Beni Bir De Senden Dinleseler

Döndüğüm bu yerde neredeydim, şimdi neredeyim? Hattâ ben kimdim, şimdi kimim? Bunların cevabını veremeyecek kadar hâlâ sendeyim!

 

Secdeye sensiz ilk defa yüz sürdüğüm gün, abdestimi alıp huzuruna vardığımda olacaklardan habersizdim: “Allahuekber” dediğim an, gözyaşlarım hasretle dökülmeye başladı… Senden uzak olmak, işte o an, hiç kapanmayacak bir yara gibi oturdu yüreğime…

 

İnsanlar benim duygularımı ve düşüncelerimi merak edip “Yaz!” diyorlar ama içimdeki bu hasretle nasıl başa çıkacağımı bilemezken neler karalayabilirim ki? Hangi kelimelerden bir cümle kurup da seni anlatabilirim? Gözümü kapasam her yer sen, gözümü açsam her yerde sen!

 

Ne söylesem sadece benim gözümden, benim âciz ve sıradan kelimelerimden… İsterdim ki beni bir de senden dinleseler, görseler…

 

Aşk Şehri Medine

Özgürlüğüme düşkünken şimdi başka bir hayat istemiyordum. Buraya aittim ve bu sevdanın tek bir sebebi vardı. Her yer, herkes Hakîkat-i Muhammedî’ydi. O’nun tecellî etmediği tek bir zerre yoktu.

Peygamber Efendimiz’in huzuruna varıp yaşadığı yerde nefes almak, yürümek, taşına toprağına dokunmak, O’na o kadar yakın namaz kılmak, orada Ramazan’ı idrak etmek… Bunlardan sonra, başka bir şey dilemeye edep ediyor ve geçmişte dilediklerinden de vazgeçiyorsun. Çünkü bu hayatı sadece O’na ulaşmak için yaşadığını idrak ediyorsun. Üstelik aslında oraya gelmediğini, O’nun tarafından çağırıldığını düşündüğün zaman nereye yüz süreceğini şaşırıp aklını kaybediyorsun, gözyaşlarını durduramıyorsun. O, öyle bir sevgili ki senin bütün günahlarına rağmen yine de huzuruna kabul edip “Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir.” dediği yerde, sana en ön safta iki rekât namaz kılmayı lutfediyor.

Vedâ ânı geldiğinde yolculuk Kâbe’yedir fakat ayrılamazsın oradan… Gözlerin “Bırakın, kalayım!” diye haykırırken seni duymadıklarını, anlamadıklarını zannedersin ama Uhud, Mescid-i Nebevî, Cennetü’l-Bakî, vardığın secdeler, bütün Medine seni teselli eder ve Mekke’ye uğurlar.

 

Cemâlden Celâle

Kâbe, Mekke’nin kalbiydi. Belki de kâinâtın kalbiydi ve Hira Mağarası, Sevr Dağı, Arafat, her şey yine Hakîkat-i Muhammedî’ydi…

Mescid-i Haram’a vardığımızda Kâbe’yi ilk defa göreceğim için başım önümdeydi. “Gülnar, aç gözlerini!” dediklerinde bir an bakamadım. Tekrar “Hadi aç!” dediklerinde gözlerim onunla buluştu. Karşımda siyah bir maket vardı sanki. Ama uzaktan çok da büyük görünmeyen, biz yanına yaklaştıkça bütün kudretiyle büyüyen bir maket… Onu idrak edemiyordum ve bu yüzden kendimi bir zavallı gibi hissediyordum.

Kâbe’yi solumuza alarak ilk tavafımıza başladık. Yeniden dirilmiş gibi, uyandığım yeri tanımaya, oranın mânâsını anlamaya çalışıyordum. Etrafında döndükçe en küçük hücreme kadar yenilendiğimi hissediyor ve onun aslında ne kadar canlı olduğunu fark ediyordum: Benimle konuşuyordu, gülümsüyordu fakat dilini anlayamıyordum.

Sonra o güzel gamzesini, Hacerü’l-Esved’i öptürdü ve karşılaştığımız ilk andan beri anlatmaya çalıştığı hakîkati iliklerime kadar yaşattı. Ona her yüz sürüşümde bütün canlılığıyla “Hoş geldin.” diyordu ve bana o aşkı tekrar tekrar yaşatıyordu. Artık Medine ve Mekke, bu fakirin gözünde tek vücuttu…

Allah, bizi Peygamber Efendimiz’in yolundan ayırmasın ve bu güzellikleri unutturmasın inşallah.

The following two tabs change content below.

Gülnar Mızrak

Bir yaz gecesi yeryüzüne gönderilen Gülnar, büyüye büyüye bir minyon olur. Derken bir gün, kendisini kelimelerin dünyasında bulur ve satırlara konuşmaya başlar. Gönlünü dinleyerek yazar... Yazdıkça durulur... Bir de tabiata, kedilere, tiyatroya ve bisiklet sürmeye düşkün bir hayalperesttir.

Son Yazıları: Gülnar Mızrak (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın