Gece Yürüyen Kurtuluş Fırkası

Dünya perdesinde oynanan oyunun yine en ateşli sahnelerinden birini yaşıyoruz. Kimimiz huzurlu hayatında bir fark hissetmiyor. Kimimiz bu huzurun içinde, ilâç tadında bir sızıyı yüreğinde duyuyor. Belki de çoğunlukla unutup kahkahasının son deminde Filistin’de yaşananı hatırlıyor.
Nedir bu beş vakit duâlarımıza dahil olan savaş yerlerinin hikmeti? John Lennon’ın algı seviyesi düşük “Imagine” şarkısı gibi mi düşünmeliyiz? “Savaşların olmadığı, herkesin barış içinde yaşadığı”nı mı hayal edeceğiz?
Allah bizi böyle yaratmadı. Melekler dahi insan yaratıldığında idrakte zorlandılar. “Ve düşün ki rabbin melâikeye «Ben Yerde muhakkak bir halife yapacağım» dediği vakit «Â!.. Orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın?. biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken» dediler. «Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim» buyurdu” (Bakara, 30).
Fakat Allah savaşmaktan hoşlanmayan insanlara, zulme karşı savaşı farz kıldı. Bunu da kaidelere bağladı. Bir fırka ise tarih boyunca savaşmayı sevdi, saldıran olmayı seçti. Bu da mülk âleminin kuralı değil mi?
Neticede cihat hepimize farz, ama nefsimiz ve zulme karşı mı, mazluma karşı mı cihat edeceğimiz mühim. Bugün dünyayı kan dökerek idare eden zümre, atalarının yazdıkları dinde kendilerini seçilmiş ırk olarak adlandırırlar. Peki nedir seçilmiş olmak? Tevrat’ta Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkardığı, kutsal topraklara yol alan İsrailoğulları’na Allah’ın böyle bir vaadi vardır. Ancak şartı da vardır bu vaadin. “İsrailoğlu” olabilmek; yani dünya karanlığında, zulmette Allah yolunda sapmadan yürüyor olmak. Allah’ın güçlü kıldığı kul olmak. Hakiki Musevîler bu ayırımı pek de güzel bilirler. Bu yüzden her sene New York gibi bir metropolde toplanıp zorbalıkla kurulmuş olan devleti protesto ederler. Ama haber kanallarında denk gelmeyiz bu görüntülere.
Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Hureyre’den rivayet edilen bir hadislerinde: “…. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka Cehenneme gidecektir” buyurmuşlardır. Ayrıca bu türden olan hadislerin devamında sahâbîlerin, Fırka-ı Naciye’den sormaları üzerine Hz. Peygamber, Fırka-ı Naciye’yi “Benim yürüdüğüm yola ve bu yolda beni takip eden ashâbımın yoluna uyanlardır” diye tarif etmiştir. Bu “Fırka-ı Naciye”, “İsrailoğulları” kavramıyla ne güzel örtüşmektedir. Yani kurtulan fırka, aynı zamanda Peygamberinin izinde, mülk âleminin karanlığında yürüyen zümre olmalıdır. Tasavvufta bu zümrenin özelliği ayrılık yaratan değil birleyici olarak tarif edilir. O halde üzerine füze düşen çocuğun acısını, İstanbul’daki konforlu ortamında hissetmeyen, kurtuluş fırkasına dahil olamaz değil mi? Ya da “ben yaratılış itibariyle diğerlerinden üstünüm” diyen gece yürüyebilmiş, kurtuluşa ermiş sayılamaz.
Kur’an bize piyonlara bakmayı değil, Yaradan’ın sembollerini okumayı öğütlüyor. “Âyet”in kelime mânâsı dahî “işaret”. İşaretleri okumaya çalışırsak karşımıza, yolunu terk etmiş bir zümrenin yaptığı katliamı görüyoruz. Diğer tarafta İbranice kökü “Kuvvet sahibi, sağlam” anlamına gelen bir yerde, Gazze’de ise mazlum ama Allah’ına teslim bir İslâm topluluğu.
Allah hepimize “sağlam” tarafta ve kurtuluş yolunda olmayı nasip etsin.

 

The following two tabs change content below.

Nazende Yılmaz

Son Yazıları: Nazende Yılmaz (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın