Sâmiha Ayverdi’nin Fütüvvet Anlayışı

Fütüvvet’in kelime kökeni yiğit anlamına gelen Arapça fetâ kelimesidir. Fetâ bir anlamda yiğit,  fütüvvet ise yiğitlik demektir.

 

İbnü’l-Arabî’ye göre fütüvvet, belirli bir gruba veya tasavvuf ve dindeki belirli bir bakış açısına delâlet etmez: Fütüvvet, kuvvet ve güç makamıdır, “fütüvvet, içinde zayıflık bulunmayan bir şeydir.”

 

Yine İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem’de “Ârif bütün parçalarıyla Allah’ı bilen kişidir” buyuruyor. Yani iman arttıkça kul kalbi, aklı, nefsi ve bütün vücuduyla dostluğa şahâdet eder ve dost kesilir. Dost ise mümin, kâfir, iyi, kötü ayırmadan bütün yaratıklara hizmet eder ve adâleti sağlamaya çalışır. Ama adâletin kendinden geldiğini de kimseye hissettirmez. Yani dost, baştan aşağı merhamet demektir” diyor. İbn Arabî Hazretleri’nin bu sözleri bize Harakânî Hazretleri’nin“Hak Teâlâ bana öyle bir fikir verdi ki onun bütün mahlûkâtını onda gördüm; onda kalıp durdum, gece gündüz onun meşguliyeti beni sardı, fikir basirete dönüştü, küstahlık muhabbete dönüştü, heybet ve vakara dönüştü. O fikirle onun birliğini kavradım ve öyle bir mertebeye ulaştım ki fikir hikmete dönüştü. Dosdoğru yola ve halka şefkat haline dönüştü. Onun halkına karşı kendimden daha şefkatlisini görmedim.”  sözlerini hatırlatıyor.

 

Harakânî Hazretleri ise dostluk hakkında şöyle buyurur: Allah bir grup insanı dost edinmiş, onları dostluk sebeplerine vesile kılarak kendilerine, kullarımın hakkını veriniz, buyurmuş. Bir kısmını saraya gönderip kullarımın hakkını verin demiş. Bir kısmını ovaya gönderip kullarıma ihânet etmeyin demiş, bir grubu da dost tutup beni seyrediniz, demiş. Yeryüzünde nice kimseleri diri biliriz oysa ölüdürler, yerin karnında da bazılarını ölü biliriz, halbuki diridirler. Görülüyor ki dostun özelliği, halka hizmet ve ezelî ve ebedî diri olmaktır.

 

Zamanı ve mekânı olmayan fütüvvet anlayışında yakînen tanıdıǧım hakiki bir fetâ Sâmiha Ayverdi’dir ki bu devirde fütüvvet olmaz diyenlere, yaşayan Kur’an olan hayâtı ile âdetâ cevap vermiştir. Annem Meşkûre Sargut “40 yıl mânâ yastığına beraber baş koyduk” dediği hocası Sâmiha Ayverdi’yi şöyle anlatıyor: “Umumun hayrına olan her türlü işleri yılmadan yerine getirmek ve cemiyeti tekâmüle sevketmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret kuşağını beline dolayan hâlis insandır.” Allahu Azîmuşşan, Bakara Sûresi’nde bizlere, ahdinizde durun ki ben de ahdimde durayım, diyor. İşte dostluğun ve fütüvvetin en büyük özelliklerinden olan ahde vefâ göstermek, gayret etmekten başka birşey olabilir mi? Gerçek fetâ olan Hz. Peygamber’in ahlâkıyla ahlâklanmadıkça, yaşayan fetâ olmanın mümkün olmadığı, büyüklerimiz tarafından bize gösterilmektedir.

 

Fütüvvet kelimesinin mânâsına dönersek, Süleyman Uludağ da aynı şekilde kelimenin sûfi terminolojisindeki yerine açıklık getirerek, kelimenin, sûfide bulunan fedâkârlık, diğergâmlık, iyilik, yardım, insanseverlik, hoşgörü ve nefsine söz geçirme gibi ahlâkî niteliklere işaret ettiğine dikkat çekmiştir. Sâmiha Ayverdi’de çok bariz gözüken bu haller belki hocası Kenan Rifâî Hazretleri’ne annesinin söylediği “İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaradılmışları da içinden gelen aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında onlarla dost olmalı, onlara sempatik ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak, başarılarından sevinç duymalı, başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki, onların doğumlarına sevinmeli, ölümlerine de acı duymalısın” tevhid anlayışını yaşamasıyla oluşmuştur. 

 

Hocasının da yaşadığı bu hali giyinen hocam Sâmiha Ayverdi, gene şükrünü hocası vâsıtasıyla Allah’a şöyle ifâde eder: “Tundan Tuna gitmeyi, renkten renge girmeyi, senden değil derlerse ya ben kimden öğrendim. Yetmişiki milletle yetmiş türlü mezheple, izzet zillet mihnetle, vahdet kesret hicretle, hasret hasret hasretle, haşır neşir olmayı senden değil derlerse ya ben kimden öğrendim.”

 

Fütüvvet kelimesinin sûfi çevrelerde çok geniş içerikli tanımlamaları yapılmıştır. Ca’fer es-Sâdık’a göre fütüvvet, ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifâdesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir. Ebu Bekir el-Verrâk’a göre fütüvvet, kişinin hasmının olmaması, yani herkesle iyi geçinmesi ve herkesle barışık olması, sofrasında yemek yiyen müminle kâfir arasında ayrım gözetmemesidir. Harakânî Hazretleri bu mealde bu sempozyumda sık sık tekrarlandığı gibi, “her kim bu eve gelirse ekmeğini verin, adını dinini sormayın, zira ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya lâyık olan herkes elbette Ebu’l-Hasan’ın sofrasında ekmek yemeğe de lâyıktır” diyerek açıklar.

 

Sâmiha Ayverdi ise Hancı kitabında aynı mânâyı şöyle anlatır:

 

Sen ateşperestsin dediler..

Belî, semenderle yek-murâdım dedim.

Sen Mecûsîsin dediler.

Belî, gönlümdeki ateşe taparım dedim.

Senin için putperesttir diyenler de var, dediler.

İnkâra sebep ne?İmânım sana gönül verip benden kaçalı kâfirim artık dedim.

Sen Mezâmir okuyup ağlarmışsın dediler.

Ah, ağlarım elbet, Davut da bir vakitler benim için gözyaşı dökmüştü dedim.

Duyduk ki hep Mûsâ’dan yana çıkarmıssın dediler.

Nasıl çıkmam, Firavuna karşı koyarken benimle meşveret etmişti dedim.

Hilâf değil bu söz, sen Tersasın dediler. Belî Belî, İsa ile ilişiğim ezelîdir dedim.

Seni müslüman tutanlar da eksik değil dediler, hem de ne doğru, muvahhidim ben, bu cihanda seni birlemekten gayri ne kârım var Allahım, dedim.

 

Yine başka bir açıklamada Kuşeyrî, fütüvvetin, dilenci veya yardım isteyenlerin geldiğini görünce kaçmamak; insanlara eziyetten kaçınıp bol bol ikramda bulunmak olduğunu ifâde etmiştir.

 

Sülemînin fütüvvet adlı eserindeki tanımlarından birine göre, fütüvvet, bir kimsenin başkalarının hak ve menfaatlerini kendisininkinden üstün tutması, başkalarından gelen ezâ ve cefâlara katlanması, hatâları görmezden gelmesi, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınması, kendisini aşağıda ve başkalarının kendisinden kıymetli bilmesi, sözüne sâdık olması, vefâlı olması ve olduğu gibi görünmesidir.

 

Sâmiha Ayverdi’nin Sülemî’nin bu sözlerini açıklayan tavrı, onun hayatının temelinin Allah inancı, inancın temelinin de ahlâk-ı Muhammedî olduğunu bilmesi ve yaşamasıdır. Her zaman şöyle dedi: Güzel ahlâkın kemal noktası yaratılanı sevmektir. Bu, temelde herkes tarafından bilinmesi gereken, yaradılmışların yaratandan ayrı olmadığı gerçeğidir. Bazıları yaratılmışları yaratandan ayrı görür. Diğerleri ise tamamen zıt görüştedir. Şanslı olan üçüncü sınıf ise, insanlarla konuştukları zaman Allah ile ilişkide olduklarının şuurundadırlar. Kısaca, Allah’ı seven bu sınıf, korku ve hüzün taşımazlar. Böylece de yaratılmışa karşı merhametli, sabırlı, affedici olur, sevgi ve muhabbetle davranırlar.

 

Sûfilerin fütüvvet kelimesine yükledikleri bir diğer anlam ise sûfinin kendisi ve nefsi arasında kurduğu ilişki ile ilgilidir.

 

Kuşeyrî’ye göre fetâ, nefsinin arzularına karşı çıkabilen yiğittir. “Fetâ, nefis putunu kıran kişidir” denilmiştir. Fetâ irâdesine hâkimdir: “Rabbi için nefsinin hasmıdır.”  Sâmiha Ayverdi, Son Menzil isimli kitabında kendi mânâsını şöyle anlatır: İçi tımar olmamış kimse, ister âlim, ister hakim, ister sanatkâr, ne kıyafette olursa olsun, kâmil değildir. Kâmil insan, kendi kendinin âmiri, iç dünyasinin nâzımı, ve irâdesinin sahibi olandır.

 

Bir diğer sûfi Hallac-ı Mansur, fütüvvet kavramını, sebat yönünden ele alır ve fütüvveti, “bir dâvâ sahibi olmak ve neye mâl olursa olsun bu dâvâdan dönmemek” diye târif eder. Hallac-ı Mansur’a göre İblis dahî, lânetlenmek uğruna dahî olsa söylediği sözden dönmemesi ile fütüvvet sahibi olarak gösterilir. Sâmiha Ayverdi ise bu konuda, “bir milleti ekmeksizlik degil, gayesizlik öldürür, İslâmıin gayesi ilâ-yi kelimetullah olduğu sürece kurduǧu tevhid aǧıyla kıtaları birbirine bağlamakta zorluk çekmemiştir”demektedir.

Anlaşıldığı üzere sufî anlayışında fütüvvet kelimesi birçok güzel ahlâkı temsil etmesi sebebi ile, Uludağ’a göre tasavvufun temel kelimelerinden biri hâline gelmiştir. Fütüvvet kelimesinin önemi ve kapsamı Sülemî’nin fütüvvet tanımı ile kolayca anlaşılabilir.

 

Sülemî’ye göre fütüvvet, “Âdem gibi özür dilemek, Nûh gibi iyi, İbrâhim gibi vefâlı, İsmail gibi dürüst, Mûsâ gibi ihlâslı, Eyyüb gibi sabırlı, Davud gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli, Ebu Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adâletli, Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olmaktır.”

 

Gene Sülemî’ye göre fütüvvet, güzel ahlâk olup fütüvvet ehli Hak aşkı ve halk sevgisiyle doludur. Allah aşkı etrafında şekillenen güzel ahlâk ve güzel muamelenin bütün inceliklerini fütüvvet ehlinde gözlemlemek mümkündür. Onlar, sevdikleri kimseye gerek sevdiği gerek sevmediği hususlarda muhâlif olmaz, dostları bağışlar, onları azarlamaz, halka güzel zan besler ve onlara saygıyı muhâfaza eder.

 

Görülüyor ki fütüvvet ehli, kâmil insan olma seviyesine ermiş kişidir. Sâmiha Ayverdi’nin, “hakiki mürşit kimdir?” sorusuna, “tasavvuf felsefesiyle uǧraşan kimse değil, tasavvuf şuurunu amel ve fiil haline getiren kimsedir” demesi, ahlâk-ı Muhammedî’yi yaşadığının en güzel delilidir. Bu mealde şöyle der: “Artık bu asrın insanı, kendini yalnız et, kan ve kemikten ibâret bir mahlûk olarak görmek, onun için de sadece etine ve kemiğine hizmet etmek dalâleti içindedir. Bu yüzden de hâmil olduğu gerçekleri arayıp sormaz ve hattâ seçemez olmuştur. Netice itibâriyla kendine yabancı hattâ düşman kesilen bu insan sevgiyi unutmuş, imandan, ihlâstan habersiz kalmış, sonunda da üstüne çöken egoizme teslim olarak onun emrinde dünyaya meydan okuyan bir dev hâline gelmiştir.

 

Halbuki insan tabiatında köle ve emir kulu kalmaya mahkûm hisler vardır. Kin, nefret, intikam, yalan ve iftirâ gibi. Cemiyetler ne vakit bu kölelere hürriyet tanıyıp başıboş bırakacak olursa hayat düzeni altüst olmaya mukadderdir.

İnsanoğlunun hamurunda müsbet ve menfi duygulara beraberce yer verilmiştir. Yeter ki menfi kuvvetler, müsbet enerjinin hüküm ve kontrolü altında kalsın. Böylece de köleye efendi mevkii verilmesin. Bu idrâke yalnız biz Türkler değil, bütün dünya muhtaçtır.”

 

Anlaşılıyor ki feta, bütün devirlerde yaşayan ve Peygamber’in cübbesinin altında olan ve omuzlarında taşınan Hz. Ali gibi gerçek insandır ve bu hâle, Allah aşkıyla kavuşmuştur. Sâmiha Anne, hocası Ken’an Rifâî’nin fütüvvet anlayışında aşkın rolünü   ifade edişini şöyle dile getirir: “Rabbim her şeyden evvel bana istemeyi unutturdu. Azıcık hararetim olur da su içersem aşk lezzeti duyarım. Aşk; insanı acı ve tatlı kaydından kurtarır. İbâdet de aşksız olursa işe yaramaz. Cemâli görerek yapılan ibâdetle Allah’ın emriyle yapılan ibâdet arasında fark vardır.”

 

Sâmiha Ayverdi kendi aşk anlayışını ise şöyle anlatır: “Bir odunun sobada parlak alevlerle çatır çatır yanması zevkli ise de  o çatırtı ile o hâlde kalacak olursa ondan bir netice hâsıl olmaz. Yani oda ısınmaz, hâlbuki ondan istifâde lâzımdır. Bunun gibi kendimiz için değil, âlem için olmalıyız. Odunun gürültü patırtıdan sonra kor haline gelmesi nasıl lâtif ise âşığın da sükûnete ermesi ve kendini halkın emrine vermesi zevk ve gayedir.”

 

Sâmiha Ayverdi, yaşama geçirdigi fütüvvet ahlâkını anlaşılıyor ki mürşidi Ken’an Rifâî’den öğrenmiştir. Kendisinde şâhit olunan bu üstün ahlâkî vasfı ve beraberinde getirdiği güzellikleri ise şöyle anlatır:

 

O, her türlü kayıtlardan azâde hasbîliği ile cemiyet safları ortasında ne dünyadan ne ukbâdan bir karşılık beklemeden savaşmak yolunda hayrete değer bir metânet ve cesâret göstermiştir…ve bir idealisttir, tahammülü sever, insanları sever. Bütün yaratılış âlemini kayıtsız şartsız aşk potası içinde birleştirir. Anadan rahim, atadan şefik, dosttan vefâlı, kardeş, yoldaş, hâldaş ve şefaatçidir. Kırmaz, kırılmaz. Affı ve gufrânı, sebil sebil bekleyeni olduğu kadar beklemeyeni bile gelir bulur. Cins, mezhep, ırk, millet seçmeyen âlemşümul aşkı ve imânı ve her kâinat zerresiyle mutabakat ve iştirâki onu kayıtsız şartsız sevilen büyük bir insan yapmıştır.” Tıpkı Hz. Harakânî’nin “Keşke bütün halkın hesabını benden sorsalardı da halkın kıyamette hesap vermesi gerekmeseydi, keşke bütün halkın cezasını bana çektirselerdi de insanların cehennemi görmeleri gerekmeseydi” demesi gibi.

 

Bu hal Urfî’nin “iyi ile de kötü ile de öyle hoş ol ki öldüğün zaman Müslümanlar seni zemzemle yıkamak, Hindular ise ateşte yakmak istesinler” sırrını âşikâr eder. Ve neticede bu büyük fetâ Sâmiha Ayverdi, o kadar insanlarla bir ve beraberdir ve onların hepsini içinde birleştirmiştir ki, bizim günahlarımızdan mahcub olan odur, biz tekrar ederiz, o affeder ve onu unuttuğumuz, inkâr ettip cefâ ettiğimiz her dönemde başımıza sarılan çileleri gene onun af ve gufrânından ibâret varlığında halleder, hatâlarımızdan onun rahmet deryasıyla yıkanırız.

 

Sülemî, ilgili eserinde bu konuyu açıklarken fütüvet ehlinin, belâ gelince şikâyet etmediğine ve gönül hoşluğu ile karşıladığına dikkat çeker. Hz. Harakânî’nin “Bütün ağaçları kökünden koparacak, bütün binaları yıkacak, bütün dağları sökecek ve bütün denizleri taşıracak bir rüzgâr estiği halde, o rüzgâr, bir tel ipekle göğe asılı bir kimseyi yerinden dahî kımıldatamaz; o vakit fenâ ve bakâdan söz etmek o kimseye düşer” dediği gibi…

 

İşte fütüvvet ehlinde görüldüğü gibi, Ken’an Rifâî ve Sâmiha Ayverdi’de hak mefhumu ile sabır anlayışı ikiz olmuştur. Bu, dinsiz insanla dindar insanı birbirinden ayıran özelliktir. Dinsiz insan da kazâ ve kadere çâresiz boyun eğer fakat büyük bir sıkıntı içinde olur, sebep araştırır, mes’ûliyetleri başkasına atar ama sonu gelmez bir mücâdelededir ve mutlu olamaz. Dindar insanın ise Allah’ın verdiğinden memnun olma gibi bir kabiliyeti vardır. Sabır anlayışını şöyle târif eder hocam: Sabır pasif bir tahammül değil, Müslümanlığın etik derinliklerinden kopan aktif bir nurdur.

 

Hocam Sâmiha Ayverdi’ye göre elim azap, en üzüntü veren azap Allah’tan uzak olmaktır. Allah’tan uzak olmak ise, gaflette olmak yani hâdiselerde Allah’ı görememek, göremeyince de sebep aramak, başkalarını suçlamak dolayısıyle de dâima huzursuzluk içinde olmaktır. Hâlbuki Allah’la olan yanmaz, ölmez, çürümez. Tıpkı Derdimend  Hüsnü’nün dediği gibi:

 

“Abdal Mûsâ derler pîrimin ismi,

Ateşe yaktılar, yanmadı cismi.”

 

Yine Hocam bu mânâda kahır ve lûtfun ikisine de aynı zamanda mazhar olan bir numûne olarak defne yaprağını gösterir ve şöyle derdi: “Yaz ve kış aynı terâvette bir güzel.. işte kahır ve lûtfun ikisine de aynı zamanda mazhar olan bir numûne.. galiba bundan örnek almalıyız.”

 

Görülüyor ki fütüvvet ehli hem tabiatla hem cemiyetle barışıktır. Huysuzlanmaz, ihtiyarlığa karşı direnmez, ölüm için hazırdır. İğreti benliği haz ve elem nağmeleri ile kâh dolup kâh taşıp kalırken asıl benliği haz ve elemden azâde, hüküm ve kıyastan uzak son derece zevk içindedir. Meselâ ona vurduklarında karşı kor fakat ne yenmenin ne de yenilmenin tahripkâr tesiri altında kalmaz. Şahsî hayatını her şahıs gibi yaşar, ama onun ayrıca öyle bir canı vardır ki candan içeru, hâdiselerin nâmından, hevesinden çok uzaktır. Evlenirken Allah emretti diye Peygamber’in kavli ile evlenir. Hak’tan aldığını halka vererek hayatını idâme ettirir. Dâimâ dinamik ve çok enerjiktir. Mücâdeleyi sever.

 

Fütüvvet ehli, teslim ve rızânın gayret ile ortaya çıkacağını bilir. Onun dili, kalbi, hâli hep şükür hâlindedir. Hocam konuyu, şükür nedir sorusuna şöyle cevap vererek anlatır: “Dille şükretmek tam şükür değildir. Çalışmak, ailesinin hizmetinde bulunmak, gözünle her yerde Allah’ın azametini seyretmek, kulağınla fenâ ve harama müteallik bir şey işitmemek, elinle Allah’ın rızâsı hâricinde bir şey tutmamak, ayağınla yine o rızânın olmadığı bir yere teveccüh etmemek, hâsılı bütün his ve kuvvetlerini Hakk’ın rızâsı altında sarfetmek şükürdür. Hülâsa, şükür enaniyette bulunmamak, kendini beğenmemek, sabretmek, sefâyı da cefâyı da hoş karşılamaktır.’… Fazilet ve kemâlin en bâriz alâmeti nedir diye sorulduğunda da “kimsenin ayıbını görmemek ve söylememektir” buyurur.

 

Hocama göre fütüvvet ehlinin diğer bir özelliği, halkı memnun etmek için değil, Hakk’ı memnun etmek için çalışmaktır.

 

Fütüvvet ehli kalp temizliğinin maddî temizlikten çok daha önemli olduğuna inanır. Meselâ İmâm-ı Azam, “Bir çıbanı merhemler, pansumanlar, ilâçlarla iyileştiriyorlar fakat bir müddet sonra başka yerden fışkırıyor. Bunu, ilâçla düzeltemiyorlar ancak yerini değiştiriyorlar. Onu geçirmek, kanını tasfiye etmekle kabildir. İşte muvakkat tedbirler; namaz, oruç ve zekât gibi, bir dereceye kadar kötü ahlâkı örter. Kalp temizlenmeden ahlâk düzelmez” der.

 

Gene hocam “Dâimâ cennette olmak isteyenler kimseye kin gütmesin, kimseye fenâlık yapmasın, esâsen zâhir ve bâtın tasarrufun Allah’tan olduğunu bilenlerin her hareketi Allah için olur.” diyor.

 

O, bu hal üzre kusur görücü gözünü kör etmiştir. Tıpkı büyük bir fetâ olan Hz. Ali gibi. Ve şöyle buyurur: “Meselâ gıybet ediyorsun, başkasının ayıbını ve noksanını görüyorsun, bunu yapmakla iki kat günah işlemiş oluyorsun. Bir kimsenin ayıbını görmek, hem bu ayıp bende yok, ben ondan hayırlıyım demek sûretiyle şeytâniyet sıfatını giymek demektir.”

 

Bedduâyı sevmezlerdi. Ve bedduânın “benim kullarıma rahmetimden ümit mi kestin?” diyen Allah’ın hitâbına muhatap olmak olduğunu söylerlerdi.

 

Gene tasavvuf ehlinde adâlet istikamet demektir. Onlar Allah yolunda ayrılmadan inkıtaaya uğramadan aynı yol üzerinde dâimdirler. O yüzden de ‘istikamet mûcizedir’ derler.

 

Fütüvvet ehli, cinsiyet gözetmeden Allah’a yakın olan kimselere denir ki, insan-ı kâmiller bu gruba girer. İşte bu mealde Necip Fazıl, Sâmiha Ayverdi’yi şöyle anlatır: “Sâmiha Ayverdi’nin satırlarında cins istidatlara ait soylu çilenin bütün izlerini gördüm. Açık göz ve günübirlik şöhret avcılarının dâima kolaya kaçan gözalıcı ve alâka çekici âdi hokkabazlıklarına karşılık onda derin bir metafizik anlayışı, mâvera hummâsı, eşyâ ve hâdiselerin düğümünü ruhta ve eserlerin sahibinde arayan hakiki insan hamlesi, kaleminin dokumalarındaki mihrâbı şekillendiriyordu. Sâmiha Ayverdi maddî eşyanın bittiği, deriüstü hâdiselerin tükendiği, ve zâhir ufuklarının sona erdiği noktaya bitişik âlemin serdengeçti bir meczûbudur. Yani hakiki insandır.”

 

Ne mutlu onlarla yaşayıp onlara benzemeye çalışanlara…

 

 

(Not: 16-18 Ekim 2014 tarihleri arasında Kars’ta yapılan II. Uluslararası Harakânî Sempozyumu’nda sunulan bildiridir.)

The following two tabs change content below.

Cemâlnur Sargut

Son Yazıları: Cemâlnur Sargut (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın