Lûtufların Lûtfu Umre Ziyareti

Hani eski filmlerde olurdu, sevgilin bir gemiye biner ve gider sen de ardından bakakalırsın… Geleceği günü iple çekersin ve keşke ben de onun yanında olsam, ben de  onun gördüğü yerleri onunla görsem dersin. Biraz acı, biraz hüzün, biraz da hasretle bakakalırsın. Bu Ramazan, arkadaşlarım ve hocam umreye gittiler. Ben gidemeyenlerdendim. Kısmet değimiş, başka bir sefere inşaallah tesellileri arasında, biraz  hüzün, biraz  özlem duygularıyla bakakaldım ben de. Bu ilk değildi tabiî ki. Her umreye gidenin ardından benzer duygularla bakarım.

 

Her isteyen umreye gidemiyor ne yazık ki… Umreye gitmen için dâvet edilmen lâzım. Peygamber dâvet ederse gidebilirsin derler. Âcizâne dâvet edenin, misafirine  dönmeden once diş kirası verip yolladığnı düşünüyorum. Osmanlı zamanında, ramazan ayında evinde oruç açtığın kişi, sana hediye verirmiş. Yemek yedin, dişlerin yoruldu diye… Verilen bu hediyeye de diş kirası derlermiş. Bence Peygamber de geleni boş göndermiyor. Ve giden aynı dönmüyor. Belki anlamıyoruz, belki de küçük bir hediye bizimkisi. Hediyemiz de kabımız kadar. Yine de her gidiş bir arınma, bir temizlenme fırsatı… Dâvet eden O, temizleyen O. Bize tenezzül ediyor ve bizim O’na  yaklaşmamız için bir vesile yaratıyor. Bu lûtuf karşısında ne kadar şükretsek azdır.

 

Herkesin hayatında  unutamadığı bir an vardır. Benim hayatımda unutamadığım an ise Hacerü’l Esved’i ilk defa öptüğüm andı. Hacerü’l Esved’e ulaşmak için cihat yapmak lazımdı. Bu ilâhî aşkın cihadıydı. Allah aşkını kuşanıp Peygamber Efendimizin elini öpmek için yaptığın bir savaştı. Âcizâne ben bunu, ruhun nefis ile olan savaşına benzetiyorum. O kalabalığın içinde girip ezilmeyi göze  alıyorsun. Gözün Hacerü’l Esved’de, hedefin Peygamber’in elini öpmek. Nefsinin bütün şikâyetlerine rağmen orada kalıp ezilerek  sıkışmaya dayanabiliyorsan, Allah’ın izniyle, ilk denemede olmasa bile, öpebiliyorsun.

 

Bir ramazan umresinde ben de Allah aşkını yarım yamalak kuşanıp çıktım cihat yapmaya. Hacerü’l Esved’in önü çok kalabalıktı. Bir iki arkadaş girdik kalabalığın içine. Bu ilk denemem değildi ama daha öncesinde öpememiştim mübâreği. Birilerinin yardımıyla öne geldim ve öptüm. Sanki tatlı bir ölüm ânıydı. Bir şeb-i arus provası gibiydi. Ruhum  bedenimden ayrılıp tanıdık huzurlu bir yere çekildi bir an. Geri geldiğimde hocamın dizine başımı koyup ağlamıştım uzun uzun.

 

Allah nice umre seyahatleri nasip etsin ve ruhumuz hep orada olsun inşaallah. Bir dahaki  umreye Efendimizin  bizi de dâvet etmesi niyâzıyla…

 

Âmin!

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın