Sohbetler (Kasım 2015)

Bütün varlık âlemi, Hakk’ın küllî veyâhut cüz’î isimlerinden bir veya birkaçına mâliktir. Meselâ mü’min kimse, Hâdî yâni hidâyet edici ismine mazhardır. Melekler, Hakk’ı tesbih edici isimlere mazhardır. Şeytan ise, kibredici, dalâlet verici isimlere mazhardır. Kâmil insan ise cümle isimleri kendinde toplamıştır. Herkesin o âyân-ı sâbitede olan ismi ona rabdır, yâni terbiyecidir. O kimse de bu ismin terbiyesi ve hükmü altındadır.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 275)

***

Adâlet, Hakk’ın rızâsını elde etmeğe çalışmaktır. İşte böyle hareket edip Allah Rabbimdir diye istikāmet edenler için havf u hüzün yâni korku ve endîşe yoktur. O vakit bunlara kalb-i  selîm pasaportunu verirler. Fakat sen bu pasaportu kendi gücünle almak istersen işte o çok zor, belki de imkânsızdır. Resûlullah Efendimiz bile ‘Mürebbî olmasaydı Rabbimi bilmezdim’ buyuruyor. İmâm-ı Âzam da Hazret-i Ali Efendimiz’in evlâtlarından İmam Câfer’e mürit olduktan sonra ‘(Son) iki sene olmasaydı Nûman helâk olurdu’ demek sûretiyle o sultana mülâkî oluşuna şükreder.

Onun için mürşidin rızâsını kazanmak sûretiyle bu kalb-i selim pasaportunu elde etmeye çalışmalı. Mürşidin rızâsı da onun boyasına boyanmak, yoluna gitmek, görmek ve bilmekle elde edilir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 215)

***

Dünyâya gelmekten maksat, kişi Rabbini bilmektir

Rabbini bilmeye sebep evliyâyı bulmaktır

Bulmak değilmiş bilmek, bilmek değilmiş bulmak

Evliyâya gönül vermek rengine boyanmaktır.

Buldum, gördüm, bildim! demek maksûda ermek için kâfî değildir. Bu, ben kırk senedir dervişlik ediyorum diye öğünüp güvenme işi de değildir. Maksat, o terbiyesi halkasına girdiğinin velînin rengine boyanmaktır. Yâni güzel sıfatlarını giymek, doğruluğuna, adâletine, irfânına ve aşkına bürünmektir. Evet kırk sene bir kapıya hizmet eder bir şey alamaz da, üç gün dervişlik etmekle, onun kırk senede bulamadığını elde ediverir. Çünkü ezelde hazırlanıp da gelmiştir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 152)

***

Yûsuf Ziyâ Bey:

– Rubûbiyet ile ulûhiyet arasındaki fark nedir?

– İkisi arasında ince bir fark vardır. Mâlum-ı âlîniz, rubûbiyet, rab, terbiye edici demektir. O cihetle dahi, yâ  Rabbî! denildiği vakitte, bu duânın en kabûle yakın bir duâ olduğu söylenir. Allah, yerin göğün ve bütün kâinâtın yaratıcısı, mevcûdâtın hâlıkı demektir. Rab ise terbiye edici mânâsına gelir. ‘Yâ Rabbî’ demek, benim Rabbim demektir. Benim Allah’ım demek değildir. ‘Allah’ denince kevn ve mekânın ve mevcûdâtın hâlıkı olduğu anlaşılır.

Cenâb-ı Hak, yâ Rabbî, hitâbını sever ve o hitâba cevâben kuluna ‘Lebbeyk!’ der. Bir insan hakîkaten Cenâb-ı Mevlâ’ya teveccüh edip, dağınık olan düşünce ve hislerini toplayarak ‘yâ Rabbî!’ dedi mi, kalbinde bir ferahlık, bir inşirah hâsıl olur. İşte o ferahlık, Cenâb-ı Hakk’ın o kuluna ‘Lebbeyk!’ demesidir. Eğer bu kul, hâlis, saf ve pâk bir gönülle, hiç olmazsa o anda tam bir teveccüh ile ‘yâ Rabbî!’ dese, bu inşirâhı bu ferahlığı hissetmemesi kābil değildir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 562)

 

The following two tabs change content below.

Ken'an Rifâî

Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın