Yazılar

ELBİSENİ ÇİRKEFTEN TEMİZLE!

Şâzelî Hazretleri bir gece uykuda iken Resûlullah Efendimizi görür.

Resûlullah kendisine der ki: “Yâ Şâzelî, elbiseni çirkeften temizle. Tâ ki her nefeste Allah’ın ihsan ve desteği senin ile olsun.”

“Yâ Resûlallah, nasıl elbise deyince?” buyurulur ki: “Allah sana beş hil’at vermiştir. Bunların birincisi, muhabbet hil’ati, ikincisi tevhîd hil’ati, üçüncüsü mârifet, dördüncüsü îman, beşincisi İslâm’dır.

Allah’ı anlayan ve sevenin her şeyi kolay olur.

Allah’ı anlayanın nazarında hiçbir şey kalmaz.

Allah’ı birliğiyle bilenler ona şirk koşmazlar.

Allah’a îman edenler, her şeyden emîn olurlar.

İslâm olanlar Allah’a âsî olmazlar. sî olsalar da özür dilerler ve özürleri kabul olunur.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 342)

TEVHİD, YİNE TEVHİD…

Muhiddîn-i Arabî Hazretleri “Tevhîdin hakîkati sükûttur” buyurmuşlardır. Tarîkattan maksat da edeptir. Hele îtiraz, tarîkatin en büyük düşmanıdır. Yine Muhiddîn-i Arabî Hazretleri öyle buyurur: “Lisânı tutmak her şeyden iyidir. Fakat anlamak, itmînan hâsıl etmek, yâni emin olmak kanaat getirmek için sormak başka.”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 509)

***

– Edep ne demektir?
– Edep, her neye baksan Hakk’ın birliğini görmektir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 585)

 

AHMED ER-RİFÂÎ HAZRETLERİ’NDEN…

* Dostuna küçük bir hatâsından dolayı küsme.
* Dostun bir hatâ işlediği zaman kendin yapmış gibi mahcup ol.
* Kendi ayıp ve noksânını bilmeyen kimsenin vakit ve zamânı noksandır.
* Nasîhati kendine fayda vermeyen kimsenin, başkalarına da tesir ve faydası olamaz.
* Allah bir kulunu zelil etmek isterse kendi ayıplarını görmez eder; ammâ, bir kulunu da azîz etmek isterse, ona da ayıplarını kabul ettirip tövbe ettirir.
* İnsan, her türlü iyilik ve menfaatte halkı da yanına alan ve etrafına ihsan ve menfaati esirgemeyendir.
* Seve seve halka yardımı huy edinenleri Allah seçkinlerden eyler.
* Bir mümin kul, kardeşinin hizmetinde oldukça, Allah’ın amânındadır.
* Kardeşlerinizin sıkıntı ve yüklerine iştirak ediniz, kalplerini incitmeyiniz, ayıplarını örtünüz, onlara noksan gözü ile bakmayınız.

(Sâmiha Ayverdi, Mektuplardan Gelen Ses, Hülbe Yayınları, 1985, s. 15-16)

SEKİZ BAHÇENİN HAKİKATİ

Akıl sâhibi bir adamın kalbinde, tarhlar ile ayrılmış sekiz bahçesi vardır. Bir bahçıvan, bakımını üstüne almış olduğu bahçelerinde nasıl her gün gezerek lüzumsuz ot ve dikenleri ayıklayıp atarsa, bizim bahçıvan Edhem Ağa’nın vecizelerinden biri olarak “Beyim bahçeye her gün bakılırsa güzel olur” dediği gibi, âkil kimselerin de her gün bahçelerine bakıp bunlarda biten diken ve yabânî otları atması ve sulaması lâzım gelir.

Bu bahçelerden biri, tevhîd bahçesidir. Şâyet burada, şirke âit ve şüpheye dâir otlar bitmişse, bunları koparıp atmak îcap eder. Mâlûmdur ki bütün ilimlerin gâyesi tevhiddir. Bu hâsıl edilince, dünyânın çeşitli zâhirî bilgilerine sahip olmuş bir kimsenin lüzûmsuz yere yorulduğu anlaşılır.

İkinci, tevekkül bahçesidir. Tevekkül demek, Allah’tan gayri fâil olmadığını bilmek demektir. Bu bilinmedikçe de ben Allâh’a mütevekkilim demek doğru olmaz. Bu bahçede de korku ve endîşe dikenlerini koparıp atmak lâzımdır.

Üçüncüsü tefviz, yâni kendini Hakkın irâdesine terkeylemektir ki bu bahçede tedbir ve ihtiyardan, şahsî isteğini kullanmaktan ileri gelen dikenler görülürse söküp atmak gerekir. İşini Allâh’a bırakanın yâni tefviz edenin ne elemi olur ne kederi. Her işini Allâh’a bırakmak, tedbir alsan, kendi irâdeni kullansan da bunu sırf bir âdettir diye yapmak, tedbîrinden bir şey beklemeden, bir fayda ummadan, Allah’tan gayri ve onun irâdesinden başka hiçbir şeyin tesîri olmayacağını bilmek ve tedbîrine bağlanmamak lâzımdır.

Dördüncü, sabır bahçesidir ki, başlıca dört kısma ayrılır: Biri, Hakk’a lâzım gelen kulluk hususunda karşına çıkacak güçlüklere sabır. İkinci, dünyânın zevklerine, sürurlarına, ferahlarına kendini kaptırmamak husûsunda sabır. Üçüncü, dünya fazlalıklarını elde etmeye çalışmamak hususundaki sabır. Dördüncü de, musîbetlere, felâketlere sabır.

Asıl tesbih de sabırdır. İşte bu dediklerimizin hilâfında, bahçesinde bir şey görürse onları çıkarıp atmak lâzımdır. Hazret-i Yûsuf kuyudan selâmet sahiline çıkmak için nasıl uzatılan ipe tutunup çıkmış ise, insanı da bu dünya zulmetinden nûrâniyete çıkaracak ip sabırdır. Allah, sabırlı olan kimseler ile beraberdir.

Beşinci bahçe rızâ bahçesidir ki, Allah’tan ne nîmet için bir şey istemek ne nikmetinden yâni ceza ve çile yollu verdiklerinden kurtulmak için yalvarmaktır. Bilâkis hâdiseleri olduğu gibi kabul etmeye çalışıp bu hâdiselere karşı dargınlık, küskünlük ve itirazda bulunmamaktır.

Altıncı, mârifet bahçesidir ki, Allah’tan gayri ne varsa ondan soyunmak ve Hak’tan gayriye meyil eylememek, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanıp sabırlı ve razı, mütevekkil ve teslimiyet sâhibi olmaktır.

Yedinci bahçe muhabbettir ki, Allâh’ın aşk ve muhabbetine hiçbir şeyi tercih etmemektir. Nefis, evlât, mevki, servet putlarını kırıp atmaktır.

Sekizinci bahçeye gelince, bu da hikmettir ki kavilde, fiilde, talepte dürüst olmaktır. Yâni, Allâh’ı söylemek, Allah için işlemek, murâdı Allah’tan gayrı olmamaktır. İşte bu bahçelere giren bahçıvan, her şeye hayat veren su ile o güzel çiçekleri ve ağaçları sular ve bu sûretle de canına can katar.
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 450)

RABBİM ALLAH’TIR!

Akl kurban kün be-pîş-i Mustafâ
Hasbiyallah gû ki Allâhem kefâ

Aklını pîş-i Mustafâ’da kurban et ve bana Allah’ım yeter, de! Bunu diyen, Rabbim Allah’tır, deyip istikâmet etmekle korku ve kederden kurtulur. O halde sen kendini Hakk’a verirsen, elbet o da senin için olur. (…)

Hakk’ın da her yaptığında bir hikmet vardır. Bunu görebilmek de tevhîddir. Bu tevhîdi elde edip Hakk’ı her yerde görürsen gıybet, riya, kibir, benlik, tefâhür edemezsin. Eğer bunları bilir ve yaparsan, mührü basar, pasaportunu eline verirler. Kalbin selâmeti de başka türlü olamaz. Bu olmadıkça da o kalp dâima puthânedir. Sen, istediğin kadar Allah’a tapıyorum da desen bunun hiçbir faydası yoktur. (…)

Şimdi şu konuştuklarımızı hulâsa edelim:

Kalb-i selîm, ilim ve amelle hâsıl olur. Bu ilim de tevhîd ilmidir: Allâhümme yessir lenâ ilme lâ ilahe illallah yâni, Allah’ım bana bu lâ ilâhe illallah ilmini müyesser kıl, demek ve bu ilme sahip olmayı istemektir. (…)
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 214)

MÂNEVÎ HAZİNENİN ANAHTARI

İnsan oğlunu ters yoldan doğru yola çekmek, galiba, Allah’ın kullarına vermiş olduğu en mübârek imtiyaz ve imkân. Zîra herkes iyilik yapamaz. Hayra vesîle ve âlet olmak bir müstesnâ Hak vergisidir. Hattâ ve hattâ ibâdettir.
Sokrat’ın pek hoşlandığım bir sözü vardır: “Kimse, hakîkatin güzel yüzünü görüp de çirkinliklere tâlip olamaz.” der.
Dikkat edecek olursak, yanlışlar, kötülükler, fenâlıklar, hep güzeli, iyi ve doğruyu tanımamaktan ileri gelmiyor mu?
Hakîkatin tadını alan kimsede, dalâlet ve kötülük bataklığının câzibesine yer olur mu?

(Sâmiha Ayverdi, Mektuplardan Gelen Ses, Hülbe Yayınları, 1985, s. 116)

***

Hâdiseleri zorlamak bizim işimiz olmamalı. Hâline râzı ol… Sabır, her zorluğun anahtarıdır.
Dûrendiş ol, basiretli ol, teennî göster.
Çileler ve ıztıraplar, onları iyi karşıladığımız takdirde birer mânevî hazîne demektir. Karı, yağmuru, fırtınayı yemeden gül fidanı çiçek açar mı?

(Sâmiha Ayverdi, Mektuplardan Gelen Ses, Hülbe Yayınları, s. 47)

İLİM DEMEK…

 

Ezelde ruhlara “Ben senin Rabbin değil miyim?” dendiği vakit “Evet, sen benim Rabbimsin!” cevâbını verdikleri için, onlara “Şu halde gidin, bu dâvayı dünya mahkemesinde ilim ve amel şâhitleriyle isbat edin” denilmiş.

İlim, sahibini bilmek ve bulmak demektir. Yoksa maksat, zâhir ilmi yâni kıyl ü kal değildir.

Amel ise, onu gerek bedenen gerek kalben işlemeye çalışmak, fiil ve hareketlerini ona uydurmaya gayret eylemektir. İşte bu iki şâhidi mürşidinin önüne getirip, mukaveleyi burada tasdik ettirirsen ne mutlu sana! O zaman âhirete gittiğin vakit de rahat edersin!

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 297)

ONLARI ÖLÜ ZANNETME…

Şehit demek, Allah yolunda can veren demektir.

Sen Allah yolunda can verenleri ölü zannetme, diyor Allah…

Kezâ, Hak yolunda nefsiyle mücâhede eden âşıkların gözyaşları da şehit kanlarıyle beraberdir.
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 439)

Ken’an Rifâî Hazretleri’nden…

Bunca zamandır şâhit oldunuz. Biliyor görüyorsunuz. Hiç kimse ile münâzaa ettiğime rastladınız mı? Değil tatsız çekişme ve mücâdeleler, bana kötülük etmek isteyenlerin dahî dostu ve hayır dileyicisi değil miyim?

Hele bir düşünün… Dünya boş söz ve mâlâyânî ile geçirilecek bir yer midir? Bunu biliyorsanız vaktinizi lüzumsuz işler ve sözlerle ne çalın ne çaldırın. Asıl mârifet, dünyanın sonu gelmez dedikodu çalılığından eteğini kurtarmaktır.

Zaman sermâyedir. Onu israf edip hebâ etmeyin.

Lüzumsuz didişmelere girmenin kimseye faydası yoktur. Hakkınızı talep etmekte dâhi haksızlığa başvurmayın. Dâimâ, münâkaşa ve kavga yerine, tatlı dilli, güzelliği tercih edin. Hakîkati meydana çıkarmak vazifeniz olduğu zamanda da, dürüst olun ve diliniz, haktan ayrılmasın.

Doğruluk şiârınız olsun. Bu yüzden âlem halkı size aptal desin. Onların alayları ve dudak bükmeleri, sizi kıracak yerde sizi zevklendirsin. Bir gerçeği ortaya vururken, alaya alınmak şereftir. Şunu bilin ki, insan ne kötülenmekle küçülür ne de medhedilmekle büyür.

Size düşmanlık etmek isteyenlerin dahî hayır isteyicileri olun. Hücum dâimâ dalgadan gelir. Sâhil ona hiç mukabele eder mi? Bu kayıtsız mukavemetten, gün olur deniz de bıkar hücumdan vazgeçip durulur.

Vazife îcâbı îkaz veya itap etmek mecburiyetinde olduğum kimselerin duydukları teessürden müteessirimdir. Belki bu iş, onlardan fazla bana üzüntü verir.

 

(Samihâ Ayverdi, Dost, Hülbe Yayınları, 1986, s. 64-65)

 

BİZ NE İSTERİZ DE SEN VERMEZSİN…

Senin için güçlük yok. Nur ve zulmet, akşam ve sabah da yok…

Yâ Rabbî, bizden murâdın ne ise bize onu müyesser eyle…

O murâdın ki kullarında ihlâs ve safâ ve ahidlerinde sıdk ve vefâdır, ondan ayırma!

Bizi senin benliğine benliksiz eriştir ki sıfatınla sıfatlanalım. Bizi bizsiz senden sana ulaştır ve şükrün yolunu bize müyesser et ki tâat ve hizmette seninle olalım.

İlâhî, yüzümüzü îman ve İslâm kıblesinden, ayağımızı tevhîd ve îkan yolundan ayırma.

Yâ Rabbî, bizi senin murat ettiğin doğru yolda eyle.

İlâhî, hıfzınla iffet, aşkınla gınâ ve devlet ihsan et ve hidâyete erdirdikten sonra dâllîn ve mağdûbînden eyleme.

 

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 173)