Huzur Yolu

Tasavvuf, bize dinin nasıl yaşanacağını anlatır. Aile içinde, başkalarıyla olan ilişkilerimizde, iş hayatımızda, kısacası hayatın her alanında bize nasıl daha doğru yaşayabileceğimizi İslâmî çerçeve içinde sunar. İslâm güzel ahlâktır ve güzel ahlâkı hayatımızın her alanına nüfuz ettirdiğimiz ölçüde huzurlu oluruz ve huzur veririz.

Âcizane düşünceme göre, insanın için en önemli şey huzurdur. Huzur, Allah’ın huzurunda olmaktır der, büyüklerimiz. Ne para ne büyük evler aslında huzur vermez. İnsanın içinde huzur varsa evinde bereket ve mutluluk hiç azalmaz. Farz-ı misal, bir kişinin yaşamındaki herşey aynı kalsın; işi, arkadaşları ve ailesi… Ne zaman o kişinin huzurunu alırsanız, hemen karanlıklara düşer. İnsanın huzuru kalmazsa, depresyon kara bir bulut gibi çöker üstüne. Ne kıymetini bilir elindekilerin, ne de mutlu olur ufak şeylerden; hattâ bu öyle bir hastalıktır ki, büyük şeylerden bile mutlu olmaz. Sanki içi kurumuştur. Ruhuyla  bağlantısı kesilmiş, susuz bir toprak gibi çatlamıştır içi. İşte insana bu huzuru verecek tek şey mâneviyattır.

Biz kuluz ve hayatın içinde savrulurken ihtiyacımız olan şey, bir yoldan gitmek gibi geliyor bana. Kimisi İsevîlik yolundan, kimisi Mûsevîlik, kimisi de İslâm’ın yolunu tutar. Sonuçta her yer Kâbe’ye çıkacaktır. Ama en zoru, maddî yoldan yürüyenler içindir âcizane görşüme göre…  Balçık çamurlu yollardır; yılanlar ve çıyanlar vardır oralarda. İşte o yolda yürüyen insan için aydınlık az, karanlık çoktur. Bitmek tükenmez bir kara soğuk vardır.

Aslında mutlu olmak zor değil ama maddî yoldan gidenler için mutlu olmak sadece kısa anlarla kısıtlı. Belki de insan huzursuz olduğu için mutluluk kısacık anlara sığıyordur. Biz hep büyük şeyler olunca mutlu olacağız zannediyoruz. Çocukları olan bilirler; çocuğun istediği bir oyuncağı alınca en fazla iki saat sonra sıkılıp bir kenara fırlatıyor. Aslında biz de çok istediğimiz bir şeyi aldıktan kısa bir süre sonra dolabın bir yerine koyup unutuyoruz. Oysa biz de aynı çocuklar gibi çok istemişizdir o eşyayı, ama hevesimiz hemen geçiyor. Maddî şeylerin kısacık ömrü var sanki. Karanlığımızda çakan bir şimşek kadar kısa. Sonra gene içimizdeki kuruluğa ve yalnızlığa geri dönüveriyoruz.

Tasavvuf sözle anlatılarak yaşanacak bir hayat tarzı değildir. Çünkü hayatın her alanına girip kuru toprağımızı yeşerten bir vitamin gibi içimize nüfuz etmeli ve bizim hakikatimizi ortaya çıkartmalıdır.   Bu yolu önceden geçmiş, bize ışık tutan kâmil insanlar da İslâmiyet’in özü olan güzel ahlâk ve Allah’la beraber olma sanatını öğretir bize. Bizi Allah’la tanıştırır, sonra Allah’a yaklaştırır ve bize yalnız olmadığımızı, yaradanımızın küçücük bir zerresi olduğumuzu öğretir. Bize de öğrendiklerimizi, mürşidimizden gördüklerimizi hâl etmek düşer. Allah öğrendiklerimizi hâl etmeyi ve örnek olabilmeyi nasip etsin inşaallah. Yolundan, yanından, huzurundan ayırmasın inşaallah.

Âmin!

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın