Her Dem Kerbelâ
Zor günlerden, zor zamanlardan geçiyoruz. Bu bir gerçek. Topraklarımızda sert rüzgârlar, hemen aşağımızda fırtınalar kopuyor. Yüz yıl önce kirli ellerin çizdiği sun’î haritalar yeniden şekilleniyor. Dünya evriliyor; tıpkı insan gibi hatâ yapıyor, başa dönüyor, gene başlıyor nefis mücadelesine. Tarih sayfalarında okuduğumuz uzak gözüken gerçekler kendi zamanımızda yaşanıyor. Seneler sonra tarih olarak yazılacak olmanın heycanıyla belki de…
Peki biz oturup izleyecek miyiz? Amaç Kur’an ve sünnete göre yaşamak ise “Günah işleyeni eliniz ile men ediniz. Buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbiniz ile buğz ediniz, bu ise îmânın en aşağı derecesidir.” (Müslim), hadis-i şerifine lâyık bir kul muyuz? Tarih bilincine sahip miyiz? Kim olduğumuzu biliyor muyuz? Meselâ oryantalist bir bakış ile, binlerce nebinin çıktığı, büyük medeniyetlerin beşiği olan, hiçbir şey olmasa âlemlere rahmet olarak gönderilmiş kutlu elçinin vatanına, Ortadoğu’ya “bataklık” demeye tenezzül eden zihniyetlere karşı mukavetimiz nedir veya var mı? Neye yararız, ne yaparız? Sorular, sorular…
Kafanda sorular oluştu tabiî… Muharrem ayındayız. Muharrem de muhterem, sen onu Mars’ta mı yaşandı sandın? Büyüklerin menkıbelerinde mi geçiyor sandın? Veyahut âmiyâne tâbirle bir La Fontaine masalı mı ki sonunda bir ders çıkaralım? Sen ve ben kadar gerçek ve yaşanmış; tıpkı dün ama ondan sonra yaşananlar gibi, tıpkı bugün ve bundan sonra yaşanacaklar gibi. Câhiliye devri Arapları sadece bir döneme özgün bir tâbir olmasa gerek. Câhiliye devri Türkleri, Câhiliye devri Avrupalıları, Câhiliye devri insanlığı tâbirlerinde görebileceğimiz gibi, “câhiliye”, bence bütün zamanları kuşatıcı bir kavram. O “Hak geldi, bâtıl yok oldu” demesine rağmen, “Hayır, bâtıl yok olmadı” diyenler yok mu? Hüseyin (r.a.) ölmedi, şehitler ölmez. Hz. Muhammed’in (s.a.v) ışığı sönmemeye yeminlidir de, Yezid öldü mü sanırsın? Şam orduları sence format değiştirmiş olamaz mı? Senin Kerbelâ dediğin Filistin, Suriye veya Afrika olamaz mı?
Ölüler medeniyet kuramaz. Kursa da yaşatamaz, varlıkları sınırlıdır. Ona biçilen süre bellidir, izin verildiği müddetçe konuşabilir, yaşayabilir, nefes alabilir. Diri olan ise bunun tam tersidir. Eser verir. “Tarihe gömdüm” dersin ama bu, fiiliyatta doğrudur da mânâda hâlâ yaşar. Dünyanın öbür tarafından insanlar onun eserlerini görmeye, fikriyâtını yaşamaya gelir topraklarına. Kirli saraylarında bu diriye “hasta adam” da deseler, hattâ onun şımarık, bilinçsiz çocukları bile bu sözü sahiplenseler, o kıtlıkta İrlanda’ya gider, dünyanın öbür ucuna, Açe’ye Malezya’ya yardım götürür. Sen kolay sanırsın ama kalkar buradan düşmanın cirit attığı denizleri aşar, engizisyondan kaçanları alır, getirir. Kişi kendi pisliklerini de görürmüş ya, işte o hastalıklı zihniyet aslında kendisidir de bilmez. Hep ahkâm keser bilincini “kaybettirdiği” o dirinin çocuklarına.
Hüseyin onurlu bir dik duruşun adıysa, bizim gayemiz de bir büyüğümüzün de dile getirdiği güzel bir tâbirle “ince Müslüman” olmaksa, bizim de böyle dik durmamız gerekmez mi? Edep seviyesi yüksek olmayan, mânâda çok yol kat edememiş bir âciz olarak benim anlatabileceğim dik duruş da budur. Dâvâsı olmayanın yarınları olmaz vesselâm.
Yezid belli, neden biz Hüseyin olmayalım?
“Yeni yılımız” mübârek olsun.
Selâm ve muhabbet ile…
Mehmet Can Taşçı
Son Yazıları: Mehmet Can Taşçı (Profiline git)
- “Sen de Bana Duâ Et!” - 21 Mart 2016
- En Büyük Mürşid - 13 Aralık 2015
- Tanık Ol! - 25 Kasım 2015
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!