Sehl-i Mümtenî

İnsan ki bu âlemde bir eşi bulunmayan, insan ki şu gök kubbede adını lâyığı ile taşımaya çalışan… O yüzden sanatlardan bir sanat olan “Sehl-i Mümtenî” dedim insanoğluna… “Çok basit görünse de yazılmaya başlanıldığı vakit kolayca yazılamayan, bu yüzden de benzeri olmayan eser” anlamını taşıyor. Tıpkı insanoğlu gibi… Birer sehl-i mümtenî gibi eşi benzeri olmayan biz Allah’ın kullarının da elbette ki istidatları farklı olacaktır.  

Cenab-ı Hak, El-Fettah ve Er-Rahim olduğu gibi aynı zamanda El-Müzeyyin’dir. Yeri göğü kusursuzca süsleyen, en büyük sanat eseri insan olan biricik sevgili… İnsan, bir sanat eseri olunca ondan zuhur eden güzellik de yeryüzü sanatlarını oluşturmuş, Hakk’ın sanatı, sanatçı kimliğine bürünmüştür. Sanatçı, Allah’ın verdiği ilham ile ona ulaşmanın yollarını farklı sanatları icra ederek aramıştır. Resim, musıkî, edebiyat ve sinema ile…  Sanat bir istidattır, sanatçı kendi istikameti üzerinde sanatına ulaşmaya çalışır, bunu yaparken de kendi istidâdı üzerinde yürümeye gayret eden kişidir. Sanatçı gecesini gündüze katarak çalışır. İstidadı yolunda ilerleyen sanatçı, yapabildikleri kadar vazgeçebildikleri ile de var olur. Tıpkı Hz. Şems’in suya girip Hz. Mevlânâ’nın kitaplarını birer birer suya atması gibi… Üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen bütün dünyayı vahdet dükkânı olan “Mesnevî”sinin altında toplamakta olan Hz. Mevlânâ, kitaplarından vazgeçebildiği ölçüde âşıklık istidâdına kavuştu. “Sen yakılmayı bekleyen bir lambasın, ben de alevim. Artık kitapları bırakıp benimle gelme zamanıdır.”  diyen Hz. Şems, Mevlânâ Hazretleri’nin istidâdının kendi yüreğinde zuhur eden aşk ve birlik kıvılcımları olduğunu biliyordu. Kısacası bizde var olan ezelî istidâdımız, biz bu âleme gelmeden çok önceleri yazılmıştı.

Nasıl ki yeryüzünde nimetler Rabbin kararladığı kadarıyla her bir kişiye farklı farklı dağılmışsa, her sanatçının istidâdı da böyledir. Bu noktada sırat-ı müstakim üzerinde olan sanatçının görevi de egosundan uzak kalarak kendi istidâdını gerçekleştirmesidir. Kendi yetenekleri ile üstünlük kurmak değil, tam tersine Allah vergisi bu yeteneği sayesinde herkesi kendi istidâdı altında bir araya getirmektir. Çünkü sanatçılarının yapıtları ile güler, ağlar, kendimizden bir parça bulur ve yine kendi tekâmülümüzde sanatçının yapıtlarını hakikate doğru giden yolumuzda bizlere yardımcı olarak görürüz.  Bu bakımdan sanatçı, istidâdının hakkını ödemek mecburiyetindedir. İstidadının hakkını ödeyen bir sanatçı da kendi yapıtları ile ölümsüzleşir, yüzyıllar öncesinden dahi bize ışık olur.

Bende Mecnun’dan füzun âşıklık isti’dâdı var

Âşık-ı sâdık benem Mecnûn’un ancak adı var

Bu mısralarda âşıklığa istidâdı olduğunu söyleyen Fuzûlî’nin eserlerini günümüzde de hürmet ile okuyorsak bu Fuzûlî’nin, istidâdı ile hemhal olduğunu yani eserinden başka hiçbir şey olmadığını gösterir. Nitekim edebiyat dünyasının ulu bir çınarı olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın istidâdı da kalemine yansıdı, kelimelere dönüştü. “Rüya Sineması” eseriyle usta yönetmen Tarkovski’nin yolundan giden ve aynı zamanda tasavvufu sinemasında ana bir zemin olarak gören Semih Kaplanoğlu da şiirsel vizyon istidâdı ile ödüller kazandı. Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî-i Şerif’i de vahdet dükkânı oldu, yüzyıllardır aşk için, birlik için bize seslendi. İstidadı aşk üzerine olan Mevlânâ Hazretleri bizlere “Bişnev” dedi: Dinle, kalbini dinle, özünü dinle…

Kendi istidâdımız yolunda giderken iyi niyet üzerinde olmayı da hiçbir zaman unutmayalım. Pusulamız sevgi, istikametimiz birlik olsun. Cemal ile Celal’in birleştiği kemalât yolunda aşk ile kalalım.

Firuze Büşra AK

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın