Sohbetler (Mart 2014)
Sâmiha Hanım:
-Görmek için aklın bir yardımı olmuyor. Belki aşk erbâbı için, ‘her ne makama geldim ise aşk ile geldim!’ kaidesi hâkim…
– “Evet ama, bu yolda faydalı olmayan akıl, dünya aklıdır. Aslında akıl, büyük şeydir. Akıl mertebesi büyük mertebedir.”
Semîha Hanım:
-Cebrâil’in temsil ettiği akıl, akl-ı kül değil midir?
– “Evet… fakat akıldan da büyük mertebe vardır. Cebrâil’in temsil ettiği ilâhî akıl ise, akılsızlığın hududuna kadar geliyor ve ‘Bir adım daha atarsam yanarım’ diyor. Fakat Rûh-i Muhammedî ‘Ko, yanarsam ben yanayım!’ diyerek Cebrâil’i geride bırakıp Sidretü’l-müntehâdan ileri geçiyor.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 92)
**********
Sâmiha Hanım:
– Bilmenin âlâ derecesi nedir?
– “Bilmemektir. Bilmem diyen öğrenir. Bilirim diyene ne söylenir?”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 92)
**********
Sâmiha Hanım:
-Herkese olan tecellî, kendi aynasının cilâsı ölçüsünde midir?
– “İşte, herkes bakar bir an görür, bu demektir. Herkes mâşuktan bir türlü zevk alır ve onda görebildiğine hayran olur. Meselâ kimi karanlıkta filin hortumunu tutmuş, ‘Fil boru gibidir!’ diyor. Kimi kulağını
yakalamış, ‘fil yelpaze gibidir!’ diyor. Kimi bacağını yakalamış, ‘Fil, sütun gibidir’ diyor. Halbuki güneş doğup fil görünür olunca, hepsi de zan ve hükümlerinden dolayı hayrete düşüyorlar. Ama aslına bakılacak
olursa, bunların zannı da büsbütün yanlış değildir. Çünkü onlar filde ne gördülerse ancak onu dile getirebildiler. Halbuki fil, yalnız bu vasıflardan mı ibarettir?
Meselâ Azîz Efendi Mısır’a gitti. Ona, ‘Mısır nasıl bir yerdir ve orada neler vardır?2 diye soracak olsanız, size, camilerinden, tekkelerinden, türbelerinden bahsedecektir. Halbuki dünyâya sâdece eğlence ve zevk gözlüğü ile bakan bir başka kimseye sorsanız, size, barlardan, pavyonlardan, kadınlardan bahsedecektir. Münevver bir cemiyet adamının nazarları ise, kütüphaneler, konferanslar ve toplantılar üstünde dolaşacaktır. Fakat bunların hiçbiri, tamâmiyle Mısır’ı tanımıyor demektir. Ancak memleketin yerlisi olan bir kimse, size, hem camilerinden hem tekkelerinden hem barlarından hem kültür faaliyetlerinden bahsedebilir. İşte bu küllî kavrayış, her ismi kendinde toplayıp birlemiş olan kâmil insanın hâli gibidir.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 96)
**********
Sâmiha Hanım:
– Hazret-i Mevlânâ da tavırları izah ederken, herkesin bir tavrı olduğunu, ancak insan-ı kâmilin bütün tavırlara birden sahip bulunduğu anlatır.
– “Evet, kâmil insan demek, bütün âlem demektir.
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 96)
**********
Sâmiha Hanım:
– Hadîs-i şerifte ‘İnsanlar arasında en şiddetli belâya dûçâr olanlar nebîlerdir. Sonra onlara yakın olanlar sonra da bu yakınlara yakın olanlar gelir’ buyruluyor. Hamların tahammülü olmadığı için mi bu
böyledir?
– “Tabiî… pek çok kimse vardır ki en küçük sıkıntı karşısında şikâyet ve feryâda başlar. Çünkü ıztırâba tahammül edecek olgunluğa sahip olmamıştır. Onun için en büyük belâ en üst derecede olanlara verilir.”
Sâmiha Hanım:
– Dağına göre kış…
– “Evet, dağına göre kış. Bilmiyor musunuz, Resûlullah Efendimiz ‘Hiçbir peygamber benim kadar ezâ çekmemiştir!’ diyor.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 109)
Ken'an Rifâî
Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)
- Sohbetler (Ekim-Kasım-Aralık 2018) - 31 Aralık 2018
- Sohbetler (Temmuz-Ağustos-Eylül 2018) - 2 Ağustos 2018
- Sohbetler (Nisan-Mayıs-Haziran 2018) - 7 Haziran 2018
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!