Babam
Zaman yine gerilere doğru akıyor.
Beş altı yaşlarında bir kız çocuğu var sahnede. Gökyüzünde vaatkâr ama aldatıcı bir güneş, dallarda erguvanlar. Bahar geliyor besbelli. O cumartesi gününü hiç unutmaz kız çocuğu. O gün -aslında evlerine çok da uzak olmayan- Göztepe Parkı’na gitme telâşında. Göztepe Parkı o zamanlar baharı boğazına kadar taşan lâlelerle karşılamaktan henüz çok uzak. İki tel salıncak ve azıcık güneş görse iyice kora dönen parlak demiri ile kayarken bacaklarınızı yakmaya meyyal bir yüksek kaydıraktan daha fazlası değil. Gerisi kocaman arazi.
Kız çocuğu o gün kaydıraktan daha fazlasına tâlip. Park istisnâî dönemlerinden birini yaşıyor; bir sirki ağırlıyor. Babası söz vermiş, sirke götürecek bu kızı. Sabırsız meşrebiyle annesine günü dar etmiş; akşama kadar dakikaları bir bir sayarak babasının dönüşünü beklemiş. Sonunda vakit geliyor; kendisine o yaşında bir devden bile daha büyük gelen baba elini tutarak sirk çadırının içine süzülüyor.
Heyecanı çabuk geçiyor küçüğün. Sirk tam bir hayal kırıklığı oluyor ona. Bir çelişkiler yumağı… Komik olmaya çalıştıkları ölçüde kendisine hüzünlü ve ürkütücü gelen palyaçoları görüyor. Zorla tutulduğu belli olan hayvanların çilesine ortak oluyor. Aslında havada sallanan genç kız ve erkeklerin cesaretini seviyor ama onlar da parlak ve vücuda yapışık kıyafetleri ile en az uzaylılar kadar yabancı ve uzak geliyorlar ona. Çadır büyük bir dünya ve içindekiler yabancı. Ürküyor. Evinin güvenini arıyor. Neyse ki babası yanında. Bir şey olursa kurtarır onu. Ayrılmaz yanından. Öyle de oluyor. O geceden en çok sirke gitmeden önceki heyecanı ve eve döndükten sonraki mutluluğu hatırlıyor.
O küçük kız büyüdü artık. Çocukluğunun en akılda kalan hâtıralarındaki sirkten çok geniş ama daha yabancı bir dünyanın içine daldı. Bu dünyanın da aslında sirke benzediğini farkedeli çok oldu. Renkli ve dışarıdan câzibeli olduğu ölçüde güvenilmez ve tehlikeli. Babasından dürüst olmayı, gayretlli olmayı, karşılıksız hizmet etmenin zevkini, helâl lokma yemeyi öğrendi. Babası helâl lokma ile besledi onu. Bunun için hep müteşekkir ona . Ömrünce de olacak.
Kız bir gün bir babası daha olduğunu öğrendi. Bezm-i elestte kendisini sahiplenmiş, yaşam sirkinde aradığı güveni gönlüne zerk eden mânevî babasını buldu. Ya da daha doğru tâbirle ezeldeki babası zamanı gelince kendini âşikâr etti. O ki nûr-u Muhammedî’nin bu devirde yanan kandili, devrin sahibi. Evlâtlarının acısını toptan ve peşinen çekmiş baba.
O ki, ne kadar âlem varsa evlâdının elini bir lâhza bırakmayacak olan… Henüz ilk adımlarını atmaya çalışırken, parmak uçlarında acemice koşan ve düz yolda sürekli sapan bebeğini şefkatle yola döndüren… Hatâ yaptığında bildiren, uyaran, bazen terbiyesi için cezâlandıran ama vazgeçmeyen, sevmeyi bırakmayan. Güven duygusunun kaynağı. Babasının da babası….
Güzel efendim Ken’an Rifâî… Bu sayfalar isminize ayrıldığında –merak ediyorum- diğer arkadaşlarım da yazılarını yazarken benim kadar zorlanıyorlar mı? Aslında teması ne olursa olsun bu sayfalarda yazdığımız her satır sizi anlatma çabamızın bir parçası değil mi zaten? Yaşarken sizin ruhunuzun bir ismi sıfatıyla –başaramasak da- rızanıza uymaya çalışma gayretimiz de hayatımızın satırları değil mi? Siz sultanım ve sultanım da siz değil misiniz? Ve benim en büyük korkum sizin muhabbetinizi yitirmek olduğu ölçüde en büyük ümidim de bir kere tuttuğunuz eli bırakmayan yâr-i vefâdar oluşunuzun verdiği güven değil mi?
Emine Ebru
Son Yazıları: Emine Ebru (Profiline git)
- Bir Yaz Okulu Rüyası - 31 Aralık 2018
- Türk İş Dünyasındaki Değerler Sisteminin Anadolu İrfânı Işığında Yeniden Tesisi - 7 Haziran 2018
- Bahar Geldi Japonya’ya - 19 Mayıs 2016
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!