Sahnede 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu var. Seksenli yılların henüz en başında kardeş kavgasından yorulmuş, aşınmış bir memleketin hafif karanlık, biraz melankolik ve çokça tevâzu dolu dünyasında gelecekle ilgili hayaller kuran bir çocuk. Kendini bildi bileli zamanı geçer akçe saymış. Sabahları 08:30’da kalkılır. 9:00’da kahvaltı yapılır. 11:00’de radyoda Çocuk Bahçesi programı vardır. 12:30’da okula gidilir. Akşam 18:00’de mutlaka yine radyonun başında olunmalıdır. O zamanlar adına henüz “jingıl” denmeyen hep aynı mandolin sesinin tıngırtısı ile başlayan “Arkası Yarın”lar için sabırsızlanır bu çocuk. Efekt, Korkmaz Çakar’dır ve piyesler hayallerini hep yeni malzemelerle donatır. O dönemde televizyonun açılış kapanış saatleri vardır. Pazartesiler Milliyet Kardeş günleri, Cumartesi semt pazarına giden annenin filelerini taşımaya yardım günleri, Pazar mutlaka banyo günleridir. Velhâsıl zamanı bilmek gerekir, zaman pek kıymetlidir.
O dönemin Türkiyesi tüketimle henüz tanışmamış. Zincir marketlerin ışıltılarının altında beğeniye sunulan sınırsız çeşidi bilmez bu çocuk. Mahalle bakkallarında tezgâhın önünde duran açık teneke kutulardaki bisküviler ziyâdesiyle yeter onu mutlu etmeye. Bir de özel günlerde kapı girişindeki ipe asılan yaldızlı şemsiye çikolatalardan alınırsa değmeyin keyfine. Babasının her ay başında zarf içinde eve getirdiği tek maaşı meşakkatle ama aynı zamanda basiretle çeviren annesi, zorlukları ne ona ne de kardeşine hissettirmez ki. Mutludur çocuk. Bilmez hayatında hiçbir şeyin eksiğini. Onun için para değil zamandır geçer akçe.
İlkokulu bitirdiği yaz babası bir akşam müjdeli bir haberle gelir. Ertesi gün birlikte Tahtakale’ye gideceklerdir. Niyesini bilmez, meraklı ve sabırsız meşrebine rağmen nedenini bile sorgulamaz. Tahtakale’ye gezmeye gitmek bile başlıbaşına bir karanavaldır onun için. Kız, babasının elini tutar. Babası onu Saatçiler Hanı’na götürür. Kahverengi deri kayışlı, içi altın yaldızlı, küçük diktörgenden zarif bir saatle dönerler eve. İlkokul bitirme hediyesidir bu. O güne kadar görev bildiği hiçbir şeye karşılık hediye almamış bu çocuk, saati gururla takar koluna. Bir daha da ömrünce hep kolunda saat ile yaşar bu hayatı.
Allahını çok sever. Hep koruyan, yardım eden, müşfik bir Allah vardır onun için. Din, pamuk anneanne ve dedesinin bu dünyada başkanlığını yaptığı bir sistemdir sanki onun için. Üstelik zamana pek kıymet verir onun dini. Her şeyin zamanı vardır. Namazın, orucun, kurbanın… Her şey tastamam zamanında olmalıdır. Yalnız aklı şu cennet hayatını bir türlü kesmez bu çocuğun. İyi bir insan olmak ister, Allah onu cennetine koysun ister. Bolluk ve neşe içinde bir cennet hayatına iman eder. Lâkin aklı sonsuzluğu kesmez. Sonsuz da nedir yahu? Zamanla nasıl takip edilir ki bu sonsuz? Yok yok, aklı kesmez ama çözmek için büyümeye bırakır bu meseleyi.
Sonra büyür bu çocuk. Güya daha karmaşık meselelerle uğraşan, aklı başında bir yetişkin gibi dolaşsa da ortalarda aslında hayata dair basit okumalar yapmayı seçer. Zaman onun için hâlâ kıymetlidir. Geçmiş ve gelecek kavramları, hayallerinin ve planlarının merkezine oturur. Ama tüm putları kırmaya muktedir olan mürşid, tam da bu esnâda devreye girer ve filmlerdeki akla kazınan sahneler gibi bir anda zaman kavramını da yer ile yeksân eder. Bittabî yerine Allah aşkını koymak şartıyla. Lâkin dışıyla yetişkin, içiyle çocuk olan bu kız zamanın, lineer bir çizgi olmadığını anlamakta ve dünya planını keşfetmek için kullanılan bir mecazdan, bir vehimden öteye bir anlam taşımadığını idrak etmekte bir hayli güçlük çeker. Geçmiş yok, gelecek yok, ayân-ı sâbite olarak kodlanan isimlerimizi ortaya çıkarmak için çok evvelden yazılmış bir senaryoyu oynayan vücutlar olduğumuzu anlamak onun için çok zordur. Nasıl zor olmasın? En büyük meselesi olan sonsuzluğu idrak etmek için elindeki tek ölçü birimi olan zaman kavramı da elinden alınınca başı kesik tavuk gibi ortalarda öylece kalakalmıştır.
Mesele burada bitse de düşünmeyi terkedip kendini olayların akışına bıraksa yine iyi. Lâkin bu deprem, artçılarıyla gelmiştir: Okullarda onsekiz yıl boyunca harcadığı mesâiyi bir anda ehemniyetsiz bırakan, vakit ve zamanın birbiri ile eş anlamlı olmadığını farkettiği an bir başka artçının habercisidir. Vakit tam mânâsıyla AN olarak karşısına konur. Ne geçmiş ne de gelecek. Tam da tecrübe edilen tecelliyat ve içinde bulunulan hâlin adıdır vakit. O halde vakte riâyet de o hâle riâyet etmek, hâlin gereğini yerine getirmektir. Dahası vaktin bir sahibi vardır. Makamlar kime işaret ederse etsin, sâlik için mürşididir bu. Yani vakte riâyet bir anlamda mürşidin onun için işaret ettiğine de riâyettir. Bulmuştur işte; zaman değilse de vakit yine geçer akçedir. Tedâvülde kalması ise mürşide rapt ile mümkündür.
Kimseye bir şeyler öğretmek zorunda değilsin, kimseye bir şeyler anlatmak zorunda da değilsin. Hatta ve hatta hiç bir olaya anlam yüklemek zorunda da değilsin.
Sen mutluysan olay bitmiştir!
Kimse sana ve senin bilgine muhtaç değil. Kimse senden öğrendikleriyle nirvanaya ulaşmayacak. Kimselere kendini kanıtlamak zorunda da değilsin.
Sen mutluysan olay bitmiştir!
Varsın, sustuğun için sana câhil desinler, hatta sana ahmak da diyebilirler. Varsın sana ‘o’cu, ‘bu’cu desinler. Varsın, sana en beğendikleri kimlikleri giydirsinler. Herkes kendi seviyesi kadar giydirecektir seni ve sen “desinler”in kölesi olmadığın sürece sorun yok.
Sen mutluysan olay bitmiştir!
Yarın ölüp gitsen senin yerini dolduracak binlerce insan var bu dünyada. Küçücük bir vücutsun, neyinle övüneceksin? Mezar taşın mermerden olsa ne olur, tahta parçasından olsa ne olur?
Sen mutluysan olay bitmiştir!
Ancak…
Ancak hâlâ kalbinde bir kırgınlık, öfke, kin, üzüntü, endişe, korku, mutsuzluk varsa o zaman daha yolun başındasın demektir.
Metrobüs meydan savaşlarını bilirsiniz; eğer mesai saatlerinin başlangıç ve bitiş zamanlarında metrobüse binmeyi göze aldıysanız başınıza ne geleceğini umursamadan zorlu bir mücadeleye girişmeyi de göze almışsınız demektir. Siz dilediğiniz kadar nezaketle sıraya girip kimseye dokunmadan o kapıdan içeri girmeye çalışsanız da muhakkak birileri, o eşsiz koltuklardan birine oturabilme aşkıyla sizi adeta ezip geçecektir. Sonuçta herkesin tek istediği şey rahat bir yolculuk yapmaktır. Bunun tek yolu ise “boş bir koltuğa sahip olmak için başkalarını ezmek ve geçmektir.”
Kâbe’nin tam yanında, metrobüs meydan savaşları misâli, hatta ondan daha da zorlu bir itişip kakışma içine girdiğinizi düşünün. Ayıp, günah ve edepsizce mi dersiniz? Asla değil!
Eğer Kâbe’de Hacer’ul Esved’e dokunmak istiyorsanız, aman sıraya gireyim, itişip kakışmayayım, kimseye zarar vermeyeyim gibi düşünceler içinde olamazsınız. Gidenler bilirler; Hacer’ul Esved’e dokunmak ve ona yüz sürmek için herkes müthiş bir mücadele içindedir. İnsanlar birbirlerini iterek, önündeki kişiyi çekip onun yerine geçmeye çalışarak, adeta savaşarak ilerler. İnsan o hengâmede arada belki birilerine vurur, zarar verir. Ve elbette kendisi de başkalarından zarar görür. Bu uğurda kaburgaları çatlayan, ayak parmakları ezilen çok kişi bilirim. Ama dönüp de kimseye sen niye bana zarar veriyorsun denilmez. Her türlü bedensel darbeye rağmen kimse kimseye kızmaz, darbelere kimin sebep olduğuna bakılmaz. Herkes hedefe kilitlenip devam eder.
Sebep? Aşk.
Herkes aynı aşkla aynı hedefe doğru ilerler. Evet, herkesin aşkının şiddeti, aşkı tanımlaması başkadır, ama temel aşka dayanır. Aşk bir olunca herkes birbirini anlar, birbirinin aşkına hürmet eder. Alınan darbeler bir aşkın eseridir. Zarar veren kişinin tek maksadı aşkına ulaşmaktır, kimseye ne yaptığının farkında bile olmaz. Zarar gören kişinin maksadı da aynıdır, kimden ne boyutta zarar gördüğüyle ilgilenmez.
Peki, kâinatta kaç türlü aşk vardır diye sorsak bir tane mi cevap alırız? Herkesin aşkı, aşk tanımı başkadır. O halde dünya aşkı da bir aşk değil midir? Çoluk çocuk, mal mülk, eş dost, makam mevki aşkları da birer aşk değil midir? Sosyal hayatın içinde bir şekilde birlikte yol almak zorunda olduğumuz hırslı ve egolu insanların hırsları da birer aşk değil midir? Ve dahası, sırf hırsları yüzünden bize zarar veren, ezmeye çalışan bu insanların bize verdiği zarar da bir aşk uğruna değil midir?
Evet, kabul etmek gerçekten çok zor. Ama gerçek bu.
Eğer Hacer’ul Esved’i öperken kaburganı kıran kişiye sırf aşkı yüzünden hürmet edip yoluna devam edebiliyorsan, para, makam hırsı yüzünden sana zarar vermeye çalışan kişinin bu aşkına da hürmet edip yoluna devam etmeyi öğrenebilmelisin. Herkes bir aşk uğruna sağına soluna bakmadan yoluna devam etmeye çalışıyorsa sen de kendi aşkının ne olduğuna karar verip, başkalarına aşkları sebebiyle hürmet edip, kendi hedefine kilitlenmeyi öğrenmelisin. Etrafa takılıp kimseyle meşgul olmamayı artık öğrenmelisin. Aksi halde uygulamaya çalıştığın din şuursuz bir mecburiyetten, tasavvuf bir moda akımı olmaktan öteye gitmez.
Sabaha kavuşmayı bekleyen gecenin misâfiriyim yine. Uykum başını alıp gitti ve bedenim yürümekten yorgun fakat uyuyamıyorum. Zihnim dolu, gönlüm âvâre… Penceremin kenarına oturdum, bir boydan bir boya uzanmış şu caddeyi seyrediyorum. İçten içe de bu renkliliğin hikmetini, çokluktaki birliği, zıtlıkların birbirini nasıl tamamladığını idrak edebilmek istiyorum.
Dünya, âdetâ ezel ile ebed arasına köprü olmuş bir bahçe… Kendimize güvenip yerin, göğün yüklenmekten edep ettiği emânete biz sahip çıkmışız. İsim ve sıfatlarımızı kuşanıp gönderilmişiz bu cenk meydanına. Her birimiz başka bir sûrette; herkes kendi mânâsının kokusunu yayıyor. Kimi sümbül kimi menekşe kimi kaktüs kimi ot… Hepsi Gül’ün yüzü suyu hürmetine yaratılmış ve her farklılık birbirini tamamlıyor. Denge kurulmuş; her şey yerli yerinde bu meydanda. Ancak kimse farkında değil.
İnsan, emânetten bîhaber, isyan içinde! Eline imkân verilse meydandaki bütün düzeni değiştirir, çünkü hiçbir şey yolunda değildir ona göre. Arzu ettiği yahut hayal ettiği ona verilmiyordur. Cezalandırılması gereken, mutlu mesut yaşıyordur; mükâfatlandırılması gereken ise dertlerle meşguldür. Ne yaşanılanlarda ne de insanlar arasında adâlet vardır. Bu gafletin teşhisi de belli; sûretleri ve hâdiseleri kendimize perde yapınca bütünü görmekten, yani yapan ve yaptıranın kim olduğunu idrak etmekten âciz kalıyoruz. Benim sadece şu pencerenin çerçevesinden görünenleri seyre dalmam, ötesinden habersiz olmam gibi… Meselâ şu cadde, hakikatin bize yansıyan aynalarından biri ve bu yolda herkes âlemdeki rolü icabı hareket ediyor; kimi sağa sola sapıyor kimi düz gidiyor kimi geri dönüyor kimi de sadece duruyor… Aslında kendi kokusunu nerede duyarsa oraya meylediyor.
Bu cümleler neden şimdi zihnimde deverân ediyor, bilmiyorum. Uzun süredir çokluğa takılıp her şeyi sorguladığım için belki de… Halbuki farkında olmadan pek çok bahçede gezerek yetiştim. Türlü türlü çiçekler koklamak nasip oldu. Hem sevdim hem sevildim. Sonra büyüdüm ve bir gün nefis dikenlerine rastlayınca meydanın orta yerinde kalakaldım. Yaram var ey bahçedekiler, son günlerde çok kanıyor! Sizler birbirinizden uzaklaşıp birliği görmezden geldiğiniz için değil. Sizleri örnek alırken hayal kırıklığına uğradığım için de değil. Benlikten kurtulamadığımdan, O’nunla (c.c) râbıta kuramadığımdan! Önce kendime anlatabilsem aslında Gül’ün bahçesinde olduğumuzu… Gönlümü, gözlerimi, dilimi nefsime âlet etmesem ve kimsede kusur görmeyip darılmasam… Hani O’nun rızâsı olmadan bir yaprak dahi kıpırdamazdı? Dinleyip ne çabuk unutuyorum!
Şu dünya sahnesinde yeterince yükümüz varken kendimize ve birbirimize ettiğimiz zulüm neden? Cennet O’nun (c.c) olduğu yerken, O’nun olmadığı hiçbir yer de yokken bahçeyi yağmalamak neden? Emâneti hatırlasak, biraz durulup baksak… Aynı ağacın farklı dalları misâli, hakikatte sûretlerin hepsi vazifesini yerine getiriyor. İyi de kötü de kökten, yani O’ndan (c.c) beslenip hayat buluyor. Ve Cemâl’i sırlayan bu çokluk, aslında bir ağaç gibi Birlik’te yeşerip vuslata eriyor. Sonra aşk doğuyor! Gül’ün râyihası âlemi sarıp sarmalıyor. Belki de yaratılışın hikmeti burada aşikâr oluyor vesselâm…
https://i0.wp.com/arsiv.nefesyayinevi.com/wp-content/uploads/2016/03/hernefes_2016_01-kapak-1.jpg?fit=2480%2C3507&ssl=135072480Dergilerhttps://arsiv.nefesyayinevi.com/wp-content/uploads/2022/04/Nefes-Arsi_Logo-300x119.pngDergiler2016-03-15 18:13:362017-02-01 11:44:08Her Nefes Dergisi 75. Sayı Ocak 2016 (Cân-ı Candır)
Kyoto Üniversitesi bünyesinde hizmet verecek olan Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof.Dr. Yasushi Tonaga, öğrencilerini tasavvuf araştırmalarını yapmak için özellikle Türkiye’ye gönderdiğini söylüyor ve ekliyor: “ İslomofobiye karşı sufizme dayalı Türk İslam örneğiyle İslam’ın asıl yüzünü göstermek istiyorum.”
Türk Kadınları Kültür Derneği(TÜRKKAD) ve Kerim Vakfı’nın girişimleriyle ABD ve Çin’den sonra Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde de Kenan Rifai Tasavvuf Araştırma Merkezi açıldı. Geçtiğimiz hafta Japonya’nın Kyoto şehrinde yapılan resmi açılışa biz de katıldık. Kyoto Üniversitesi, bilimsel çalışmaları ve aldığı Nobel ödülleriyle tanınıyor. TÜRKKAD ve Kerim Vakfı’nın girişimiyle İslam Enstitüsü Bölümü içinde kurulan Kenan Rıfai Merkezi ise bundan sonra İslam tasavvufu araştırmalarıyla aynı üniversitenin bünyesinde adını dünyaya duyurmayı hedefliyor. Merkezin direktörlüğüne Kyoto Üniversitesi Asya ve Afrika Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi ve aynı zamanda aynı üniversitenin İslam Araştırmaları Merkezi’nde araştırmalarını yürüten Prof.Dr. Yasushi Tonaga getirildi. Tonaga, İslam tasavvufu çalışmak isteyen öğrencilerini öncelikle Türkiye’ye gönderiyor. Bunun sebebini de “İslam kültürünü iyi anlamak için Osmanlı kaynaklarını iyi bilmek lazım” diye açıklıyor. Törene katılan akademisyenlerin çoğu Türkiye’de çalışmış ve çok iyi derecede Türkçe biliyorlar. İslamofobiye karşı Japon halkına İslam’ın terör ve şiddet değil barış dini olduğunu anlatmak istediklerini söyleyen Tonaga, “Yeni merkezimiz genel Japon toplumunu İslam’ın diğer yüzü, yani İslam sufizmi hakkında bilgilendirmeyi başarabilirse, onlar da böylelikle İslamı farklı bir ışık altında görmüş olup İslamın güncel imajını değiştirecektir” diyor. Tonaga ile tasavvuf yolculuğunu, Türk tasavvuf araştırmalarını, yeni açılan Kenan Rifai Merkezi’ni ve İslamofobiyi konuştuk.
Önce şuradan başlayalım. Tasavvufa ilginiz nasıl başladı?
Tasavvufla alakam üniversitedeki ilk yılımda başladı. Ayrıca Toshihiko Izutsu’nun İbn Arabi ve onun ideolojisi üzerine yazdığı bir kitaptan etkilenmiştim.
Izutsu’dan etkilenip siz de İbn Arabi üzerine mi çalışmaya başladınız öyle mi?
Evet.
BUDİZİMLE SUFİZMİ KARŞILAŞTIRMAK İSTİYORUM
Sadece akademik olarak mı ilgilendiniz yoksa sufizme kişisel olarak da ilgi duydunuz mu?
Ben kendimi maalesef sufi olarak tanımlamıyorum. Tasavvuf düşüncesiyle çok yakından ilgileniyorum, ancak sadece İslam tasavvufuyla değil, genel olarak mistisizm ile yani dünyada bilinen her türlü mistisizm ile ilgileniyorum. Profesör Izutzu da aynı şekilde genel olarak mistisizm ile ilgileniyordu, özellikle de Doğu’daki mistisizm ile, yani oryantal olan mistisizmle. Ona göre İslam sufizm demekti. Bu çalışmaları yaparken “Izutsu Oryantalizmi” adı altında kendi oryantal felsefesini oluşturmak istiyordu. Taoculuk, Budistlik, Zen mistisizmi ve Budistliğin çeşitli mistisizm trendlerini ve Hint mistisizmini vesaire içeren bir oryantal felsefeydi bu. Mümkün olduğu kadar ben de onun düşünce yolundan gitmek istiyorum. Bu yeni açmış olduğumuz merkezde de çeşitli mistisizm trendlerinin karşılaştırması üzerine bir çalışma yapmak istiyorum, sadece sufizmle değil, aynı zamanda İslam sufizmi ile Budist mistisizm karşılaştırması mesela.
OSMANLI DÖNEMİ ÇOK ÖNEMLİ
Türkiye ile bağlantınız nasıl başladı?
1986-1988 yılları arasında Kahire Üniversitesi’nde okudum. Bu sırada 1987’de Türkiye’yi görmeye geldim. O an Osmanlı döneminin İslam kültürü için çok önemli olduğunu anladım, ancak yeterince bilgi sahibi değildim ve Osmanlı döneminde İslam medeniyeti ve İslam’da mistisizm konularını araştırmaya karar verdim.
Türkiye’de ne kadar süre araştırma yaptınız?
Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye’ye ilk 1987 yılında geldim. Daha sonra 1991’de ve ardından birkaç defa daha geldim. Ayrıca 2002 yılında tekrar gelip İstanbul Üsküdar’da altı ay kaldım. O tarihten itibaren de her yıl yaz mevsiminde İstanbul’da bir ay kalmaya başladım.
EL YAZMALARI SUFİZME İLGİMİ ARTIRDI
Çalışırken belgelerden yararlandınız. Özellikle de Osmanlıca metinlerden. Bunlar sizin çalışmalarınıza ne tür katkıda bulundu?
İslam medeniyeti konusu üzerindeki araştırmalarıma ilk olarak Arapça ve Farsça ile başladım. Bunlar Türk kültürü için önemli. Süleymaniye Kütüphanesinde çok sayıda el yazması buldum. Bunlar sadece Arapça ve Farsça değildi, aralarında çok sayıda Osmanlıca el yazması da vardı. Bu el yazmaları sufilik üzerine araştırma yapma isteğimi arttırmıştı.
Kyoto Üniversitesi’nde Tasavvuf Kürsüsü açma fikri nasıl ortaya çıktı?
Sufi araştırmaları için Japonya Kyoto Üniversitesi’nde Kenan Rifai Sufi Araştırmaları Merkezi’ni açmış bulunmaktan çok mutluyum. Kyoto Üniversite’sinin mistisizm çalışmaları üzerine uzun bir tarihi vardır.Özellikle de Budizm, Taoculuk v.s. gibi Uzak Doğu mistisizmi. Bununla birlikte İslam mistisizmi ile ilgili yeni trendler üzerinde çalışmalara başlandı. Dolayısıyla Kyoto Üniversitesi’nde bu sufi araştırma merkezinin açılmasının Japonya’daki tasavvuf çalışmaları ve Uzak Doğu için çok önemli bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum.
İSLAM’IN ASIL YÜZÜ GÖSTERİLMELİ
Bu merkezde İslam ile ilgili yapılan çalışmaların dünyadaki İslamofobi’nin önüne geçmesi konusunda bir katkısı olacak mı? Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Japonya’da Avrupa ya da Amerika’da olduğu gibi çok aşırı bir İslamofobi yok. Ama terör sebebiyle Japonların genel olarak İslama bakış açıları çok negatif. Ancak ben birkaç çeşit İslam olduğunu düşünüyorum. Biri çok terör odaklı radikal İslam. Ama Türkiye’deki geleneksel İslam’ın bu tarz bir İslam’dan çok farklı olduğunu düşünüyorum. Ve bunun sufizm ve tarikat geleneğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Ben de sufizme dayalı Türk İslam örneğiyle İslam’ın asıl yüzünü göstermek istiyorum.Japonya’da İslamofobi çok yüksek düzeyde değil. Bu sebeple şanslıyız. Ama Japonların İslam hakkındaki genel bilgi düzeyi de çok düşüktür. Dolayısıyla İslama bakış açımız çok yanlıdır. O yüzden, yeni merkezimiz genel Japon toplumunu İslam’ın diğer yüzü, yani sufi İslamı hakkında bilgilendirmeyi başarabilirse, onlar da böylelikle İslamı farklı bir ışık altında görmüş olup İslamın güncel imajını değiştirecektir.
Ortadoğuya baktığımız zaman İslam ülkeleri arasında savaş ve şiddet söz konusu. Yine son zamanlarda İslam’ın adı IŞİD ile anılmaya başladı.Bütün bunlar Japonlar’a İslamı anlatırken sizi zorluyor mu?
Sufizm alanında uzmanlık yapan biz Japonlar için zor bir durum bu. Genel Japon toplumuna İslam’ın özünde radikallik ya da şiddet olmadığını anlatmak kolay değil. Bizim bu insanlarla sadece üniversite içinde değil aynı zamanda üniversite dışında verilen seminerlerde de konuşup görüşmek için çok imkanımız oluyor. Onlara İslam’ın özünde barış ve sevgi dolu bir din olduğunu ve bunun sufizm dayalı olduğunu anlatıyoruz. Ama bir gün verdiğim seminerlerden birinin hemen ardından bir bomba olayı gerçekleşti. Dolayısıyla o terör olayı sayesinde Japon halkını anlatmak istediğim her şey alt üst oldu. Bu çok üzücü bir durum ama Japon halkının İslam’a bakış açısını düzeltmek için çabalamaya devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Osmanlı’da sufizm üzerine çalışan ilk japon’um
Japonya’dan Türkiye’ye gelen çok sayıda akademisyen var. Bu akademisyenlerden çoğu Süleymaniye’deki Osmanlı arşivleri üzerinde çalışıyor. Ama iki ülkeye baktığımız zaman ikisi birbirinden çok uzak. Sizce bu ilginin sebebi nedir?
Çok sayıda Japon akademisyenin Osmanlı arşivleri üzerinde ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştığı doğrudur. Ama benden önceki Japon akademisyenler İstanbul’a Osmanlı tarihi üzerinde çalışma yapmak için geliyordu. Yani İslam düşüncesi, özellikle de sufizm üzerinde çalışma yapmak için değil. Muhtemelen bu konu üzerinde Süleymaniye’deki arşivlerde araştırma yapan ilk Japon bendim ama benden sonra çok sayıda genç benim izimi takip ederek Süleymaniye’deki Osmanlıca el yazmalarından bilgi topluyor. Şimdilerde sufizm konulu Osmanlı arşivleriyle ilgilenen Japon akademisyenlerin sayısı giderek artmakta.
Öğrencilerimin yarısı Türk tasavvufuyla ilgileniyor
Bugüne kadar kaç öğrenci yetiştirdiniz, tasavvufun hangi alanlarında çalışmalar yaptılar?
Okulda üç lisansüstü bölüm vardır. Bu üç bölümden biri bizim bölümümüzdür ve bu bölümde üç departman vardır. Bu departmanlardan biri de İslam Dünyası Araştırmalarıdır. Biz sadece lisansüstü eğitim verilmektedir, lisans eğitimi verilmemektedir. Ve her sene bu lisansüstü eğitim için yalnızca üç öğrenci seçiyoruz. Yani her sene ben tasavvuf araştırmaları için bir ya da iki öğrenci seçiyorum. Bunlardan bazıları Arap tasavvufu bazıları da İran tasavvufuyla ilgileniyor.
Öğrencilerinizi daha çok Türkiye’ye yönlendiriyorsunuz bunun sebebi nedir?
Son zamanlarda ise, öğrencilerimin yaklaşık yarısı Türk tasavvufuyla ilgileniyor, Osmanlı dönemi tasavvuf ile modern Türkiye’de tasavvuf. Öğrencilerimizi yabancı ülkelere, göndermek için çeşitli programlarımız bulunmakta. Bu ülkelerden biri de özellikle Türkiye’dir. Bu nedenle, her sene öğrencilerim birkaç ay hatta bazı durumlarda bir-iki sene Türkiye’de bulunuyorlar. Burada gerek alan çalışmalarını yürütüyorlar ya da zamanlarını kütüphanelerde ve arşivlerin arasında geçiriyorlar.
Türk akademiyenin başımızın üstünde yeri var
Kenan Rifai Enstitüsü kuruldu ve siz de bunun başındaki isimsiniz. Bundan sonra bu merkezde neler yapılacak? İslam’a katkısı, sufizme katkısı ne olacak?
Geçen yaz Türkiye’ye gitmeden önce Japonya’da Kerim Vakfı’nın Kyoto Üniversitesi’nde sufizm üzerine bir merkez açmaya niyet ettikleri konusunda bilgilendirildim. Ağustos 2015’te de yazın bir ay İstanbul’da kalma fırsatım olmuştu. O sırada Kerim Vakfı ile de görüşmek için birkaç fırsatım olmuştu. Bir görüşmemizde de merkezin kurulması hakkında anlaşmaya vardık ve ardından görüşmelerimiz devam etti. Kasım 2015’te Kenan Rifai Sufi Araştırmaları Merkezi’ni kurmaya karar verdik. Hazırlık ofisini o zaman açtık. Mart 2016’da da Kyoto Üniversitesi’ne yaklaşık 50 seçkin Türk misafir davet edip merkezimiz için çok heyecanlı bir açılış töreni düzenledik.
KÖPRÜ KURMAK İSTİYORUZ
Gelecekte ise burasının tasavvuf çalışmaları alanında Asya ve özellikle de Uzak Doğu, güneydoğu Asya, doğu Asya, vesaire için bir merkez haline dönüşmesini istiyorum. Merkezimizin ayrıca Uzak Doğu ile Orta Doğu arasında köprü görevini görmesini istiyoruz. O yüzden öğrencilerimin çoğunu Sufizm araştırmaları için Türkiye’ye göndermek istiyorum, yalnızca modern Türkiye’de tasavvufu değil aynı zamanda Osmanlı dönemi tasavvufu konusunda araştırma yapmaları için. Ayrıca Türk öğrencileri ile akademisyenlerin de Kyoto Üniversite’ye gelip seminer vermeleri ya da okumaları için başımızın üstünde yerleri vardır.
Bilgisayar, cep telefonu ya da tabletten Ses Arşivi menüsüne tıklayarak Cemâlnur Sargut’un 2015 ve 2016 yıllarındaki tasavvuf, Mesnevî ve Fusûsu’l Hikem derslerinin ses kayıtlarını ücretsiz olarak dinleyebilirsiniz.
SoundCloud uygulamasını cep telefonunuza indirerek de sözkonusu kayıtlara ulaşabilirsiniz. Bilgisayar ya da cep telefonu üzerinden oynatma listeleri oluşturabilir ve dilediğiniz ses kayıtlarını internet ortamında paylaşabilirsiniz.
https://i0.wp.com/arsiv.nefesyayinevi.com/wp-content/uploads/2016/03/souncloud_988x642.png?fit=988%2C642&ssl=1642988Haberlerhttps://arsiv.nefesyayinevi.com/wp-content/uploads/2022/04/Nefes-Arsi_Logo-300x119.pngHaberler2016-03-12 16:49:102016-07-22 19:39:59CEMÂLNUR SARGUT‘un Ders Kayıtları Sizin İçin SOUNDCLOUD’da…
ABD ve Çin’deki İslam Araştırmaları kürsülerinden sonra Japonya’da Tasavvuf Araştırmaları Merkezi kuruluyor.
Türk Kadınları Kültür Derneği ve Kerim Vakfı’nın girişimleri ile Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde kurulan Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezinin resmi açılış töreni 6 Mart Pazar günü Japonya’da gerçekleştirilecektir.
TÜRKKAD İstanbul şubesi başkanı, Kerim Vakfı kurucu üyesi ve tasavvuf araştırmaları ile tanınan Cemalnur Sargut’un girişimleriyle Japonya’da açılan bu araştırma merkezi yurtdışında kurulan üçüncü merkez olma özelliğini taşımaktadır. 2009 yılında ABD North Carolina Chapell Hill’de, 2011’de Çin Pekin Üniversitesi İleri Beşeri Bilimler Enstitüsü’nde Ken’an Rifai İslam Araştırmaları Kürsüleri kurulmuştu. Kyoto Üniversitesi ise akademik camiada yürütmekte olduğu üst düzey araştırmaları ile tanınmaktadır ve Japonya’nın ilk üç üniversitesi içinde yer almaktadır.
TÜRKKAD ve Kerim Vakfı tarafından başlatılmış olan girişimle kurulan Kyoto Üniversitesi’ndeki Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi ile Japonya’da İslam alanında yapılan çalışmaların derinleştirilmesi ve tasavvuf araştırmalarının artırılması hedeflenmektedir. Merkezin eğitim alanında iki ülke arasında karşılıklı kurumsal anlayış ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine de katkı sağlaması beklenmektedir. Merkezin direktörlüğüne Kyoto Üniversitesi Asya ve Afrika Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi, aynı zamanda üniversitenin İslam Araştırmaları Merkezinde araştırmacı olarak görev yapmakta olan Prof. Yasushi Tonaga atanmıştır. Prof. Tonaga, İbn-i Arabi uzmanı olarak tanınmaktadır. Özelde Osmanlı dönemi olmakla birlikte tasavvufî düşünce ve hareketler konusunda çalışmalar yapmaktadır. Prof. Yasushi Tonaga iyi derecede Türkçe bilmektedir.
Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin resmî açılışı 6 Mart Pazar günü Kyoto Üniversitesi’nde, üniversite yetkilileri, TÜRKKAD ve Kerim Vakfı yöneticilerinin katılımı ve Türkiye’deki akademik camiadan tanınan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Doç. Dr. Osman Nuri Küçük, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Özel’in yanı sıra açılış izlemek için Türkiye’den gelen basın mensuplarının da yer aldığı bir tören ile gerçekleştirilecektir. Törene Japonya Büyükelçisi Ahmet Bülent Meriç Tokyo’dan katılacaklardır. Törende dekan Prof. Yasushi Kosugi, Türkiye Büyükelçisi Ahmet Bülent Meriç ve Cemalnur Sargut açılış konuşmaları yapacaklardır. Ardından Prof. Yasushi Tonaga ve Türkiye’den Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın tasavvuf başlığı altında yapacakları konuşmaları ile törende yer alacaklardır.
Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Açılış Töreni06 Mart Pazar günü Türkiye saati ile saat:09:00 ‘da http://kerimvakfi.org/pg/canli-yayin sayfasından CANLI yayınlanacaktır.
Tarih: 06 Mart 2016 Pazar saat: 9:00 Yer: Kyoto Üniversitesi