Cemâlnur Sargut’la Söyleşi
Kyoto Üniversitesi’nde kurulan Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin yapıldığı gün, törenin hemen ardından Cemâlnur Sargut Hocamızla bir röportaj yaptık ve kendisinin açılış gününe dair intibâlarını alırken geleceğe dönük planlarını ve düşüncelerini de sorduk.
Kıymetli hocam, bugünü nasıl anlatmak istersiniz?
Yani anlatılır gibi bir gün değil… Gerçekten hep Hazret-i Hatîce’yi düşündüm bugün. Önceden yollanmış, “erken gelen” adını vermiş Allah’ım ona. Peygamber’e hazırlamış onu. Allah nasıl bir hazırlık yapıyorsa Kyoto Üniversitesi’ni Ken’ân Rifâî Kürsüsü için hazırlamış. Türkçe bilen hocalar, Müslümanlar, tasavvuf ehli ve geleceğin lisanının Türkçe olacağını burada bir kere daha anlamış bulunuyoruz. Tasavvuf lisanı Türkçe olacak buna inanıyoruz ve iman ediyoruz. Çok güzel hocalarla çalışma fırsatını bulduk. Bu mucizeye tanık olmanın zevkini yaşıyoruz. İnşaallah bir dahaki adım Kore’de olur ve ben misyonumu tamamlarım. Allah’ın lûtfudur bana İslâm’a hizmet etme fırsatını vermesi. Japonya çok doğru bir yer. Çok güzel inanç, çok güzel bir iman, gerçek Müslümanlığı yaşıyor gibiler ya sadece adlarının Müslüman olduğunun farkında değiller. Maddede Allah’ı görme zevkini yaşıyorlar. Allah gerçek İslâm’ı önce bizim ülkelerimize sonra buraya nasip etsin. Çin’i, Amerika’yı ve burayı Ken’ân Rifâî’nin mübârek mânâsında Müslüman görmeyi Allah bizlere nasip etsin inşaallah.
Hocam gerçekten buradaki ekibi daha önceki çalışmalarımıza çok yakın, daha önceki çalışmalarımızla işbirliği yapmaya çok istekli gördük. Hem enstitü hem Amerika hem de Çin konusunda.
Evet.
Burada ilk adım sizce ne olabilir, neler olabilir?
Bugün açılış sırasınca ben de bunları düşündüm ve bir kere mutlaka çok sık bir şekilde birlikte çalışmalar ve organizasyonlar yapmalıyız. Ken’ân er-Rifâî Hazretleri’nin “Dinle” başlığıyla İngilizceye tercüme edilen Mesnevî şerhinin acil şekilde Japoncaya tercümesini sağlamak zorundayız. Aynı zamanda “Sohbetler” kitabının Japoncaya tercümesini sağlamak zorundayız. Bu şekilde İslâm’ın hakikî mutasavvıflar tarafından nasıl yaşanıldığını ve öğretildiğini burada yaymalıyız. Çünkü buranın inancıyla hocamın anlattığı İslâm anlayışı gerçekten çok uyuyor -ki bu Peygamber’in anlattığı İslâm’dır, hiç fark yok. Ahlâk-ı Muhammedîyi onların dilinden anlatmalıyız insanlara. Bunun çok önemli olduğuna ben inanıyorum. Aynı zamanda önümüzdeki sene yapılacak olan ve bütün Türkî cumhuriyetlerini de kaplayan ve Kuzey Afrika’yı kaplayan -çok büyük bir tevâfuk, buradaki çalışmaların da Kuzey Afrika üzerine olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz- bu İslâm anlayışının sempozyumunun da birlikte yapılmasını ve buranın da oraya katkıda bulunmasını sağlamak lâzım. Böylece birlikte çalışmanın zevkini yaşamak lâzım. Bir an önce Üsküdar Üniversitesi ile öğrenci mübâdelesine geçmek lâzım. Böylece daha çok Türkçe bilen, daha çok tasavvufu anlayan, yaşayan öğrenci adedini arttırmak lâzım. Buraya, Japonya’ya biz öğrenci yollayabiliriz. Japonca öğrenmelerini sağlayıp burada İslâm’ı anlatmalarını, yaşayan Müslümanların, mutasavvıfların İslâm’ı anlatmalarını sağlayabiliriz. Yani ben her seferinde “Ben misyonumu tamamladım.” derken bakıyorum ki yapacak çok iş var onları görüyorum.
Önümüzdeki dönem galiba “Osmanlı’da Tasavvuf” diye çok spesifik bir ders açılacakmış meselâ burada.
Evet bu çok önemli bir şey yani çok önemli bir şey. Onun için bir an önce Japonca bilen hocalarımız olmalı ve Türkçeyi burada çok daha geliştirmeliyiz. Sadece İbn-i Arabî Hazretleri’ni değil, ki o çok büyük bir sultan ve çok önemli İslâm açısından ama Mevlânâ’nın doktrinleri, fikirleri, anlayışının da, Mesnevî’nin burada yaygınlaşmasını sağlamak lâzım. Böylece o hoşgörü sistemini tam oturtmak lâzım. İslâm’ın hoşgörü anlayışını Mevlânâ’nın dilinden buraya oturtmak lâzım. Bunun için de Mevlânâ âilesiyle görüşüp daha sıkı çalışmalara girmeyi düşünüyorum Allah nasip ederse çok iş var…
Yani öyle anlaşılıyor ki sözlerinizden, Japonya çok birleştirici ve çok kavrayıcı bir tohum gibi olacak galiba. Şimdiye kadar olan çalışmaların etkilerini de biraraya mı getirecek?
Evet çünkü meselâ Çin’de Çinlileri daha Müslümanlıkla hiç tanışmamış görmüştük. Lisan bilmiyorlardı, Arapça bilmiyorlardı, Kur’an bilmiyorlardı, zorla anlamaya çalışıyorlardı. Onlara bir ufuk açıldı orada ve Müslümanlıkla tanışmaya başladılar. Ve dört sene sonra yaptığımız sempozyumda o aşkı gördük onlarda. Fakat orada çok daha, daha baştan başlamıştık. Burada hazır bir topluluk var. Bir kere Çin’e nazaran daha yumuşak, daha aşk dolu, -tabiî idâresinin de verdiği rahatlıkla- daha tasavvufa yatkın bir topluluk gördük. Bu yüzden burası daha müsait gibi geliyor. En azından daha üst bir seviyeden başlama imkânı bulabileceğiz. Türkçe bilmeleri de çok önemli tabiî. Bu bakımdan çalışmalarımızın daha kuvvetli olacağına iman ediyorum ben.
Hocam sizin en önemli amaçlarınızdan birisi, gerçekten bütün dünya bir şekilde Arapça biliyor, bir şekilde Farsça biliyor ama Türkçenin bilinmesi bizim açımızdan çok önemli çünkü Türkçe kaynakların çalışılmasını çok istiyoruz.
Evet.
Türkiye’de bu kısmen yapılıyor, mutlaka yapılıyor ama bunların İngilizce makaleler hâline getirilmesi kısmı oldukça yavaş. Hâlbuki burada hazır Türkçe bilen bir ekip var ve bunlar çalıştıkları makaleleri önce İngilizceye çevirecekler. Yani bu sürecin birleşmesi ve hızlanması açısından Japonya’nın nasıl bir rolü olacak?
Çok büyük bir rolü olacağına ben iman ediyorum. Biz mesela Çin’de ve Amerika’da Türkçeyi şartlarımız arasına koymuştuk, öğretilmesini, böyle bir eğitim yapılmasını en azından projelendirmiş ve bir vizyon hâline getirmiştik. Fakat burada ciddi olarak bu çalışmayı görüyoruz ve Japonya’nın çalışmaları Batıya da farklı bir bakış getirecektir İslâm çalışması Japonya’nın ve Türkçe İslâm çalışması. Türkçe’ye bakış da değişecektir, İslâm’a bakış da farklı bir mânâ taşıyacaktır. Bu yüzden çok önemli diye düşünüyorum.
(…)
Eklemek istediğiniz bir şey var mı hocam?
Tabiî ki bir de Kore’de istiyorum inşallah. Allah bana nasip ederse… Hiçbiri benim özel çalışmam değil. Hepsi Allah’ın bana lûtfu, tenezzülü diye düşünüyorum. Kore’yi de lûtfederse çok büyük bir lûtuf olacak gene de bana. Bu bakış açısından Hocamın mübârek isminin, o akıl almaz vizyonunun her yere yayılmasını diliyorum. Ve onun ismi altındaki gerçek İslâm’ın insanlar arasındaki birliği, beraberliği, ülkeler arasındaki diyaloğu, sevgi bağını arttırmasını diliyorum. Ve inşaallah bir gün -ben bilmiyorum görebilir miyim- ama siz Avrupa’daki üniversitelerde de bu zevki yaşarsınız diye düşünüyorum.
Hocam, buraya bu çalışma için gelen herkes mutlaka ne olacağını biliyordu ama gerçek anlamda da ne olacağını bilmiyordu. Tören esnasında herkesin intibâını, tepkilerini izlemeye çalıştık ve şaşkınlık ve hayranlık içerisinde gördük. Siz nasıl değerlendirdiniz?
En çok beni ilgilendiren tabiî tasavvuf profesörü arkadaşlarım oldu. Onların mutluluğunu gördüm. Hakikaten onların da şaşırdığını gördüm. Yani ne kadar bekleseler, Çin çok büyük bir ön örnek olmuştu onlara, ne kadar akademik bir çalışma olduğunu görmeleri açısından. Fakat burası gerçekten vurucu oldu. Dilerim ki Kore de öyle olur ve bu grup bana destek olur. Her zamanki gibi ve birlikte yapılır. Çünkü birlikte olan şeyler güzel yürüyor. Ben sizin şahsınızda çok sevgili iki dostuma, William Chittick’e ve Sachiko Murata’ya özel teşekkür etmek istiyorum bana açtıkları muazzam yol için, her zaman arkamda oldukları için. Mahmut Erol Bey’e teşekkür ediyorum büyük destekleri için ve yanımda olduğu için. Osman Nuri Hocama, Ahmet Hocama teşekkürler ediyorum. Ve diliyorum ki bütün ilâhiyat câmiâsı bir araya geliriz, önyargılarımızı bir tarafa bırakırız ve dinin hakîkatini dünyaya yayarız. Tek dileğim bu. Tek bilmeleri gereken şey; ben bir lider değilim, ben bu işin hizmetçisiyim.