Kevser’in Annesi

Sâmiha Anne’yi hiç görmedim. Birkaç yıl önceye kadar O’na dâir hiçbir bilgim de yoktu. Hocam “Sâmiha Anne” dedikçe, ben de belki neden dediğimin bile farkında olmadığım bir yakınlıkla O’nu “Sâmiha Anne” diye andım hep. Bir sohbette kaydedilmiş sesini ilk kez dinlediğimde sanki o gün oradaymışım, oracıkta yerde oturmuş da O’nu dinlemişim gibi bir yakınlık ve tanıdıklık hissiydi yaşadığım. Ancak bu kadar tanıdık olunabilirdi… Bütün yıllar, yollar, mesâfeler sanki hayâlden bir tül gibi çekilir ya aradan, hepsi silinmiş gitmişti. Tebessümle karışık bir buruk hasret kaldı içimde. Ama O’nun yaşadığı hasretin yanında, hangi hasretten bahsedilebilir ki?

 

Sâmiha Anne denince hasretin kokusunu alır gibi oluyor insan. O sanki hasret kesilmiş, hasretin ne demek olduğunu O bilir. Sâmiha Anne’nin yaşadığı hasret, hiçbir şekilde târife sığmaz, anlaşılamaz ve anlatılamaz bir hasret. Çünkü insân-ı kâmillerde yakınlık arttıkça, hasretin şiddeti de artarmış. Bu yüzden Sâmiha Anne’nin hasretinin târifi yok.

 

Elimde Sâmiha Anne’nin Yusufcuk kitabı, Cemâlnur Hocam’ın bir konferansını dinlemeye Ankara’ya gidiyordum. Yolculuk boyunca bir okudum, bir sarsılıp durdum… Hissedebildiğim kadarıyla Sâmiha Anne’nin hasretini anlamaya çalışıyordum, sonra şu soru uyandı içimde. Onlar terki terk ederek, artık terk edecekleri hiçbir varlıkları kalmamış sultanlar. Ama neden hasret var, neden hasret de bir yerde terk edilmiyor? Cemâlnur Hocam’a böylece sorduğumda, “Çünkü hasret terk edilmesi gereken bir şey değil.” dediler. Sonra yavaş yavaş anlamaya çalıştım. Sonsuza doyulur mu? Sonsuzun içinde, onunla sonsuz olunsa bile, ancak yine sonsuz hasret duyulur. Çünkü O’nu kuşatıp, kapsamak hiçbir zaman mümkün olmayacak, aşkın ve hasretin şiddeti de O’ndaki seyir ölçüsünce daha çok artacaktır.

 

Sâmiha Anne hakkında bir şey söylemek zâten bana hiç düşmez, hem ben onun yokluğundan başka bir şey de bilmiyorum. O efendisinde yok olmuş, Hz. Peygamber’in mânâsına bürünmüş, aşk balının denizinde her hareketi baldan olan bir sultan. O en yakın, O hiç. O hakîkat-i muhammedî’yle bir olarak gören, O görünse de görülmeyen. İnsân-ı kâmilleri belki eserlerinden tanırız ama kendilerini ne kadar görsek de asla göremeyiz. Mâbette Bir Gece’de anlattığı gibi “Her ne ki görülür, o var değildir; varlık gösterici bir yokluktur. Her ne ki görülmez, o, yokluk perdesiyle gizlenmiş bir varlıktır. İşte asıl vücûdu olan bunlardır.”
Sâmiha Anne, Efendisinde yok olarak ebedî var olan bir şehittir, O’nunla rızıklanır. Aldığını da dâima dağıtır, dağıtır, dağıtır… Kevser’in kaynadığı yer gibidir, Kevser şarabı gibi olan Cemâlnur Hocamız’a mânâ anneliği yapan da O’dur. Efendisinin “Ken’ân’ın emeklerinin mahsûlü Sâmiha Can!” dediği de O’dur. Âlem halkına, yavuza, yahşiye sevgisini bitmez bir borç gibi akıtır, akıtır. Tenezzülü hiç eksik olmaz ama izini yar da bulamaz, ağyar da. Belki de O sâdece yakınlığın hasretine battıkça batmış bir mürittir.

 

The following two tabs change content below.

Elif Hilal Doğan

1987'nin Temmuz'unda, Elazığ’da dünyaya geldim. Çocukluğum babamın görevi nedeniyle farklı yerlerde geçti. Halkla İlişkiler ve İşletme eğitimi görürken 2007’de e-ticaret sorumlusu olarak çalışmaya başladım. Bununla birlikte çeşitli kuruluşların iletişim faaliyetlerini yürüttüm. Şu anda kitap editörlüğü ve yazar danışmanlığı yaparken, eğitimime Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü'nde Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı yüksek lisansı ile devam etmekteyim...

Son Yazıları: Elif Hilal Doğan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın