Karanlıktan Aydınlığa: Seferîyim, Seferîsin, Seferî!

Karanlık bir odanın içindeyiz…

Grup olarak girdiğimiz bu odadan çıkabilmek için tam bir saatimiz var. Amacımız odanın içindeki ipuçlarını bulup, kapıları açarak dışarı çıkabilmek.

 

Duvardaki saat içeri girdiğimiz ilk andan itibaren geriye doğru dakikaları sayma başlıyor.

Aramızda daha önceden bu tecrübeyi yaşan birisi var. Bize ilk önce ışığı bulmamız gerektiğini hatırlatıyor.

El yordamı ile duvardaki anahtarı buluyoruz ve basınca her yer bir anda aydınlanıyor.

Çok şükür, çok şükür ki aydınlık var..

Aydınlık ne güzel bir şey. Etrafımızdakilerin farkına varabilmek ne kadar büyük bir lûtuf..

 

Sonra başlıyoruz odanın içinde gizlenen şifreleri aramaya. Nerede oldukları ile ilgili hiçbir fikrimiz yok…

Bu şifreler yerde duran bir çöp kovasının içinden de çıkabiliyor, duvar kenarındaki koltuğun üzerinde duran bir ceketin iç cebinden de.

 

Her birimiz bazı şifre ve anahtarlar buluyoruz. Bulunan her şey, bizim içinde bulunduğumuz odanın dışına çıkabilmemiz için birer ipucu niteliğinde. Ama doğru yorumlayabilmemiz gerekiyor. Akıl birliği olunca yorum da doğru oluyor ve ilk kapıdan dışarı çıkabiliyoruz. Çok şükür…

 

Kapalı ve kilitli bir kapının açıldığını görmek, hepimizde diğer tüm kapılarında birer birer açılabileceği ümidini doğuruyor.

 

Şimdi bize ikinci kapıyı açabilmek için yeni şifreler ve yeni anahtarlar lazım…  

Şifreler sanki bu sefer biraz daha gizli. Bulsak bile yorumlamak biraz daha zor. Hepsini anlamak zaman alıyor. Fakat elbirliği ile yeniden bu kapıyı da açıp üçüncü odanın içine giriyoruz.

 

Bu bir oyundu. Dışarıya çıkabilmek için zamana karşı yarışıp kıyıda köşede gizlenen ipuçlarını bulmak ve doğru yorumlamak gerekliydi. Bu oyunun son kapısından dışarı çıkamadık. Süremiz bitti ve odanın içinde kaldık. Ama bu oyun o gece bana tasavvuf derslerinde dinlediğimiz çok şeyi hatırlattı.

 

Karanlık bir odadaydık, tıpkı dünya gibi…

Her şikâyet, her mutsuzluk, her takıntıkaranlık” demekti.

 

Karanlıktan çıkabilmek için, ışık gerekliydi.

Bu ışık ‘Mürşid’di. O’nun ilmiydi. Hele ki Mürşid’in eli bir kere değmiş ise insana, dünyadaki her yer aydınlanıveriyordu.

Yeter ki, O’nun sözünü dinlemeli ve nefsin ruhu örtmesine izin verilmemeli.

 

Kapılar ise, kendi dünyamızdaki bilmediğimiz yönlerimizdi.

Mürşid kendi ışığıyla, yumuşak bir sesle “kendi kapılarını kendin açmalısın” diyordu.

 

Şifreler ise hayatta yaşadığımız olayların içinde gizliydi. Herkesin şifresi kendine özel ve kendi yaşadığı olaylarda gizliydi. Kapının açılması için doğru anahtarı denemek gerekliydi.

 

Açmakta geciktiğimiz her kapıda ise, mürşidimiz yine  bize seslenerek “Aklın yok mu ki idrak etmiyorsun, gönlün yok mu ki idrak etmiyorsun?” diye hatırlatıyordu. Çok şükür..

 

Yaşadığımız olayları idrak edebilirsek eğer, işte o zaman neden onca olayı yaşadığımızı Allah bize gösteriyor. Çoğu zaman süreyi kendimiz çok uzatıyoruz. Bir türlü teslim olamıyoruz. Hz. Hızır ve Hz. Musa kıssasında olduğu gibi bir türlü sabredemiyoruz.

 

Sabredebilelim inşaallah.

 

“Karanlığın” da “aydınlığın” da olması gerektiğini bizlere dâimâ anlatan,

“Her şeyi yapan yaptıran Allah’tır” ve “Unutma!” diye durmadan hatırlatan,

 Ulular ulusu bir mürşid nasip eden Allah’a binlerce şükürler olsun.

The following two tabs change content below.

Ülkü Bozkurt

Son Yazıları: Ülkü Bozkurt (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın