Kendime Mektup
Süleyman Çelebi Hazretleri’nin gönüllere nakşolan mevlidine başlarken dediği gibi “Allah âdın zikredelim evvelâ, vâcip oldur cümle işte her kula…”
Maksadın, en kutsal yolculuğa dâir birkaç kelâm etmek ise Allah adını zikrederek başla. Zikret ve niyaz et ki buna kalkışmakla edepsizlik etmiş olmayasın. Zirâ senin anlatmaya çalışacağın yolculuk, şeklî hiçbir tasvirin içine sığmayacaktır. Şartlarını anlatmaksa vazifen, bil ki cevizin kabuğudur anlatacağın. Kabuğun içiyse, özünün özüyse, yani gerçek lezzetiyse yazmayı istediğin, o zaman da haddini aşmış olmayasın. Zirâ umrenin hakikatini, mânâsını sen ne bilesin… Ama Şeyhü’l Ekber’in buyurduğu gibi “Gayret himmeti yetkinleştirirmiş” mâdem, sen de gayretini koy ortaya, koy ki eksiğini tamamlasın, hatâlarını setretsin Yaradan.
Yaşamını kuşatan tüm yargı ve kalıplardan sıyrılarak hakikatine yapacağın yolculuktur, umre…
Ayak bastığın toprakları Suudi Arabistan toprağı olarak görmemekle başla. Allah’ın misafiri olarak basabildiğin o toprak, bir ırkın, belli bir zümrenin malı olamayacak kadar değerlidir. Suud, o toprakların bekçisi olmakla şereflendirilmiştir ancak. Bekçinin yüzü asık bile olsa hazinenin değeri düşer mi hiç?
Sebebe şükretmeyen, Allah’a şükretmiş olmazmış. Sen de bu bekçiliği yapabildiği için Suud’a şükret. Kendi değer yargılarınla, ahlâk anlaşıyışınla yargılama onları. Bu kutsal vazifeye sahip oldukları için sev. En titiz hâline rağmen yerlerde her taraflarını yağa bulayarak yemek yiyen insanları pis bilmeden, yargılamadan, sevgiyle kabullen. Hafif pasaklı evlâdını sever gibi… Kadınları tamamen örtme çabalarına rağmen eşlerinin elinden tutmuş, kız çocuklarını omuzlarına almış halde tavaf yapışlarını sev. Aynı aşkla Kâbe’nin etrafında dönerken gözyaşını silmen için uzattığı mendil, fark bırakır mı hiç onunla aranda?
Lebbeyk… Allahümme lebbeyk… “Buyur Allahım, buyur! Huzurundayım” diye seslenirken gönlünden taşa taşa, bil ki senin irâden değildir, seni o topraklara kavuşturan, orayı sevdiren. O’nun sana tenezzülüdür. Dâvetidir. Nasiplendirdiği rızıktır. Yere yapış ve şükret. Yalnızca şükret.
Ama bu dâvet ediliş o büyüklük içinde kendine dâir bir varlık, bir fevkalâdelik aramana neden olmasın. Kendine bir özellik isnat etmeye çalışma. Hz. Mûsâ’nın Allah’a “Allahım seni benden daha çok seven var mıdır?”diye soruşuna cevâben Allah’ın, “Bak ya Mûsâ!” deyişi ve tüm Tur Dağı’nın yüzbinlerce Mûsâ kesilişi gelsin aklına… Etrafında aşkla dönen binlere bak. İddianı bırak. Küllün zerresi olduğunu bilmekle rahim tecellisine mazhar olduğunu idrak etmeye çalış.
Kâbe’ye yaklaş. Yüzünü sür mis kokulu örtüsüne, içine çeksin seni, onun siyahı içinde yok olmaya çalış. Kuvveti, kudreti hisset. O Kâbe ki insân-ı kâmilin hakikatidir. Bırak içindeki putları, teker teker kırsın…
Hacerü’l Esved’in önündeki kargaşa seni korkutmasın. Yanındaki insana zarar verme kastı yoktur o debdebede. O, Hz. Peygamber’in elini öpme telâşının verdiği sabırsız heyecandır. Muhabbetle coşan gönülleri taşıyan vücutların istemsiz hareketidir. Çok sevdikleri bir oyuncağı kapmak için itişen çocukların mâsûmiyeti vardır o itişmede. Öpmeyi başaramasan da yolunda ol yeter.
Aslî amacın Allah’ın varlığı içinde yok olmak da olsa, birliğe olan gidişteki ikiliğin tadını çıkar. Seven olmanın tadını çıkar. Aczini yaşa. Niyaz et.
Fuzûlî’nin deyişiyle “Aşk imiş her ne var âlemde; İlim bir kıyl u kâl imiş ancak.”
Sen de yalnızca niyaz et:
Aşkını ver Allah’ım… Aşkını ver Allah’ım… Aşkını ver Allah’ım…
Emine Ebru
Son Yazıları: Emine Ebru (Profiline git)
- Bir Yaz Okulu Rüyası - 31 Aralık 2018
- Türk İş Dünyasındaki Değerler Sisteminin Anadolu İrfânı Işığında Yeniden Tesisi - 7 Haziran 2018
- Bahar Geldi Japonya’ya - 19 Mayıs 2016
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!