Almanya’da İslam’ın Sesi
Her yıl dâvetli olarak konferans vermek üzere pek çok defa yurtdışı seyahati yapan Cemâlnur Hocamız, yurtdışı konferans sezonunu genellikle Almanya ile başlatıyor. Almanya’nın Frankfurt şehri, 2003 yılından beri her sene kendisini ağırlıyor…
Frankfurt’un merkezindeki Kutsal Kadın Kilisesi (Liebfrauenkirche), Haus am Dom ile birlikte hocamız için önemli bir konferans mahalli… İki mekân da her yıl bir öncekine göre çok daha fazla dinleyici ile doluyor. Bu durum, konferanslarını tasavvufî bakışaçısı üzerine oturtan hocamızın “tasavvufun ortak dil” olduğuna dâir dâimâ ifade ettiği görüşünün isâbetinin bir izhârı olarak ortaya çıkıyor. Zira dinleyiciler, bu konuşmalarda, yaradılış sırrını ifade eden ve kendi özlerini yansıtan hakikati buluyorlar. Herkes için müşterek olan bu hakikat, yine müşterek bir dil ile ifade edilince de, dinleyiciler, kendilerine benzeyen ve benzemeyen insanlarla bir ve beraber olmanın, hayatı dolu dolu yaşamanın, hâdiseler karşısında yıkılmamanın, sabrın ve imanın ipuçlarını veren bir yaşama sanatının anlatımı karşısında bulunduklarını idrak ediyorlar. Bu anlatım, özellikle çağımızda bir hazine değeri taşıyor ve her seviyeden insanı çevresine topluyor.
Kutsal Kadın Kilisesi, bu konferanslarda Türk misafirlerin yanı sıra Alman katılımcıları da ağırlıyor. Bunlardan biri, esasen vazife icabı orada bulunuyor görünen, ancak her geçen gün hocamıza gönlünü kaptırdığı izlenimini edindiğimiz Prof. Haller… Kendisini dinine ve insanlara hizmete ve bu konudaki çalışmalara adamış, imanlı bir Katolik tarikat mensubu… Kutsal Kadın Kilisesi’ndeki toplantıları o tertip ediyor, Cemâlnur Hocamızı çok seviyor ve onu ısrarla dâvet ediyor.
Haller, genellikle kısa açış konuşmasının ardından kürsüyü hocamıza bırakıyor ve hocamızın konuşmasından sonra tekrar kürsüye gelerek bir toparlama konuşması yapıyor. Her yıl başka bir temanın seçildiği konuşmalar için hocamızın İslâm tasavvufu merkezli açıklamalarına Hristiyanlık ile ilgili örneklerle katkıda bulunuyor.
Hocamız, Kutsal Kadın Kilisesi’ndeki konuşmasına bu sefer de tevhid fikrini vurgulayarak başlıyor. Her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini, bu bakımdan etrafımızdaki eşyaların dahî hürmete lâyık olduğunu anlatıyor. Yaşadığımız her bir ânın tekâmül için değerli olduğunu vurguluyor. Hastaları ziyarete giden, yaşlılara saygıyı tavsiye eden, eşlerine en nâzik şekilde davranan İslâm peygamberini anlatıyor. Dini güzel ahlâk ile eş gören bu peygamberin, ahlâkı en güzel şekilde yaşamış vârislerinden bahsediyor. Birliği yaşamak ve hissetmek için, Allah’la irtibat kurmanın şart olduğunu, bunun için de en etkili yolun “aşk” olduğunu dile getiriyor. Allah aşkının, kişiyi beşerlikten çıkarıp insan kıldığını söylüyor. “İnsan”ın, kinden ve nefretten arınmış, hâdiseleri olduğu gibi kabul eden, öfkeden ve benlikten uzak, herkesi bir gören, insanlar arasında ayırım yapmayan, cömert, tevâzû ve hoşgörü sahibi, yalan söylemeyen, farklılıkları birleştiren kişi olduğunu belirtiyor. Evlilikte eşlerin birlikte Allah’a doğru yürümesinin esas olduğunu açıklıyor.
Kendilerinin konuşmasında dikkati çeken husus, dünyadaki hayatın önemi ve aile hayatının tekâmüldeki yeri… Hocamız, peygamberimizin hayatından örneklerle, ayrıca âyet ve hadislerle bu hususu açıyor. Bu anlatım, mâneviyâtı yaşamada ruhbanlık fikrini ve dünya hayatından “el çekmeyi” esas almış olan Hristiyan görüşünden ayrılıyor.
Cemâlnur Hocamızın vurguladığı bir nokta da, “hoşgörü” kavramıyla ilgili… Batı’da bu kelimenin karşılığı yok; onlar “tolerans”tan bahsediyorlar ve “tolerans”, tahammül etmek ve katlanmak anlamını taşıyor. Bu kelime, hiyerarşik bir üstünlük bir görüşünü esas alıyor ve İslâm’ın yaradılmışı yaratandan ötürü sevme anlayışı ile bağdaşmıyor.
Konuşmanın sonunda sorular da cevaplandıktan sonra Haller söz alıyor ve şunu söylüyor: “Söylediklerinizin hepsine katılıyorum.”
Hocamızın “söylediklerinin hepsi”, Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri, Peygamberimizin hadisleri ve İslâm mutasavvıflarının bunlara dayalı hikmetleri ve hâlleri hakkında… Haller, bu sefer, Hristiyanlık ile ilgili bir şey söylemiyor ve Hristiyanlık ile İslâm arasında herhangi bir karşılaştırma zemini oluşturacak bir girişimde bulunmuyor. Haller, hocamıza hem hâl diliyle hem de söz diliyle “yine gelin, her zaman gelin…” diyor. Bu hâl ve söz, “Sizin anlattığınız bu irfan ve aşk çeşmesinden istifâde etmeye çok ihtiyacımız var” anlamını taşıyor.
Sahih hadislerin ve İslam âlimlerinin ifadelerinde belirtildiği şekilde Hz. İsa’nın âhir zamanda yeryüzüne indirildiği vakit peygamberlikle vazifeli olarak yeni bir şeriat getirmeyeceği, peygamberimizin yoluna uyacağı ve Kur’an âyetlerine göre hükmedeceği biliniyor. Hocamızın da açıklamasından öğrendiğimiz üzere, Hz. İsa’nın evlâtları bugün kendi din evlerinin çatısı altında, Rabbü’l Âlemîn olan Hz. Muhammed’in tevhid dinini âdetâ bu hadislerin zuhuru olarak tasdik edip keşküllerini bu aşk çeşmesine uzatıyorlar. Hz. İsa’nın talebeleri, yüzyıllardır bir yanaklarına yedikleri tokadın peşine öteki yanaklarını da tokat atan ele uzatmayacak kadar onun şeriatından uzak ama bir o kadar Müslüman şeriatına yönelmeye yakınlar. İşte bugün Hz. Peygamber’in rahmeti, Müslüman bir mürşid aracılığıyla İsa’nın evlâtlarını kucaklıyor. Hz. İsa, çekildiği gökyüzünden devrin İsa’sının mesâisini huzurla seyrediyor.
Evet, devir âhir zaman, devir devrin İsa’sının devri…
Günümüz, yalnızca tasavvuf dilinin tercüme ve şerh ettiği İslâm bilgisi ile, yani Kur’an ile anlaşılabilir. Ve bir rahibin, bir Hristiyan mâbedi içinde şâhitler huzurunda bunu tasdik edişinin, kendisinden sonraki Ahmed isimli peygamberi müjdelemek üzere geldiğini ilân eden ve Rûhullah olan Hz. İsa’yı ziyadesiyle memnun etmiş olduğuna hiç şüphe yoktur.
Melike Türkan Bağlı
Son Yazıları: Melike Türkan Bağlı (Profiline git)
- Bir Vizyon ve Hizmet Markası: TÜRKKAD - 13 Temmuz 2016
- Japonya’da Bir Selâmet Kapısı - 19 Mayıs 2016
- Vaktin Sâhibi - 31 Ekim 2015
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!