“Sâmiha Ayverdi’nin Önde Gelen Vasfı, Mutasavvıf Oluşuydu”

Sâmiha Anneyi tanıdığımdan beri, hep Sâmiha Annemi herkes tanısa, sevse, bilse, hep ondan bahsetsek, ondan konuşsak fikir ve isteğinde olmuşumdur. Bu yüzden de Sâmiha Anne hakkında konuşur musun diyenlere bütün aczime ve kifâyetsizliğime rağmen peki demişimdir. Sâmiha Anne’den bahsetmek… Ne büyük mazhariyet!

Mürşidine “Bugün de Sâmiha, yarın da Sâmiha, kıyâmete kadar da Sâmiha” dedirten, resminin arkasına “Ken’ân’ın emekleri mahsûlü Sâmiha Can” yazdıran, kendi ifadesiyle, mürşidinin rast ve cilalı bir aynadaki tam aksi olan Sâmiha Anne’yi, Sâmiha Ayverdi’yi anlatabilmek mümkün değildir. Bu büyük insanlar ne kadar gayret etsek anlatılamazlar. Ama çok vecheli, çok yönlü olan bu insanların bazı yönlerinden, vechelerinden bahsedilebilir. Şimdi ben de öyle yapacağım. Benimle alâkalı olan yönünden, yani 1950’li yıllardaki gençlerle olan alakasından ve anneliğinden bahsedeceğim. Büyük meziyetlerle, parlak kabiliyetlerle doğan bu büyük insan, çok küçük yaşından itibaren etrafını anlayan, hâdiselerin farkına varan, anlayabilen ve bunları ileride kullanmak üzere hâfızasında biriktiren değişik ve farklı bir çocukluktan sonra çok erken bir yaşında, kendisini devrin büyük mutasavvıfı, insan-ı kâmili, mürşid-i kâmili, müceddidi yani yenileyicisi olan Ken’ân Rifâî Hazretleri’nin irşat halkasında buldu. Bir mutasavvıfın hayatı için çok kısa sayılabilecek bir devrede tüketicilikten üreticiliğe geçerek eserlerini vermeye başladı. (…) Bu suretle de cemiyete, insanlara hizmeti başlamış oldu.

Kendisi de bir mutasavvıf yazar olan Safiye Erol Hanımefendi insanları cemiyete bir norm, şekil, yaşama üslûbu getiren, müstahsillerle – o öyle diyor tabii- yani üreticilerle, bundan farkında olmadan faydalanan tüketiciler bulunduğu şeklinde insanları ikiye ayırır. İşte Sâmina Anne de erkenden müstahsil (üretici) sınıfa gelerek eserlerini vermeye başlamıştır.

Ezel anasından, büyük vazifeler, büyük mesuliyetler omuzlamak üzere doğan, büyük, üstün istidatlar, dünya planında büyük insanların ellerine tevdî edilirler ki, dünya planında geçirecekleri mahdut bir zaman dilimini, mânevî eğitimlerini bir an evvel yaparak alacakları mesafeleri çabuk kat ederek ve geçecekleri merhaleleri aşarak bir an önce müstahsil olarak halka, cemiyete faydalı olsunlar. Biliyorsunuz bu insanlara Kur’ân-ı Kerîm “sadıkûn” diyor. Bu “sadıkûn” dediği insanlar hakikati bilerek dünyaya gelmelerine rağmen, dünya planında bir mürşid-i kâmile intisap etmek ve mânevî eğitimlerini tamamlamak durumundadırlar. (…)

Peki, bu büyük insanlar kimdir dersek, bu büyük insanlar asırların dönemeçlerinde insanlar hakikati unuttukları, göremedikleri zaman, şaşırdıkları zaman, gaflette, dalalette kaldıkları zaman, kütlevî şuuraltının, kolektif şuuraltının çekişiyle zuhura gelirler. Ve devrin ihtiyaç ve talebine göre Kur’ân-ı Kerîm çerçevesinde tefsir ettikleri hakikati, bir mizan, bir yaşama üslûbu olarak cemiyete arz ederler. Kendi seçkin yakınlarına, talebelerine de bu sistemi, bu üslûbu sistemleştirerek yayma vazifesi verirler. Sâmiha Anne çok veciz bir şekilde (…)  bu hakikati bakın şöyle ifade eder:

“Mürşit, zamanın ihtiyaç ve talebini, hayat ve bekā şartlarını, çekirdek olarak bizzat hâlil olan üstün prensip, mürid de ondan aldığı emaneti kendi varlığında geliştirerek cemiyete maddî verimler hâlinde iâde eden, iâde ederken de fikri fiile çeviren, aksiyona çeviren aktif ve tamamlayıcı elemandır.”

Efendim, Sâmiha Anne, tasavvufî romanlar, hikâyeler yazmış bir yazar, tarih felsefesi diyebileceğimiz târihî eserler vermiş bir tarihçi, cemiyetin mühim meselelerine parmak basarak çözüm önerileri getirmiş bir mütefekkir ve kendine kalan çok az, çok kısa zamanlarında da gönlüyle söyleşerek, hasbıhal ederek mensur şiirler yazmış bağrıyanık bir âşıktı. Amma bütün bu saydığımız vasıflarının önünde gelen vasfı, mutasavvıf oluşuydu. Bütün faaliyetlerinin kaynağını mutasavvıf oluşu teşkil etmiştir.

Müminin gönül ikliminde, İslâm’dan imana, imandan ihsana doğru yükselen mânevî tekâmül, İslâm dininin bütün safveti, hassasiyeti ve derinliğiyle, Allah’ın emirlerine, Peygamber’inin ahlâkına göre yaşanması demek olan tasavvuf, Türk cemiyetine büyük insanlar vermiştir. Devamlı bir tekâmül kanununa yani ilerleme, gelişme kanununa uymuş giden dünyada insanlar gündelik hayatlarının hay ve huyu arasında pek farkında olmasalar da değişmek istedikleri gayenin öncüleri, insanların yüzünü iyiye, güzele, doğruya, temize çevirmek isteyen idealistlerin pek çoğu bu zümredendir. Sâmiha Anne de devrin anlayışını, vefâ seviyesini bir adım ileri götürmek, insanlığı bir bütün, ferdi de o bütünün aktif bir parçası hâline getirebilmek, insanları ferdî dert ve davâlardan, menfaatlerden küçük zevk ve zaaflardan kurtararak cemiyetin hayrına, insanların hayrına çalıştırmaya sevk edebilmek ve aslında onlara en iyi, en güzel, en doğru, en temiz kemâlin yani olgunluğun, ilerlemenin ve bilhassa müteal varlığın yani aşkın, yani Allah’ın hasretini, sevgisini ve iştiyakını aşılamak istiyordu. Bu planda, bu hususta çalışmaya kendini vermiş, devam etmiş gitmişti.

Dr. Turgut Alsırt

 

(Türk Kadınları Kültür Derneği’nin 50. Yılı kutlamaları çerçevesinde 15 Mayıs 2016 tarihinde Ankara’da yapılan “Vefâtının 23. Yılında Sâmiha Ayverdi” başlıklı toplantıda Dr. Turgut Alsırt’ın yaptığı konuşmadan alınmıştır.)

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın