Yaprağın İz Düşümü

Sonbahar mevsiminin hüzünle anılması bir ön yargı mıdır? Neden sonbahar, doğanın “solması” anlamına gelir her zaman? Bütün bu sorular zihnimden geçerken aslında öyle olmadığını hissetmeye başladım. Neydi aslında sonbahar? Doğa en başından beri insanın kendini anlamlandırmasında bir araç, bir yakın arkadaş değil miydi? O zaman nasıl sadece olumsuz duygularla anılabilirdi ki bu mevsim?

Bütün bunların ışığında bir parkta ağaçların altında otururken bir şey fark ettim. Bu sarı, kırmızı turuncu yapraklar aslında solmuyordu. Bir nevi kendi yaşam süreçlerinde onlara hayat veren güneşin rengine benzemeye çalışıyor gibiydiler… Tıpkı bizi aydınlatan büyüklerimize benzemeye çalışmamız gibi. Acaba bu yapraklar anlamadığımız bir yolculuk içinde miydiler? Bir tefekkür sürecinden sonra içlerine kapanma, bir nevi olgunlaşma mı yaşıyorlardı? Çünkü yaprağın hayat bulduğu kök yok olmuyordu, ölmüyordu, sadece kendi içine dönüyordu.

Bu süreçle insanın kendi olgunlaşma süreci arasında benzerlik ilişkisi kurarsak şöyle yorumlayabilir miyiz? Kuruyan her yaprak; insanın kendinde fark ettiği, tefekkürle, sınavlarla olgunlaşmış bir parçası olarak görülebilir mi? Bence görülebilir. Sarı yaprak kendine hayat veren güneşin rengine benzemeyi başarınca yerini bir başka yaprağa bırakır. İnsanın da huyları kendini aydınlatan, yol gösteren büyüğüne benzemeye başladığında yaprağın yaşadığı sürece ortak olur.

Bu bakış açısı sonbahar mevsimini bir hüzün değil bir tefekkür mevsimi haline getirir.

Bir tükeniş değil, bir uyanıştır, bir şeylerin farkına varma mevsimidir…

Elimde tuttuğum bu sarı yaprak bir yok oluşun değil bir olgunlaşmanın simgesidir. Yaprak sararıp güneşe benzer… İnsan da öyledir…

 

Tuhfe

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın