Ken’an Rifâî ve İnsân-ı Kâmilin Önemi
Hepimiz çok şanslıyız. “İstedim ki bilineyim” sırrını yaşatmak için Allah bizlere tenezzül etmiş. İdrâkimiz mesâbesinde ezelde bizleri nasibdâr kılmış. Her aldığımız nefes, gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız, hissettiğimiz her şey için ömrümüzün sonuna kadar secdeden başımızı kaldırmasak yeridir. Yine de zerresine karşılık gelmez. O gizli hazine ki “Okyanuslar mürekkep olsa kelimelerimi yazmaya kifayet etmez” buyurmuş. Bizler o kelimelerden birkaçını idrak edebilsek ne mutlu!
Sınırlı da olsa, bu idrâkin zevkini yaşayabilen her insan, varlığın, yaradılışın, doğumun, ölümün ve bu dünya sahnesinde tecellî eden her şeyin bir amaç uğruna var olduğunu hissedebiliyor.
İnsân-ı Kâmil’in birçok târifi var. Biri de Cemâl’in temâşâsının kemâl noktası olsa gerek. Allah’ın tecellîsini hakîkatiyle, perdesiz, tam istediği hâliyle idrak edebilen insan… O her an yeni bir şanda olduğu için de, fehmini her an yenileyen, idraklarında iki günü birbirine eşit olmayan sultanlar…
Rabbi Zül Celâli ve’l İkram bu sayısız güzellerini Zât’ı için halk etmiş. O güzel Allah’ım bizlere sonsuz merhametinin en büyük nişânı olarak da kimi zaman mânâsını bu sultanlarından biz âciz kullarına açmış. Hakîkatimizi bizlere bildirmekle vazîfelendirilmiş mübârek sultanlara “Mürşid-i Kâmil” diyoruz. Halk edildikleri devrin ümmetine, insanına, o devrin ilmine münâsip dilde Allah’ı bildiren sultanlar.
‘Mürşid-i Kâmil’in esas önemi burada gizli. Allah’ın sonsuz tecellîsinin te’vilini, yaşadığı devre göre biz âcizlere göstermeleri. Ken’an Rifâî’de bunu en güzel şekliyle görebiliyoruz. Nasıl görüyoruz? Cemâlnur Hocamız ve ona bu ilmi intikâl ettiren başta Sâmihâ Annemiz olmak üzere sayısız talebesi vâsıtasıyla. Öğrencilerinden Sâmiha Ayverdi, Safiye Erol, Nezihe Araz ve Sofi Huri bunun en güzel örneğini “Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık” eserini ortaya çıkararak vermişler. Hz. Peygamber’in zarâfetini, ilmini, tevhid idrâkini 20. asır gözlüğüyle gösteren o değil mi? Hristiyan rahiplerin kendi dinlerine yaptıkları gibi din-i İslâmı camilere ve tekkelere hapsetmeye çalışanlara en güzel cevabı 24 saatini sünnet-i seniyye üzere yaşayarak vermemiş mi? Bir yandan Mesnevî’nin en mûteber tefsirini yazarken, bir yandan Marcus Aurelius’u tavsiye etmemiş mi öğrencilerine? Güzel dînimizi kalıplardan koruyarak tecelli ettiği her yerde müşâhade etme sanatını bizlere o öğretmiyor mu “Sohbetler”inde?
Belki her devirde olduğu gibi bu devirde de insanlar karanlıktan, cehâletten, dünyanın kötü gidişâtından, ahlâksızlıktan, açlıktan, savaşlardan muzdarip. Herkes bir çıkış yolu arıyor. İnsân-ı kâmili anlamaktan, ona uymaktan başka hiçbir kurtuluş yolumuz yok. Bu devri okumanın, bu devre göre yaşayabilmenin tek yolu bu: “Rahmet kapısı insan-ı kâmili” bulmak.
Sempozyumda ilimde ziyadesiyle ilerlemiş nice hocalarımız işte bunun için hizmet ettiler, etmeye devam ediyorlar.
“Kulluğu mü’minlerin bir ulu Sübhân’edir
Hizmeti dervişler er olan İnsân’edir.”
Başka söze gerek var mı?
Hüseyin Gökhan
Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)
- Kayınbabam Ameer Raschid - 31 Aralık 2018
- “FUAT SEZGİN HOCA” - 2 Ağustos 2018
- Kur’an Ayı Ramazan - 7 Haziran 2018
Hüseyin bey teşekkürler.İnsanı kamil’i anlatabilirmisiniz. Özellikleri nedir.Yada kamil insanın diğer insanlara göre bir özelliği varmıdır?