İyimserlik 4,5

 

Yazımın başlığını okuduğunuzda “bu da ne demek şimdi?” dediğinizi duyar gibi oldum. Kişilik envanterleri ile haşır neşir olanlar bilir; envanterlerde insanların iyimserlik seviyesini de ölçen sorular vardır ve bunlara verdikleri cevap doğrultusunda 1 ile 10 arasında bir skalada, hayata karşı ne kadar pozitif baktıkları skorlanır. Son zamanlarda farklı yaş ve meslek gruplarından yaklaşık 200 kişiye uyguladığımız envanterlerin iyimserlik ortalamasına baktığımda gördüğüm ortalama değer ise 4,5 oldu. Bu kişilerin bazıları geleceğe 9 seviyesinde umut dolu bakarken bazıları ise 1 seviyesinde endişe ve belirsizlik dolu bakmaktaydı. Bir de ortalarda, duruma göre kâh umutlanıp kâh “gidişat kötü” diyenler vardı elbette.

Geçenlerde Dr. Marilyn Atkinson’ın henüz Türkiye’de yayınlanmamış olan bir kitabına erişebildim. Oradaki bir hikâye oldukça dikkatimi çekti ve bu yazıyı yazmama neden oldu. Hikâye şöyleydi:

Bilim dergilerinden birinde çalışan bir araştırmacı, dergisinin özel bir çalışması için devrin önemli bilim insanları ile görüşerek onlardan önemli bilim insanları tarafından sorulabilecek en önemli soruları toplamaktadır. Bu amaçla Einstein’a gelir ve büyük bir bilim insanı tarafından sorulabilecek en önemli sorunun ne olabileceğini sorar. Bir 10 dakika kadar düşünen Einstein, “bence herkes tarafından sorulması gereken en önemli soru şudur” der. “Acaba evren dost mu yoksa düşmanca bir yer mi?”  Bu soru karşısında şaşıran araştırmacı, “nasıl olur da sorulacak en önemli soru bu olur?” cevabını verir. Bunun üzerine ünlü âlim devam eder: “Eğer evren dostumuzsa zamanımızın geri kalanını köprüler inşa etmekle geçiririz. Yok eğer düşmanca bir yerse bu defa da ömrümüzün geri kalanını duvarlar örmekle geçireceğiz demektir. Bir karar vermek zorundayız!”

Okuduğum andan itibaren zihnimden bir türlü çıkartamadığım bu anekdot beni de bir seçim yapmaya zorluyordu içten içe. Zor günler geçiriyoruz, şüphesiz! Güvenlik kaygısı bir taraftan, bildiğimiz konfor alanlarımızın bir bir sarsıldığını görmek bir taraftan, dünyanın dönüşüm hızı bir taraftan, belirsizlik diğer taraftan. İyi de hâl böyleyken biz ne yapacağız? Hangi yöne gideceğiz, nelere değer atfedip nelerden ferâgat edeceğiz? Dönüşeceğiz kaçınılmaz şekilde ama neye dönüşeceğiz?

Hepimiz ülkemizde ve dünyamızda olup bitenleri yakından izlemeye, hissettiğimiz belirsizlik duygusunu bir nebze daha belirginleştirebilmek adına olabildiğince çok bilgi toplamaya çalışıyoruz. Bir yerine 7 gazete, 14 haber kanalı, sosyal medya, açık oturumlar, komplo teorileri, gizli bin yıllık örgütler derken akla ziyan bir noktaya doğru adım adım ilerliyor gibiyiz.

Peki ya belirsizlik ve bilinmezlik perdesi aralanıyor mu? Pek öyle de görünmüyor. O perde aralanmadığı gibi bir de kafa karışıklığı, daha fazla şüphe, daha fazla kaygı ve bir kat daha örtüye bürünmüş yeni bir belirsizlik resmi çıkıyor karşımıza. Bizler ise biraz daha yorgun, biraz daha bıkkın, biraz daha yılgın… Tüm bu kocaman kocaman sorular karşısında “ben ne yapabilirim?” in cevabını aramayı unutan, “dönüşüm benden başlar” demeyi bir kenara bırakan bizler “ahh o güzel eski günler” diye içimizi çeke çeke otururuz. Oysa Einstein’ın da dediği gibi hepimizin ve her birimizin karar vermesi gereken çok önemli bir nokta var.  Ya inanmanın gücüyle iyimserliğimizi koruyup ve hatta güçlendirip köprüler inşa ederek birleştirenlerden olacağız ya da karamsarlığa ve kaygıya bürünüp duvarlar örerek ayrıştıranlardan… Birleştirmek ve ayrıştırmaktan kastım ise tamamen bireysel algı ve davranış seviyesinde ortaya çıkan hoşgörülülük, açık fikirlilik, sevgi ve özüne güvenli olma halinden başka bir şey değildir.

Bundan 6 yıl önce Cemâlnur Hoca’ya bazı öğrencilerinin 2012 yılında başlayacağı söylenen foton çağı hakkında sorular sorduklarına tanıklık etmiştim.  Hatta o zamanlar çok popüler olan bir Marduk senaryosu bile vardı. Zeminini Maya takviminin 5000 yıllık ömrüne dayandıran bu hikâyeye göre 2012 yılında dünya Marduk ile çarpışacak ve bir nevi kıyamet olacaktı. İşte tam da bu konuyla ilgili soruların da sorulduğu bir ortam oluşmuştu. Cemâlnur Hoca’nın verdiği cevabı hâfızama kazımışım âdeta… Kendisi, o çarpışmanın ve kıyametin sembolik bir anlamının olduğunu, yeni bir devrin bu yıllarda başlamakta olduğunu ve dünyada bilginin âşikâr olacağını, hakikatin hızla su yüzüne çıkacağını, bütün birliklerin parçalarına ayrılıp yeni birliklerin oluşacağını ve değişimin inanılmaz bir hıza erişeceğini anlatarak bu kuvvetli dönüşüme ise ancak güçlü bir inanca sahip olanların uyum sağlayabileceğini belirtmişti. Bu anlamda baktığım zaman iyimserliğin ve pozitif olana odaklanmanın da önemli bir inanç işi olduğunu hissetmekteyim. Çünkü iyimser olma hâli, doğası gereği geleceğe yani henüz elle tutulup gözle görülemeyene yönelik bir ruh halidir. Bu nedenle de bilmek değil inanmakla daha yakından ilgilidir. Her ne kadar içinde bulunduğumuz anda deneyimliyor gibi olsak da geleceğe yönelik bir tercih etme hâlidir. Verilmesi gereken bir karardır bir anlamda.

Yazımın başındaki “4,5”a dönecek olursak. Ortalamaya çok yakın görünüyor ve hattâ biraz da kanaat notu eklersek geçer not diyebiliriz. Yani bu 200 kişi üzerinden naif bir genelleme yaparsam bizim de toplum olarak durumumuz ümitvâr görünüyor. Ne deyim, iyimserim yani!

The following two tabs change content below.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın