Parayla Saadet Olur

Para ile saadet olmaz… Bu sözü her birimiz kimbilir kaç kere duyduk. Bu konuda başka atasözlerimiz, hatta birçok Yeşilçam filmimiz bile var. Ammâ velâkin araştırmalar, bunun tam tersini iddia ediyor. Yani, para ile saadet oluyor. Fakat paranı başka insanlar için harcadığında…

Bir araştırmada, üniversite öğrencilerinden bir gruba 5 ve bir gruba 20 dolar veriyorlar. Bu iki grubu da kendileri için harcama yapanlar ve başkaları için harcama yapanlar olmak üzere ikiye bölüyorlar. Ve sonuçlar gösteriyor ki paranın miktarından bağımsız olarak parayı başkaları için harcayanlar, kendilerini daha mutlu hissediyorlar. Yine aynı araştırma çerçevesinde, bir satış ekibinin elemanlarına para veriliyor. Elemanlarının parayı kendilerine harcadığı ekibin satışlarında bir fark olmazken, birbirleri için harcayan ekibin satışları artıyor. Aynı şekilde bir spor takımının oyuncularına para verildiğinde kendileri için harcayan takımın performansında bir fark olmazken birbirleri için harcayan takım, ligde daha üst sıralara tırmanmaya başlıyor.

Amerikalı araştırmacıların 2010’larda fark ettikleri şeyleri, İslâm dini bize yüzyıllar öncesinden tavsiye ediyor. İslâm dininin beş şartından biri olan zekât, hem kişinin mutluluğunu, hem de toplumsal birlik, mutluluk ve başarıyı sağlayan bir uygulama olarak süregidiyor. Cemâlnur Hocamız da infâkın öneminden sohbetlerinde sıkça bahsediyor. Örneğin sık sık örneği anlatır: Biz vermek deyince dolabımızı açıp şu kıyafeti giymiyorum, bu kıyafeti giymiyorum diye giymediklerimizi toparlamaya çalışırız. Oysa gerçekten makbul olan infak, en sevdiğimiz kıyafeti, giydiğimizde en hoşumuza gideni vermektir. Yani, vermesi kolay olanın değil, verirken insanın canını acıtan şeylerin verilmesi güzeldir.

Yine hocamızdan nakille bir hâdise: Kendileri küçükken vereme yakalanmışlar ve hayâtî tehlike atlatmışlar. Yeni iyileştikleri dönem bayrama rastgelmiş ve ablaları kendilerine kırmızı kadife bir elbise dikmiş. Hocam bu elbiseyi giydiğinde yaşadığı duyguları “bana göre dünyadaki en güzel kız bendim” diyerek anlatır. Elbise üzerlerinde olduğu hâlde hastalığı döneminde kendisi ile ilgilenen doktora gittiklerinde, doktor “Esmere al bağla, geç karşısına ağla” deyince sevgili hocamın kendi kendisine dair pozitif duyguları daha da yükselmiş. Bu duygular ve özgüven ile Kenan Rifâî Hazretleri’nin bendelerinden, kendisi de bir Allah sevgilisi olan Nazlı Anne’nin ellerini öpmeye koşan hocam, bu her şeyi Allah yoluna vermiş hanımefendinin “Cemâlnurcuğum, ne güzel olmuşsun. Fakat şu karşıdaki fakir kızın hiç böyle bir elbisesi olmayacak, istersen çıkar da ona ver” demesi üzerine elbiselerini çıkarıp sözkonusu kıza vermişler. Bu hâdise vesilesiyle de hem kendileri daha o yaştan vermenin asıl bayram olduğunu idrak etmişler hem de bu hadiseyi bize kadar naklederek gerçek insanlık mertebesine de -ki bence gerçek insan, aynı zamanda mutlu insandır- vererek ve infâk ederek çıkılacağını göstermişler.

Benim de kendim için Allah’tan niyâzım, gerçek saadetin mal biriktirerek, pahalı şeylere sahip olarak, kendi için harcayarak ele geçmeyeceğini, tam aksine, vererek, ihsan ederek, infâk ederek elde edilebileceğini mantık seviyesinde değil de duygu seviyesinde bana idrak edebilmemdir. Allah hepimize elimizdekini paylaşmayı nasip etsin inşaallah.

The following two tabs change content below.

Ayça

Son Yazıları: Ayça (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın