“Sâmiha Ayverdi, reaksiyon insanı değil, aksiyon insanıydı.”

Cemâlnur Sargut’la Söyleşi

 

Kendisini tanımlamak üzere “mutasavvıf”, “edebiyatçı” ve “mütefekkir” gibi sıfatları kullandığımız ve ardından kullandığımız her bir sıfatı, kuru ve yetersiz bulduğumuz Sâmiha Ayverdi, Mart ayı içerisinde vefâtının 22. yıldönümünü idrak edecek olmamız dolayısıyla çok şükür bir kere daha dergimizi şereflendiriyor. Kendisinin talebesi olarak hocasının ilmini bugüne aksettiren bir öğretmenle, CemâlnurSargut’la, bu sayımız için hazırladığımız söyleşi vesilesiyle Sâmiha Ayverdi hakkında sohbet etmenin zevkini bir kere daha yaşadık.

 

Müge Doğan: Hocam, bundan yaklaşık yüz yıl önce doğmuş olan Sâmiha Ayverdi mutasavvıf kimliğiyle olduğu kadar târih, fikir, edebiyat alanında da iz bırakmış. Bu iz bugün daha da belirginleşmekte. Sâmiha Ayverdi bu çağın insanına bir mutasavvıf, bir edebiyatçı ve bir fikir insanı olarak neler söylemektedir?

 

CemâlnurSargut:İnsân-ı kâmillerin çok mühim bir özelliği var: Onların devirleri olmaz. Onlar devirleri oluştururlar. Yani zamanı onlar oluştururlar. Onun için zaman, kâmil insanın ilminden başka bir şey değildir. Bizler SâmihaAnne’denKen’ân er-Rifâî Hazretleri’nin ilmini öğrenen kişileriz. Böyle kâmil insanlarda kendilerine âit bir varlık olmadığı için onlar mürşitlerinin ilmini, bilgisini, hakîkatini bize çeşitli farklı yönleriyle aktarırlar ve devrin ihtiyaçlarına göre aktarırlar.

 

SâmihaAnne’nin yaşadığı devirde en büyük ihtiyaç, siyâsî görüşlerde ortada olabilmek, dini ve imânı insana anlatabilmek, haram ve helâlden insanı koruyabilmek ve o dingin devir içerisindeki savaşları önleyebilmekti. Sâmiha Anne bu yüzden edebiyatla, ilimle, tasavvufla, romanla, her şeyle kendi inançlarını ve bilgilerini aktardı. Çünkü o devir, tekkelerin kapanması dolayısıyla, direkt olarak tarîkat ve tasavvufun anlatılamadığı bir devirdi. Dolayısıyla Sâmiha Anne çok büyük bir devrim yapmış ve romanın içinde tasavvufu vermiştir. Romanla tasavvuf anlatan ilk kişidir bence. Herkeste bu bir öge olabilir; tasavvuftan ögeler olur, her cümlede tasavvuftan bir öge olur ama onun direkttasavvufu bütünüyle verdiği kitapları bizi çok etkiler. Yani insan bir “Batmayan Gün”ü okuduğu zaman, okuyup bitirdiği zaman, Mesnevî okumuş kadar bilgi edinir.

Müge Doğan:Peki o devirde daha mı çok kitap okunuyordu?

 

CemâlnurSargut:O devirde çok kitap okunuyordu çünkü o devirdetelevizyon yoktu, radyo vardı ve kitaplar okuduğumuz bir devirdi. Münâzaraların ve fikir teâtîlerinin çok olduğu bir devirdi. Tefekkürün bu devre göre çok daha fazla olduğu bir devirdi. Bu bakış açısından baktığımız zaman SâmihaAnne’nin bunu çok iyi kullandığını görüyoruz. Fakat ben O’nun “bunu çok iyi kullandığı” lâfını da çok sevmiyorum çünkü bilinçli yaptığı bir şey değildi bu SâmihaAnne’nin. Hattâ bir keresinde, bir kitabında “Keşke kalemime hükmüm geçseydi” diyor. O kendini Allah’a tamâmen teslim ettiği için, Allah’tan geleni olduğu gibi aksettiren bir sultandı. Bunun içine yalnız tabiî ki O’na verilen fıtratî güzellikleri ve ögeleri de yerleştirdiği için Allah’ın sanatını SâmihaAnne’de seyretmek farklı bir yönden çok güzel oldu. Meselâ târih sevene târihle, siyâset sevene siyâsetle, ilim sevene ilimle, edebiyat sevene hârika Türkçesiyle tesir etti. Tasavvuf sevene, her kitabının etkilemesini sağladı. Bu şekilde devri içinde ahlâk, edep ve ahlâk-ı Muhammedîyi yerleştirmeye çalıştı.

 

Şimdi bu devre bunu getirdiğimiz zaman, bu devir tasavvufun âşikâr olduğu, insanların bunu okumaya yönlendiği, meylettiği devir. Bu devrin en büyük dezavantajı, evet herkes tasavvufu seviyor fakat kimse tasavvufu bilmiyor. Bu devir içerisinde çok hızlı bir gelişim var, 2000’den beri hızın çok arttığı bir devir yaşıyoruz. Bu hız içerisinde belki Sâmiha Anne senaryolarla, filmlerle, filmlerin içindeki küçük ögelerle ahlâk anlayışını yayacaktı ve dünyaya yayacaktı. Ben SâmihaAnne’nin isteğinin, islamofobianın olduğu bir dünyada hakîki İslâm’ın tasavvuf anlayışınındünyaya yayılması için mücâdele vereceğini düşünerek kürsüleri kurma gayreti içine girdim, -“girdik” daha doğrusu. Bu bakış açısıyla bakarsak yani bugün yaşasaydı Sâmiha Anne, bence bunu yapardı. Hattâ Hz. Fatma bugün yaşasaydı Sâmiha Anne gibi giyinir, Sâmiha Anne gibi oturur, Sâmiha Anne gibi kalkar ve SâmihaAnne’nin yapmak istediklerini yapardı diye düşünüyorum.

 

Müge Doğan:Sâmiha Ayverdi 22 Mart’ta vefât etmişler. Mart ayı kadınlar günü ile anılıyor daha çok. Sâmiha Ayverdi dünyadaki kadınlar için neyi ifâde edebilir? Dünyada tartışılan kadın meselesine nasıl bir açılım getirebilir?

 

SâmihaAnne’nin vefat günü iki yönden çok önemli. Bir tanesi hakikaten kadın ayında vefat etmesi; yani burada bize gerçek kadın olmanın değerini bir kere daha hatırlatıyor. Sâmiha Anne hep çok edepliydi, çok şıktı, çok güzeldi fakat kimse O’na kadın da diyemezdi; yani dişi diyemezdi, hakîkî bir kadındı. Misâfirperverliğiyle, ev sâhipliğiyle, insan sevgisiyle, hoşgörüsüyle, kimse aleyhinde konuşmamasıyla, tevâzuuyla, tevâzuunun içindeki vakarıyla çok güzel bir kadındı. Fakat O’nun söylediği bir söz de kendini anlatıyor zaten. Diyor ki “bugünün çarşafı kadının şahsiyetidir, bugünün peçesi de kadının vakarıdır.” Buradaki “vakar”, biliyorsun, izzet-i nefs değil, izzet-i ruhtur. Vakar, izzet-i nefs değil; yani nefsi için insan mücâdele etmez, ruhu için yani Allah için mücâdele eder. Kadının mücâdele şeklini bize öğretiyor. Aynı zamanda âile ile ilgili yaptığı çalışmalarla ve bir âilede kadının nasıl olması gerektiğini anlatarak, annenin özellikle, çocuğunu nasıl yetiştirmesi gerektiğini anlatarak bugünün kadınlarına, bugünün annelerine de çok büyük öğütler veriyor Sâmiha Anne.

 

Dolayısıyla ben yani biraz kadınsam,SâmihaAnne’nin cinsiyetinden olmaktan dolayı kadınlığıma hürmet ediyorum ve O’na benzemeye çalışıyorum. O’nun gibi olmaya, O’nun gibi giyinmeye, O’nun gibi edebimi takınmaya çalışıyorum.Yani burada kadın olma hâlini kaybetmeden, cinsiyetini kaybetmeden, dişi olmaktan kurtulmak anlatılıyor ki bu çok önemlidir. Yoksa “erkek gibi olalım” düşüncesinden, erkekleşen kadınlardan bahsedilmiyor.
Müge Doğan:Feminizm değil yani…

 

Feminizm yok, feminizme karşıydı. O her türlü “-izm”e karşıydı. Erkekleşmiş kadın değil fakat dişilikten kurtulup gerçek kadınlığını bulmuş kadından bahsediyor.

 

İkinci bir şey var, çok önemli.SâmihaAnne’nin vefat günü o sene Dünya Su Günü olarak ilân edildi. Su biliyorsun diriliş demektir. Yani onun toprağa girişinin, dirilişi arttırdığı muhakkak dünya yüzünde. Yani onun ilminden faydalandığımız zaman dirileceğimizi bize öğretiyor Allah. Bu bakımdan da bu gün çok önemli bir gün diye düşünüyorum.

 

Müge Doğan:Çağımız hız çağı. İlim kemâl seviyesinde anlaşılmaya başladı. Ancak madde hâlâ hayat için önemli bir kriter olarak görülüyor. Bugünün gençleri zâhiren geçen yüzyılın bir simâsı olarak yaşamış olan Sâmiha Ayverdi’den ne öğrenebilir ve öğrendiklerini yaşayışlarına nasıl uygulayabilirler? 

 

CemâlnurSargut:Sâmiha Anne devrinde madde ile mânâ bu kadar birbirinden ayrılmamıştı. Fakat günümüzde madde ve mânâ iki ayrı grup oluşturdu. Mânâ çok yükseldikçe madde de çok yükseldi. O yüzden şu anda tam bir çatışma var. Yani materyalist dünyayla mânevî dünya arasında muazzam bir çatışma var. Buna mânevîdünyayı yanlış yaşayan kişiler, materyalist dünyada da ateizmi seçen kişiler sebep oluyor. O zaman gruplaşma ve bölünme oluyor. Hâlbuki insan madde hayâtının şartlarını bir tarafa atmadan, bunların içinde mânevî yaşantısını devam ettirebilirse orta noktayı buluyor ki sırât-ı müstakim bu demektir. SâmihaAnne’nin bize örnek olduğu önemli noktalardan bir tanesi budur. O çok iyi bir ev hanımıydı, çok iyi bir anneydi, çok iyi bir ev sâhibiydi, çok iyi bir yazardı ama hiçbirini de ihmâl etmeden, bütünü içerisinde hayatını yaşadı. Biri diğerinin önüne geçmedi. Aynı zamanda çok iyi bir dosttu. Çok iyi bir ahbaptı. İnsanları çok koruyan, her an fakiri kollayan bir insandı. Peygamber ahlâkını O’nda seyretmek mümkündü.Çünkü bir kişinin canı yansa, hiç tanımadığı bir kişi bile olsa onun için kalbi ağlardı ve nasıl yardım edileceğini düşünürdü.

 

O, reaksiyon insanı değil, aksiyon insanıydı. Hayatının her zerresinde insanlığa nasıl faydalı olacağını düşündü. Bu yüzden de ömrünü çok yorgun geçirdi. Yorgun bir sultandı O… Fakat O’nu ben Peygamber’in söylediği bir hadisi yaşarken asıl gördüm:Bir yorgunluğumu başka bir yorgunlukla dinlendiririm…

 

Müge Doğan:Bugün okullarda ve başka eğitim ortamlarında değerler eğitimi başlığı altında bazı çalışmalar yapılıyor. Sâmiha Ayverdi’nin eserlerinden ve görüşlerinden öğretmenler bu doğrultuda nasıl faydalanabilirler?

 

CemâlnurSargut:Aslında bence faydalanıyorlar çünkü meselâ benim gibi birini bile âile için konuşmalara yolluyorlar, ben de SâmihaAnne’nin bize öğrettiği âile kavramını anlatıyorum. Dolayısıyla birçok kitabın içine de SâmihaAnne’nin fikirleri girmeye başladı. Yani bugünkü idâreler de artık Sâmiha Anne’nin önemini anlamış durumdalar. Ama tabiî daha çok yetersiz. Bence değerler kavramını SâmihaAnne’nin dediği gibi önce daha doğduğu andan îtibâren,hattâ anne karnından îtibâren çocuklara vermek lâzım. Bunun için değerleri anne ve babalar yaşamalı ki çocuklara örnek olarak iletebilelim. SâmihaAnne bize bunu öğretti. Ayrıca insan olma sanatı çok zor bir iş değildir, basitin içindedir. Bilgi sâhibi olmak değil, bilge olmaktır önemli olan. Yani çok şey bilmek değil, ama iki şey bilsen onu yaşamak bize yetiyor ve bizi ahlâk-ı Muhammedî içinde sâbit tutabiliyor. İşte bu bakış açısından Sâmiha Anne çok büyük bir örnekti ve her zaman örnek olacak. Yani dünün SâmihaAnne’si değildi O, hepimizin SâmihaAnne’siydi.

 

“Kendi içinizde olan asıl benliğinizle temasa geçin, ki ben sizinle bu cevherden konuşurum. Siz beni kendiniz, kendinizi de ben bilmedikçe buluşamayız, anlaşamayız.Ben gönlünüze tohum olarak kendimi ektim fakat siz bana bakmadınız. Onun için tarlanız bomboş, bakımsız ve çorak. Bu tarlayı kibriniz, hodbinliğiniz, gururunuz, ukalâlığınız ve azametiniz rüzgârı ile sararttınız ve kuruttunuz. Hasad zamanı mahsûlsüz kalınca ağlayıp bağırmayın. Bana göre hava hoş…Heryer benim mezram, her nefesim bin tohum… Benim dilim ve sözüm tektir, hep aynı şeyi tekrar eder dururum… Benden başka herşey hayal; sizinle kalacak tek dost yalnız benim!”buyuruyor. Böylece de mürşitlik kavramının vücut içinde tecellî etmediğini, ancak o mürşitliği biz hâl alır ve kendi içimizde yaşatırsak ve O’nun istediği gibi yaşarsak O’na benzeyebileceğimizi bize öğretiyor. Bu bakış açısından, ben O’nun evlâdı olmanın keyfini yaşıyorum bu âlemde. Ve O’nun da hocasına dediği gibi şu âlemde zerrece îtibârım varsa O’ndandır.

The following two tabs change content below.

Cemâlnur Sargut

Son Yazıları: Cemâlnur Sargut (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın