Dost
…Tasavvufun inandığı hürriyet, nefsin kin, kibir, yalan, gösteriş, menfaat, benlik gibi insanı hayvanlaştıran esâretinden kurtulması olduğuna göre, velîlerin gayesi, âdemoğlunu, cemiyetin hür adamı yapmaktır.
Zîra kendileri hürdürler. Üstelik, dünya sevgisi ile bağlı olmadıkları için, dünya ehlinden de korkuları yoktur.
Bu hikmet, irfan, îman ve aşk merkezleri, bizâtihi hâmil oldukları değerleri ücretsiz ve karşılıksız olarak etraflarına dağıta dağıta, sâkin âlemleri içinde yaşarlar. Asırlar asırları tâkip etse de, kütleye adadıkları varlıkları ile, kâh gizli, kâh âşikâr, etraflarına huzur getirmekte kıyâmete kadar devam eyleyeceklerdir.
Kendileri için doğmamış, kendileri için yaşamamış bu uluları, ne yazık ki bugün körebe şaşkınlığı içine düşmüş dünya fark etmeyecek bir gaflet içindedir. Kimbilir, daha ne kadar zaman kollayıp aramayı da düşünemeyecektir.
Halbuki yaratılış âlemi içinde tecellîleri eksiksiz olan Allah, evliyâsını eksik eder mi? Yeter ki kütle uyansın ve gene bu merkezlerin etraflarında kurtuluşunu aramak ihtiyâcını duysun. Arayıcı olan, elbette bir gün bulucu da olur.
***
İşte XX. asrı şereflendiren bir kütle fedâîsi, bir rehber Ken’an Rifâî’dir.
İlâhî irâdenin, insanoğluna bir armağan olarak göndermiş olduğu Ken’an Rifâî’yi, anlatmak isteyenin, mazgaldan ufku gözleyebildiği kadar seyreden bir nöbetçiden farkı yoktur.
Niçin mi?
Kulaçlamakla sonsuzluğuna erişilemeyecek bu ihlâs ve samîmiyet âbidesi, insan idrâkinin zorlukla kavrayacağı bir hayır ve sevgi hazînesini akılları durduracak ölçüde etrâfına saçtığı için, anlatılması ve anlaşılması güç, belki de muhaldir.
İlmine, fazlına, fazîletine, maddî- mânevî asâletine rağmen, bu iddiasız, sâde, şatafatsız büyük velî, kendisine ilticâ edenlerin, maddî-mânevî yardım bekleyenlerin ellerini boş çevirmemiş, almadan vermiş, fegâgatini, tevâzuunu, vefâsını, sabrını, merhametini, adâletini, eksiksiz bir insanlık tablosu içinde toplayarak etrâfına sunmuştur.
Öğrettiği, tâlim ve tedris ettiği iyilikleri ve güzellikleri nazarî ve katı üniformalar içinde bırakmamış, onları yaşayarak etrâfına göstermiştir.
“Hakîkatle mağlûp edilmekten üstün bir zevkim yoktur” demişse, muhâtabının doğru bulduğu fikrini derhal kabul etmekte bir an tereddüt etmemiştir.
Kezâ, “Ben yalan söylüyor muyum? Ben dedikodu ve gıybet ediyor muyum? Ben kalp kırıyor muyum? Ben kin tutuyor, kibir ediyor muyum? Eğer bunları yapıyorsam, size de bol bol izin! Amma beni hocanız bilmişseniz, bende olmayan sıfatlarda konaklamanız, üstünüzdeki mânevî hakkımı red etmek olmaz mı?” demiştir.
Evet, hiçbir söz ve nasîhat, hayâtının hesâbını bu derece cesâretle ve açık alına veren bir mürebbînin beyânı kadar tesirli olamaz.
İşte Ken’an Rifâî, söylediğini işleyen, tâlim ettiğini tatbik eden, fiilleri ile fikirlerine ihânet eylemeyen bir kahraman olduğu için, dâvâsında muvaffak olmuş ve böylece de etrâfı, sevgi, îman ve vatan aşkını aksiyon hâline getirmiş seçkin bir kadro ile dolup taşmıştır.
Bir gün “Sizin hakkınızı nasıl ödeyelim?” yollu sorulan bir suâle, tereddütsüz şu cevâbı vermiştir: “Yolumdan gelin, hepsi o kadar..”
İşte böylece de, yalnız sual sâhibine değil, bütün yakınlarına, hiç kimseden ihsan ve âtıfet beklememiş olan bir ulu kişinin prensibini açıklamış, karşılığını vermiştir.
(Sâmiha Ayverdi, Dost, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2007, s. 12-13)
Sâmiha Ayverdi
Son Yazıları: Sâmiha Ayverdi (Profiline git)
- BİRLİK - 23 Ağustos 2016
- AHMED ER-RİFÂÎ HAZRETLERİ’NDEN… - 23 Ağustos 2016
- MÂNEVÎ HAZİNENİN ANAHTARI - 23 Ağustos 2016
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!