Gazze Yanıyor

Yurdumdaki insanların ekserisi gibi ben de televizyon izlemeyi severim. Diziler, filmler, yarışma programları derken haber programları da kumandamın tuşlarına takılır. Genelde gazetelerin üçüncü sayfalarında yer bulan cinsten adlî vakalar “Allahım, sen evlerden uzak et!” minvalinde bir duâ ve kulağı çekiştirip tahtalara vurmakla geçiştirilir. Ama bazen öyle haberler takılır ki insanın gözüne, ne yutabilirsin ne geçebilirsin… Midene bir yumruk iner gibi olur, bir dakika nefessiz kalır, sonra tekrar nefes almaya başlamak için beklemek zorunda kalırsın. Son günlerde Gazze’den gelen çocuk görüntüleri yumruk üzerine yumruk indiriyor mideme. Nefes alamıyorum.

Kimisinin cansız bedeni iniyor darbe olarak, kimisinin yaralarının acısıyla kıvranan yüzü. Bazısı ise anasını, babasını kaybetmiş olmanın verdiği o korunaksızlık içinde, korku ve çaresizlik dolu bakışlarıyla çıkıyor karşıma. Söylesenize hangisine daha fazla üzüleyim?

Savaş var Gazze’de. Yok, hayır aslında savaş demek yanlış bir ifade olur: Kıyım var Gazze’de! Gücü elinde tutanın güçsüze zorbaca yaptığı kıyımın çığlıkları var. Ve çocuklar yine başrolde.

Filistinli hemcinsim ağlıyor; doğduğu, büyüdüğü, atasından miras aldığı vatan toprağını yıllardır kendine dar edenler var. Oysa ben sınırları belli ve dünyaca tanınan bağımsız bir ülkenin vatandaşıyım. Söylesenize, nasıl anlarım ben onu?

Benim hemcinsim evinin üzerinde toplarla, tüfeklerle sürekli dans ettikleri için sabah çatısı yerinde kalmış olacak mı bilemiyor. Oysa ben eskiyen koltuklarımın yüzünü ne zaman değiştirsem planı yapıyorum. Söylesenize, nasıl anlarım ben onu?

Hemcinsim evlâdına çorba kaynatacak erzağı bulamıyor. Oysa ben değişiklik olsun çocuklara diye haftanın belli öğünlerinde dışarıdan yemek söylerken bulabiliyorum kendimi. Söylesenize, nasıl anlarım ben onu?

O kardeşim evlâtları için gece silâh seslerinden uyuyamadılar diye üzülemiyor; evlâdı en azından o an için sağ ve yanında diye şükrediyor muhakkak. Hele yanıbaşındaki anacık, ölen evlâdının acısından göğsünü yumruklarken…

Gazze’de yine çocuklar başrolde. Biliyor musunuz, çocuk cesetlerini dondurma dolaplarında bekletiyorlarmış. Bu yaz günü neşe ile dondurma yemeleri gerekmiyor muydu onların? Bu nasıl bir ironidir ki bize ibret olsun diye vuku bulmuş.

Yapan yaptıran Allah’tır muhakkak. Söyleyecek sözüm, isyan edecek haddim yok elbet. Yine de zulümle mücâdele üzerime vebaldir. Bu mesele farklı siyâsî görüşlerin münâzara malzemesi olmanın çok daha ötesinde insan olmakla ilgilidir. Hangi siyâsî görüşü temsil ediyor olursam olayım, biliyorum ki hiçbir önemi yok. Ben dindar da olabilirim, dinsiz de… Zengin de olabilirim, fakir de… Birilerini seviyor da olabilirim, nefret ediyor da… Bu konu farklı; bu konu insan olmakla ilgili. Eğer içimde zerre kadar insan olma kaygısı varsa, Gazze konusuna duyarsız kalamam, kalmamam lâzım.

Beni oradaki hemcinsimden daha ayrıcalıklı ya da daha üstün kılan gerçekte hiçbirşeyimin olmadığının bilinciyle duyarsız kalmamalıyım. Ben yalnızca daha şanslıyım. Ne yapabilirim bilmiyorum ama işe önce onun acısını paylaşmakla başlamam gerektiğini biliyorum. Yürekten paylaşmakla…

Sonra belki oralara hizmete gidemem ama buradan da olsa çaba gösterebilirim. Öncelikle belli markaları artık satın almayı bile bırakırsam biliyorum ki başlarına inen kurşunları gönderenlere ortaklık etmemiş olurum.

Belki kendi bütçem içinde planladığım bir harcamadan onlar için vazgeçerim. Açılan kampanyalardan birine az da olsa bir katkıda bulunurum. Belki ilâç, belki gıda olarak ulaşır hemcinsime.

Ama asıl dualarıma katarım onları. Bu zorbalık son bulsun ve geceleri rahat bir uykuya kavuşabilsinler diye…

Gazze’de bombalar patladı: Her yer toz duman. Sarı sıcak bir yaz yaşanıyor, çocukların dondurma yiyemediği…

 

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın