Gönüle Dokunanlar, Medeniyeti Dokuyanlar: Sâmiha Ayverdi

“Biz cihâd hâlindeyiz. Süngüyle değil; fikirle, imanla…”

Sâmiha Ayverdi

 

Cumhuriyet dönemi sanatına ve sosyal hayatına çok yönlü bir bakış getiren Sâmiha Ayverdi, geçmiş ile gelecek ayrımından ziyâde “mâzi-hâl-istikbal” üçlüsü, parçadan ziyade “bir ve bütün”, Doğu ya da Batı değil “Doğu ile Batı” ve madde ile mânâ senteziyle düşünce hayatını oluşturmuştur. Bu görüşüyle “Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek” diyen Tanpınar ve “Kökü mâzide olan âtî” anlayışını ortaya koyan Yahya Kemal ile ortak paydada buluşur.

O, medeniyet ve inanç krizinin yaşandığı bir zamanda, terkibi muhafazakâr diyebileceğimiz bir çizgide, “Hakk için halka hizmet” anlayışı çerçevesinde yazdıklarıyla, nesilden nesile aktardıklarıyla, oluşturduğu bilinçle, ebedî ve kutsal hizmetiyle kâh mütefekkir, kâh tarihçi, kâh yazar, kâh mutasavvıf bir anne olarak karşımıza çıkar. Roman, deneme ve hâtıra gibi farklı türdeki eserlerinde bu duyuş tarzını açıkça görebildiğimiz Ayverdi, dönemin hâkim siyâsî anlayışı olan geçmişi inkâr yerine geçmişi idrâk ile geleceği inşâyı düstur edinmiş münevver ve Müslüman Türk kadınının sadece o devirde değil, günümüzde de en güzel timsâlidir.

Sâmiha Ayverdi, yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan bir aydındır. Tanzimatı, Meşrutiyet dönemini, Trablusgarb Savaşı’nı, Balkan Savaşı’nı, Birinci Dünya Savaşı’nı ve Kurtuluş Savaşı’nı, 1930-1940’lı yılların Batı temelli toplum anlayışından doğan medeniyet krizini, darbenin, muhtıranın yarattığı buhran ortamını yaşamış olan Ayverdi’nin hissettiği acı eserlerinde de geniş bir şekilde yankı bulur. Garbı her yönüyle taklit hastalığının neticesini önceden gören münevver, ıstırâbını şu satırlarla ifade eder:

“İşte bir zamanlar ayağı üç kıt’aya basmış Osmanlı Türklüğü de bir bağ bozumu devri idrak etmiş bulunmaktadır. (…) Biz gafil müminler, değil Hüdâ mestlerinin şarabından içmek, kemâl-i cehâletimizden bağlarının kütüklerini sökmeği, bu ilim ve irfan bağlarını kurutup etrafımızı çorak ve kıraç hale getirmeği, bir ilericilik hüneri saymak gafleti içinde bulunmaktan bilmem ne zaman kurtulacağız” (Sâmiha Ayverdi, Bağ Bozumu, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2005, s. 12-13)

Osmanlı’nın çöküşünün altında yatan sebeplerin başlıcalarından biri, Ayverdi’ye göre mânâ eksikliğidir. Ruha, mânâya, mistik dünyaya eğilen ve metinlerinde tasavvufu ağırlıklı olarak işleyen Sâmiha Ayverdi’nin bu görüşlerine yön veren ve tekâmülünü sağlayan şey, ailesinden aldığı ilim ve adâbın yanında, Ken’an er-Rifâî’ye intisâbıdır. Yegâne dâvâsı, İ’lây-ı Kelimetullah’tır. Tefekkür ettiklerini, yıllardır heybesine biriktirdiklerini, gönlünde coşan Hakk aşkını Cemâl’e yürüyene dek bu kesret âleminde nesilden nesile yaymak için çalışır.

Ayverdi, insanın bir vazife üzere dünyaya geldiği inancıyla, kaleme aldığı estetik, zarif, lâtif eserlerinde İstanbul hanımefendilerine, beyefendilerine İstanbul Türkçesinin kusursuzluğuyla söylettiği vecizelerle düşündüren, katmanlı anlam yapısına sahip âbidevî ifâdelerle her okunduğunda farklı tat alınan ve farklı mânâlar çıkarılan açık yapıtlar, kuşatılamaz, tüketilemez eserler ortaya koymuştur.

Eğer bir övüncümüz varsa, sanat ve vahdeti böylesine iç içe, böylesine ustalıkla işleyen, insanın sadece estetik tarafına değil, en günlük konulardan en idrak edilemez sulara açılan konu çeşitliliğiyle hayatımızın her sahasına ışık tutan böyle bir yazarımız olmasındandır. “İzinden, gözünden, özünden, sözünden Allah ayırmasın.”

“Yeter, söz tevhidindir.”

 

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın