“BİR OLASIN BİR İLE, VAR OLASIN VAR İLE”: HZ. ÜFTÂDE ve ŞİİRLERİNDE TEVHİD ANLAYIŞI

Anadolu tasavvuf tarihinin zirve şahsiyetlerinden biri olan Hazret-i Üftâde’nin tevhid anlayışı, özellikle de tevhidi yaşayış şekli, sadece yaşadığı dönemde değil, 21. yüzyılın dünyasında da geçerli ve çağdaş insanın huzur arayışında rehber olacak niteliktedir. Bu anlayışı, oldukça basit ve kolay anlaşılabilir şekilde kaleme aldığı şiirlerinde incelemek mümkündür.  

Asıl adı Mehmet Muhyiddin olan, büyük Osmanlı Türk mutasavvıflarından Hz. Üftâde 1490 – 1580 yılları arasında Bursa’da yaşamıştır. On altı yaşında Bursa Ulucâmii’nde müezzinliğe başlamış, çeşitli câmilerde imamlık yapmış ve hitabette bulunmuştur. Halkın ısrarı ve Emîr Sultan Hazretleri’nin keşfî ricâsı üzerine Emir Sultan Câmii hatipliğini kabul etmiş, ömrünün sonuna kadar bu görevi sürdürmüştür. Ulucâmi ve Doğanbey câmilerinde yaptığı hizmete karşılık aldığı ücret yüzünden rüyâsında “mertebenden üftâde” oldun (düştün)” uyarısını almış ve kendisi için “Üftâde” lakabını benimsemiştir.

Eserlerini bu mahlâs ile kaleme almıştır. Şiirlerinin yer aldığı Dîvan adlı eseri, Paul Ballanfat tarafından Le Divan Hazret-i Pir Üftâde adıyla Fransızcaya çevrilmiş, daha sonra bu çeviri The Nightingale in the Garden of Lover adıyla İngilizce’ye de aktarılmıştır. Henüz gençken şiir yazmaya başlayan Hz. Üftâde tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tasavvuf gibi ilim dallarına da hâkimdir. Kütüphanesinde İmam Gazzâlî, İbn-i Arabî, Sadreddin Konevî gibi büyük zatların eserlerinin bulunduğu bilinmektedir. Tıp bilgisi de olan Hz. Üftâde’nin Vâkıât adlı eserinden anlaşıldığına göre, hastalıkların teşhisinde ve tedavilerinde başarılı sonuçlar elde etmiştir.

Kaynaklarda ağır başlı, her hali ile güven veren, yüzünde devamlı tebessümü olan bir kişi olarak tasvir edilen Üftâde Hazretleri tasavvufî eğitimini, Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin halifelerinden olan Şeyhi Hızır Dede’den almıştır. Mesnevî’den nakil yapabilecek kadar Farsça’ya da hâkim olan Hz. Üftâde’nin mürşidinin vefâtından sonra İbnü’l Arabî’nin ruhâniyetinden de Üveysî tarik ile yararlanmış olduğu söylenmektedir.

Hz. Üftâde’nin yetiştirdiği öğrencilerin en ünlülerinden biri, dönemin Bursa kadısı olan, Celvetiyye Pîri Azîz Mahmûd Hüdâyî’dir. Halvetiyye; Hızır Dede, Hazreti Üftâde ve öğrencisi Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri yolu ile Celvetiyye ismini alarak devam etmiştir. Üftâde Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin şeyhi olması sebebi ile Celvetiyye’nin pîrleri arasında sayılır. Hz. Üftâde, Celvetiyye’nin adını aldığı “celvet”in özünde tevhidi görmektedir. “Celvet” prensibini, hayatı boyunca toplumla iç içe olarak bizzat yaşamıştır. Müezzinlik, imamlık ve irşad hizmetleri de buna vesîle olmuştur.

Halvet, tasavvuf ilmi kapsamında, insanın yaratılmışlardan uzaklaşarak Hak ile yalnız kalması anlamına gelmektedir. Celvet ise “kulun ilâhî sıfatlarla donanmış olarak halvetten çıkması” anlamını taşır. Bazı mutasavvıflar halveti, Hz. Peygamber’in Hira mağarasındaki inzivâ dönemine, celveti ise, peygamberlikle görevlendirildikten sonra halkın arasına karışmasına benzeterek yorumlamaktadırlar. Vâkıât’ında bununla ilgili şu açıklamasına yer verilmiştir: “Hakka vâsıl olan halka inmezse irşada kâdir olmaz, zira, ne kendini görür ne de başkalarını… İnsanları ikinci ve gerçek rüşde erdirme kabiliyeti olan irşad adamının Hakk’a erdikten sonra halka dönmesi gerekir. Hakka erdikten sonra halka inmek terfi ve terakkiye engel değildir.(V.21)

Hz. Üftâde’nin Dîvan’ında yer alan şiirlerinde sıkça ele alınan tevhid kavramı, kelime anlamı ile birkaç şeyi bir araya getirip birleştirmek anlamına gelmektedir. Tasavvuf literatüründe ise, genellikle kullanıldığı şekli ile Allah’ın birliğine inanmak, tek olduğunu kabul etmek anlamına gelmektedir. Ayrıca yine bu kaynaklarda ele alındığı kapsamı ile Allah’ın varlıktaki birliği olarak özetlenebilir. Bu tevhid anlayışını 20. yüzyıla taşıyan çağdaş Türk mutasavvıfı Kenan Rifâî (ö. 1329/1950) bunu parmakları bir araya toplayarak yapılan, güzeli simgeleyen hareket ile açıklamaktadır. Ona göre güzel anlamına gelen bu hareket, uzun ve kısa parmakların bir arada oluşuyla sağlanmaktadır. “Lâ İlâhe İllallah” zikri de Allah’ı tevhid etmek anlamına gelmektedir. Tasavvufî kaynaklarda organların, hatta kişiyi kişi yapan tüm benliğinin, tüm varlığın Allah’ı zikretmesi, “Lâ İlâhe İllallah” demesi gibi anlamları da vardır. Bu zikirden maksat, hâl olarak da tevhid ehli olabilmek, tevhidi idrak edebilmektir. Hz. Üftâde’nin bu konudaki görüşüne Vâkıât’ta da şu şekilde yer verilmiştir: “…Lâ İlâhe İllâllah kavli, hakikat tevhidinin kapısıdır, onun delilidir. Hakikat tevhidini yaşayan insan, her şeyi kendi ile birlenmiş görür…

Zikri, tevhide ulaşmanın yollarından biri olarak gören Hz. Üftâde’nin “Zikir” adlı şiirinde bu anlayışı ve zikre verdiği önem gözlemlenebilir. Şiirde zikrin gönüllere parlaklık verdiğinden, Zikir ile Allah’a erilebileceğinden bahsedilmektedir. Fenâ ve bekā kavramlarına da yer verilmiştir. Fenâ yok olmak, bekā ise var olmak anlamına gelir. Üftâde Hazretlerinin bu şiirinde zikir ile fenâdan bekāya ulaşabileceği anlatılmaktadır. Mutasavvıflar bu kavramları kötü davranışlardan uzak, ilimle dolu olmak, gafletten fânî, zikirle bâkî olmak anlamlarında da yorumlamışlardır. Muhyiddin İbn Arabî (ö. 638/1240) de fenâyı kulun varlığını görmekten fânî olması, bekâyı da bütün hükümlerde Allah’ı müşahede etmesi olarak yorumlamıştır.

Hz. Üftâde’nin şiirleri incelendiğinde tevhid anlayışını şathiyeden uzak, büyük bir edep hâli ile, zühd ve takvânın ön planda olduğu bir yapı içerisinde işlediği görülebilir. Vahdet-i vücud, mârifet ve hakikat ile ilgili konular da eserlerinde şeriatın hudutlarını zorlamayacak şekilde zuhur etmiştir. Şiirlerinde bu kavramlardan açıkça bahsetmez, şathiyeden uzak bir şekilde ele alır. Örneğin “Bir Olasın Bir İle” adlı şiiri vahdet-i vücud düşüncesine göndermeler içerir, ancak bunu bu kavramlardan açıkça bahsederek yapmaz, şathiyeden uzak bir şekilde ele alır. Bu bakış açısı ile edebe de büyük önem verdiği anlaşılmaktadır.

Sûfiler edebi bâtın ve zâhir olarak iki bölümde incelemişlerdir. Bâtınî edeb Kenân Rifâî Hazretlerinin açıklaması ile “her yerde ve her şeyde Hakk’ı görme derecesine erişmek” anlamına gelmektedir. Zâhirî edep ise şeriatın emir ve yasaklarını yerine getirmek anlamına gelmektedir. Hz. Üftâde için zâhirî edeb de ön plandadır. “Dost Cemâli” adlı şiiri, tevhid anlayışının zâhirî yansımasına örnek olarak verilebilir. Şiirde Hakk’ın cemâlini isteyenlerin şeriat üzere olması gerektiği açıkça belirtilmiştir. Sırası ile İslâm’ın beş şartı olan kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât ve hac ibâdetlerinden bahsedilmektedir. Sünnete uymak, zikir ve duâ etmek işlenen diğer kavramlar arasındadır.

Hz. Üftâde’nin şiirlerindeki tevhid anlayışının, celvet anlayışının bir yansıması olduğu görülmektedir. Ayağına kadar gelen pÂdişahlar olmasına rağmen, kendine “üftâde” lakabını veren ve eserlerinde bu mahlâsı kullanan Üftâde Hazretleri’nin tevhid anlayışı, sadece yaşadığı dönemin insanlarına değil, huzuru bulmak için farklı yollar arayan çağdaş insana, huzura giden yolu göstermektedir. Celvet anlayışını ön planda tutan Hz. Üftâde, her zaman halkla beraber olmuş, tevhidi halvette değil, celvette bulmayı önermiştir. Bu anlayış kendini merkeze koyan, benmerkezci ve her geçen gün daha da bireyselleşen, toplumdan ve sosyal hayattan çeşitli sebeplerle uzaklaşan çağdaş insana kendinden “fânî” olmayı, halkta Hak ile “bâkî” olmayı öğütler. Şiirlerinde tevhide ulaşmak için en iyi yollardan birinin zikir olduğu vurgulanır. Zikir; hâl ve kalp ile “Lâ İlâhe İllâllah” diyebilmektir. Bu anlayış başına en ufak kötü bir olay geldiğinde yıkılan, depresyondan çıkamayan, bir türlü mutluluk ve huzuru bulamayan 21. yüzyıl insanına, kötülükteki iyiliği görmeyi, birlikteki güzelliği idrak edebilmeyi öğütler. Şiirlerindeki bu vahdet anlayışı ile, vahdet-i vücud gibi kavramlar da işlenmiş ancak bunlar büyük bir titizlik içinde, büyük bir edep hali içinde aktarılmıştır. Hakikat hakkında ipuçları verirken bile, edep sınırları içinde hareket ederek, edebin önemini vurgular. Kenan Rifâî’nin de söylediği gibi “huzur, huzurda olmak” anlamına gelmektedir, “huzura götüren en güzel vâsıta da edeptir.”

KAYNAKÇA

Abdurrahman Yünal, Menâkıb-ı Üftâde, (Bursa: Celvet Yayınları 1996), s.38.

Arzu Eylül Yalçınkaya, Cemâlnur Sargut Sohbetler, (İstanbul: Nefes Yayınevi 2013)

Bedia Dikel, İsmail Hakkı Bursevî Kitab’ül Hitab, (İstanbul: Divan Matbaacılık 1976)

Hasan Kâmil Yılmaz, “Celvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, (İstanbul: İSAM Yayınları, 2015), s.929-973.

İlhan Yardımcı, Hak âşığı Hazret-i Üftâde, (İstanbul: Sinan Yayınları 1980)

Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Kubbealtı Lugatı İnternet Sayfası, http://www.lugatim.com

Mahmud Erol Kılıç, İbnü’l-Arabî, (Ankara: İsam Yayınları 2015)

Mevlüt Özler, “Tevhid”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt:XLI (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, 2012), ss. 18-20.

Mustafa Bahadıroğlu, Üftâde Divanı, (İstanbul: Semeerkand Basım Yayın Dağıtım A.Ş. 2011)

Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, (İstanbul: Dergâh Yayınları 2014)

Mustafa Özdamar, Mehmed Muhyiddin Üftâde, (İstanbul: Kırkkandil Yayınları 2005)

Nihat Azamat, “Üftâde”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt:XLII (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, 2003), s.282-283.

Sâmiha Ayverdi vd., Ken’an Rifâi ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık (İstanbul: Kubbealtı İktisâdî İşletmesi 2014)

Süleyman Uludağ, “Celvet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: VII (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı 1993), s.273.

Uzaktaki Yakin” Uluslararası Hz. Üftâde Sempozyumu, Bildiriler, 18-20 Nisan 2014

 

Ali Murathan Dikel’in 1. Uluslararası Tasavvuf Araştırmaları Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu’nda sunduğu bildirisinin özet versiyonudur. 

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın