmemek, İslâm hakkında sadece Ortadoğu perspektifinden bir fikir geliştirmek anlamına gelir. Çin’de ne olduğunu göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tip konferanslar beynelmilel akademisyenleri diyalog için biraraya getirmesi açısından çok güzel. Çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Muhammed Hassan Khalil (Amerika Birleşik Devletleri): Çok güzel bir konferans olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz, insanlar, Çinli müslümanlar ya da Çin’de İslâm hakkında pek düşünmüyorlar. Burada Çin’de zengin bir İslâm tarihi ve zengin bir müslüman topluluğu olduğunu görüyoruz. “Medeniyetler çatışması” kavramı hakkında söylenenleri biliyorsunuzdur. Dünya hakkında basit bir yaklaşım olan “siyah ya da beyaz” görüşü ile mücadele edebilmek için bu tür programlara ihtiyacımız var. Sonuçta çok güzel bir konferans oldu.
Osman Nuri Küçük (Türkiye): Öncelikle bu konferans köklü iki medeniyetin birbirlerini daha yakından tanıması, birbirlerini daha yakından görmesi, gelecekte uzlaşı zeminlerine zemin hazırlaması bakımından önemli bir girişim. Çin tabiî doğunun medeniyet kuşaklarından, kavşaklarından birisi. Kadim bir gelenek. Bunun özellikle bizim kültürümüzde, İslâm tasavvufuyla derinden alâkası, yakından bağlantısı var. M.Ö. 2000`li yıllarda yaşamış olan Lao Tzu`nun İbni Arabî ile yapılan mukayeseli çalışmalarda hemen hemen aynı şeyleri farklı kelimelerle söyledikleri, “rivâyet muhtelif, amma mânâ bir” dedikleri türden yaklaşımların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu anlamda, özellikle günümüzde medeniyetler çatışmasından söz edilen bir ortamda bu çatışmanın en ciddi sac ayaklarından birisini medeniyetlerin birbirini tanımamasının oluşturduğunu ve bu tanımamazlıktan kaynaklanan kültürel farklılıkların daha sonra gönül düşmanlıklarını ve peşinden siyasal ve kültürel farklılıkları getirdiğini görüyoruz. Meşhur bir söz var bildiğiniz gibi: “İnsan bilmediğinin, tanımadığının düşmanıdır.” Kültürler arasındaki bu uzlaşının ilk yolu kültürlerin birbirlerini tanıması. O yüzden yine bu topraklara ait olan, Çin medeniyetine ait olan Konfüçyüs’e sorulur, “Üstad, eğer imkânınız olsa neyi düzeltirdiniz?” diye. Müridleri, öğrencileri, etrafındaki insanlar daha iddialı cümleler beklerken, Konfüçyüs’ün söylediği şu olur: “Dili, lisanı düzeltirim.” “Neden?” diye sorduklarında, Konfüçyüs şu cevabı verir: “Eğer lisan doğru konuşulmaz ise, bir nesil yaşadıklarını diğer nesle doğru aktaramaz ve insanlar arasında karmaşa yaşanır.”
Bugün üçüncü dünya ülkeleri diye nitelenen ülkeler arasında da (belki ekonomik olarak gelişmiş ülkeler arasında da) en temel sorunun “kavram kargaşası” denilen sorun olduğunu söyleyebiliriz. Yani, insanlar arasında yeterince iletişim kurulamıyor. Dile dayalı iletişim bile kurulamıyor ki, mistik geleneklerde bunun daha ötesinde bir iletişim türünden daha bahsedilir. Bu, gönüle dayalı iletişim türüdür. Hz. Mevlânâ bunun, yani gönül dilinin, sadece işaret dilini, yazı dilini ve beden dilini kullanan normal iletişime göre binlerce kat daha güçlü olduğunu söyler. Dolayısıyla, bu sempozyumun bu gönül diline atılan önemli bir zemin ve tuğla olduğu, önemli bir sac ayağı oluşturduğu kanaatindeyim. İnşaallah bu sac ayağı ve bu zemin, ileride yapılacak başka çalışmalarla gelişerek, serpilerek devam eder. (…)
Semih Ceyhan (Türkiye): 2006 yılından itibaren TÜRKKAD’ın düzenlemiş olduğu başarılı organizasyonlardan bir yenisine daha şâhit olduk, Türkiye’den oldukça uzak bir ülke olan Çin’de… Tabiî bu başarının arkasında, Pekin Üniversitesi’ne bağlı başında Profesör Tu Weiming’in olduğu İleri Beşerî Bilimler Enstitüsü’nün (IAHS) de katkılarını göz ardı etmemek lâzım. Organizasyon çok başarılıydı. Bu sebeple bütün TÜRKKAD mensuplarına ve Pekin Üniversitesi’nden bu organizasyonda emeği geçen bütün yetkililere teşekkür etmeyi bir borç telâkki ederim.
Her aşamada -sempozyumun öncesinde, hazırlık aşamasında, sempozyum süresince ve sempozyum sonrasındaki aktivitelerde- herkes elinden geldiğince çok yakın bir ilgi gösterdi. Tabiî bu bir konu olarak, İngilizce’de “Comparative Studies” dediğimiz yani İslâm ve Çin medeniyetlerinin karşılaştırmasını esas alan bir alan. Çok geniş bir alan. Başka teşkilâtlar da bildiğim kadarıyla Türkiye’de buna dâir başka organizasyonlar yaptılar. Bu sempozyumu bir altyapı çalışması olarak değerlendirmek lâzım. Sempozyum olarak bırakmamak lâzım. Bunun üzerine bir şeyler inşâ etmenin gerekli olduğu kanaatindeyim. (…). Bu Çin’de gerçekleştirilmiş bir organizasyon. Belki bunun bir ayağı da, -Türkiye’deki ilgililerin, gerek akademik çevrelerden gerekse de ilgili kesimin ilgisini çekecek şekilde, yine aynı başlıkta da olabilir farklı bir başlıkta da olabilir- yine İslâm ve Çin medeniyetlerini karşılaştırıcı, Türk halkınının bilgilendirilmesine, aydınlatılmasına yönelik bir faaliyet olarak gerçekleştirilebilir. Böylelikle, İslâm ve Çin arasında, tasavvuf ve irfan temelinde bir köprü oluşturulmaya çalışılabilir. Tasavvufî İslâm anlayışının, irfan anlayışının çok önemli bir motor güç olduğu kanaatindeyim. Bunun üzerinde çok durmak lâzım. Buradan bir açılım sağlamak lâzım. (…)
- asırda Çin Tasavvufu yani Çinlilerin ortaya koyduğu tasavvuf literatürüne baktığımızda, bizim de, yani Türk insanının da yakından tanıdığı Abdurrahman Câmî gibi, onun Leva’ih’i gibi eserler tercüme ediliyor. Yani, ortak noktalarımız var. (…) Yani Tasavvuf tarihi açısından, İslâm Tarihi açısından bu ortak noktalar üzerinde daha fazla durmak lâzım. Meselâ bu konuda yayın faaliyetleri de yapılabilir. TÜRKKAD’ın yayın faaliyetleri de var; bu çerçevede meselâ Tu Weiming’in, Sachiko Murata’nın ve William Chittick’in hazırladıkları, “Liu Zhi” üzerine bir İngilizce kitap var. “Liu Zhi” 17. asırda Çince’de tasavvuf üzerine çok önemli eserler üretmiş bir sûfîdir. Tu Weiming, William Chittick, Sachiko Murata’nın hazırladığı bu İngilizce eser Türkçeye kazandırılabilir. Bunun dışında yine Murata’nın “The Tao of İslam” eseri tercüme edilebilir. Yani bu yayın faaliyetleri genişletilebilir. Şunu söylemek istiyorum, İslâm ve Çin medeniyeti arasındaki bizim en ortak bağlantı noktamız olan sûfî İslâm anlayışı üzerinden, o irfânî anlayıştaki o sinir uçlarına dokunarak bunu geliştirmek lâzım. Bu daha sonra yavaş yavaş gelişir. Bunu sahiplenen başka kurumlar da olabilir. İşte atölye çalışmalarına dönebilir, daha akademik faaliyetlere de dönebilir, popüler faaliyetlere de dönebilir… Böylelikle, yani biz şu gerçeği gayet iyi biliyoruz ki, İslâm’ın gerek Batı’da gerek Doğu’da intişârında, yayılmasında sûfîlerin çok büyük bir önemi, rolü olmuştur. Bu rolü dâimâ gündeme getirmek lâzım. İnşaallah yakın ve uzak vâdede -Çin’de olur, başka topraklarda olur, Afrika’yı önemsemek lâzım mesela… Afrika çok münbit alandır. Çok ihmal edilmiş bir alandır. Yani aynı Uzakdoğu gibi… Onun üzerine de çeşitli faaliyetler yapılabilir. Yani inşaallah bunların çok bereketli sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim. Bunun için gönülle, muhabbetle, vicdanla, ciddiyetle bu işlerin üzerine eğilmek lâzım. Muhakkak sonuç verecektir. (…)
Ekrem Demirli (Türkiye): Doğrusu ilk kez bu tarz bir organizasyona şâhit oluyorum. Yani genellikle yurtdışına akademik toplantılara gidiyoruz fakat Türkiye’den bir kurumun yurtdışındaki bir kurumla irtibatlı olarak organize ettiği böyle bir konferansa ilk kez katılmış oluyoruz. Muhtemelen Türkiye için de nâdir örneklerden birisi olabilir; kendi alanımızla ilgili söylüyorum. Bu bakımdan ilk başta bazı endişelerim vardı doğrusu, ancak organizasyon çok güzel oldu, çok başarılı yapıldı. (…)
Şunu açıkça ifade etmek lâzım: Bence akademik düzeyi çok yüksek bir toplantı oldu. Gerek Türkiye’den ve Amerika’dan, yurtdışından gelen hocalar, gerek Çin’den katılanlar bence çok güzel konuşmalar yaptılar, çok iyi değerlendirmeler yaptılar. Bir konu bütünlüğü oluştu. İlk kez Türkiye ve Çin arasında ya da İslâm ve Çin arasında ilk kez bu tür bir karşılaştırma yapıldı. Bu çok önemli bir şeydir. Yani bir şeyin ilk olması ve bu seviyede yapılması, gerçekten büyük bir başarıdır. Bu bakımdan bence –şahsen kendi adıma söyleyeyim- beklentimin çok üzerinde bir toplantı oldu. Bunu açık yüreklilikle söylemek istiyorum. Muhtemelen Türkiye’de de bu kanaatimi paylaşacağım. Bu açıdan TÜRKKAD yetkililerini –başta Cemâlnur Hanım olmak üzere- bütün arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Çok başarılı bir iş yaptılar. Katılan bilim adamlarını, tebliğcileri tebrik ediyorum; çok başarılı bir çalışma yaptılar. Bu, tabiî çok önemli bir başlangıç noktası; bunun arkasının gelmesi çok önemli… Gerçekten Çin’de Pekin Üniversitesi’ne bir birim açmak kolay bir şey değil tabiî. Bunun arkasının gelmesi lâzım. Kayıtlara geçmesi açısından, birkaç hususa değinmek istiyorum. Birincisi, burada görev alacak hocaların, burada çalışma yapacak kişilerin çok iyi planlanması, çok iyi hazırlanması gerekiyor. Büyük emeklerle bir şey yapılıyorsa bunun verimli olması açısından bu çok önemli bir sorun gibi geliyor bana. Hepimize bir görev düşüyor. (…)