Yanan Ama Tütmeyen Sultan

Sâmiha Ayverdi  Hanımefendi’yi ben hiç görmedim, ama onu göreni gördüm, çok şükür. Onu eserlerinde okudum ve küçücük aklımla tanımaya çalıştım.

 

Sâmiha Anne, devrin sahibi Ken’an Rifâî Hazretleri’nin halifesiydi. Efendisinin kalemiydi. Yazdığı eserlerde Muhammedî ahlâkı, enfes bir dille anlatmıştır. Sâmiha Sultanın eserleri bizimle konuşur ve bizi bize gösterir. Tıpkı Mesnevî gibi, yazdıkları içimize dönüp bizi içimizde yolculuğa çıkarır. Eserlerinde nefis kaplanlarını, yılanlarını  ve ruhun deryalarını ve derinliklerini bir arada aynı sahnede anlatır. Nefsin kötülüklerini ruhun güzelliklerini seyrederiz.

 

Sâmiha Ayverdi, Allah aşkıyla dopdolu gönlü ile ney olmuş bir insandı. Bunu Cemâlnur ve Meşkûre Annelerimin anlattıklarından biliyorum, yani onu görenlerin gözünden. Bir de yetiştirdiği öğrencilerinin güzelliğinden… Efendisi “Sâmiha, yan ama tütme” demişler. Sâmiha Anne, yanmış yanmış ama tütmemiş hocasının isteği üzerine.

 

O, Allah aşkını eserlerine akıtmış. Bir eserinde “Aşk, ruhun ıstırabını susturur” diyor. Bizi ancak Allah aşkının her türlü dertten kurtaracağını söylüyor. Bir başka eserinde de   benliğimizi bulmamız için bize şöyle sesleniyor: “Yol gönüldür, yolcu sensin. Bu yolu geçmek için nefis ferâgatından başka ne çâre… Geç, fakat cennete varmak için değil, kopup geldiğin noktaya ulaşmak, asıl benliğini bulmak için geç.” Kendilerinin yazdıkları okuyanın içini aşk ve huzurla dolduruyor. Ve yolunu şaşırmışları güzel ahlâka dâvet ediyor.

 

Onun her kitabında ayrı bir feyiz vardır. Her okuyuşta bizi bambaşka hâl içine sokar. Bizi etkileyen büyük sözler değil, Sâmiha Ayverdi gibi büyük insanların, hâl ehillerinin, söyledikleri sözlerdir. Allah idrakini nasip etsin.

 

Âmin.

 

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın