Varlığın Yokluğuma Değiyor…

Gece, varlığın yokluğa değmesinden doğan bir rüzgâr ile ses buluyor.

Varlığın, yokluğuma değiyor; ince bir sızı yüreğime doluyor… Uludağ’ın etekleri, bir dervişin tennûresinin etekleri gibi, kendisini giyinmiş olan yokluğun etrâfında dönüyor. Belli belirsiz, ağır ağır…

Eski bir zamanda karalanmış satırları hatırlıyorum…

Dağın etekleri dönerken, benim de başım dönmüş: Çiziktirmişim…

Varlığının yokluğuma değişi, ince bir jilet gibi nasıl çizmişse tenimi, kendi kendime kanamışım:

“Dağa yaslar sırtını ya da sırtı, bizzat kendi dağıdır. Yüzünü nereye dönsen, yön, adını dağa göre alır. Dağ, pencerenin ardında salınan dalların sessizliğine koyu bir fonla eşlik eder. Dallar içten içe haykırır ama dağ susar.

 

Bursa’da zamanın nabzı, eski bir câmi avlusunda değil, küçük şadırvanda şakırdayan suda da değil, o dağda atar… O dağın gölgesinde yürür, yolumuzu buluruz. Susayınca eğildiğimiz çeşmelere o dağın gölgesi düşer. Şehirdeki yokuşlara sebep, hep o dağdır; inişler de ondandır.

 

Sabah uyanınca kış mıdır yaz mıdır, bilinmez. Dağın söyleyecekleri beklenir. Dağ, sabah namazından sonra konuşur. Câmi avlusunun, şadırvandaki suyun, yuvasındaki güvercinin, asırlık çınarın, yeni döşenmiş kaldırımların söylediklerini dinlemiştir. Şimdi buyuracaktır, zaman ne, mevsim hangisi…

 

Ama dediklerini duymak ve anlamak için onunla göz göze gelmek gerekir.

 

Göz göze gelmek ve bir müddet öylece kalmak gerekir.

 

O bakışlar altında can çekişmek ve can vermek gerekir.

 

Zamanın ve mevsimin olmadığını anlamak için…”

 

***

Üftâde…

Huzurundayken, açık pencereden gelen sesi hatırlıyorum.

Sıcak bir yaz gününün kulağına fısıldanan serinlik müjdesi gibi… Bu serinlik ki, aşk çilesi ile kavrulmuş gönüllere doğan bereketin âleme armağanıdır. Derde tâlip olarak önden gidenlerin, insanlığa ihsânıdır. Çocukların yüzündeki gülücükler, ağaçlardaki taze tomurcuklar, kuşların kursağına tek tek bırakılan buğday taneleri, o zahmetin mukabilinde varlığa hediye edilen rahmet vesilesiyledir.

Senin de gözlerini bu dağa dikip onu uzun uzun seyrettiğini hayâl ediyorum. Sonsuz bir hasretin kanattığı yaralı yüreğindeki deprem bütün bir âlemi sarsarken, dağın bu sarsılışın en yakın şâhidi ve en büyük nasipdârı olduğunu düşünüyorum.

Senin gibi bir uluya şâhitlik eden bu dağ, muhakkak ki bu yüzden “ulu” sıfatıyla anılmaktadır.

Seni seyretmekle ömür süren bu dağ, muhakkak ki mübârektir.

Ve her sabah, o yangının tatlı hâtırasını yâd etmek üzere içi ürpererek ezan sesini beklemektedir. Zîrâ o ezan, bir zamanlar minârelerinden beş vakit büyüklüğünü haykırdığın Allah’ın, İslâm’ın beşinci makamı olarak mukaddes kıldığı Ulu Câmi’den yükselecek ve dağın göğsüne çarpıp onu âdetâ Nur Dağı kılacaktır.

Bu gece ben de sabah vakti göğsüme çarpıp beni Nur Dağı kılacak o ulu kelâmı beklerken, himmetini umarak duâ edeceğim…

Derinlerden dağın “âmin” diyerek beni Allah’ımın huzurunda yalnız bırakmayacağı ümid edeceğim.

The following two tabs change content below.

Melike Türkan Bağlı

Son Yazıları: Melike Türkan Bağlı (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın