Yazılar

Her Nefes Dergisi 82. Sayı Ekim 2016 (Söz Dinlemek)

Dergiyi İndir

Her Nefes Dergisi 81. Sayı Eylül 2016 (Ahde Vefâ)

Dergiyi İndir

Her Nefes Dergisi 78. Sayı Nisan 2016 (Kyoto’da Kenan Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi)

Dergiyi İndir

Her Nefes Dergisi 75. Sayı Ocak 2016 (Cân-ı Candır)

Dergiyi İndir

Her Nefes Dergisi 74. Sayı Aralık 2015 (Hz. Mevlânâ)

Dergiyi İndir

Editörden (Kasım 2015)

Merhaba Dostlar,

Bu ayki konumuz “Rabbiyet”. Yüce rabbimizin en müstesnâ isimlerinden biri… Bu konuya ilişkin aklımıza ilk gelen mânâlar, yüce Allah’ın öğretmenliği, öğreticiliği, yol göstericiliği oldu. Öğretmenler gününü de kutladığımız bu ay için doğrusu oldukça da yerli yerinde bir konu oldu. Velhâsıl yine çok özel ve çok güzel bir konumuz var.

Elbette konu bu kadar kıymetli olunca, yazarlar da biz eksik beşerler olunca, yazmak da, konunun hakkını yerli yerine koymak da müşkül oldu.

Biz hasbelkader derginin hizmetlileri olarak bu konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışırken, yüce yaratanımızın her an yeni bir şe’nle nasıl dirildiğini bir nefes olsun hissettik diye düşünüyorum. Konuya baktığımızda herbirimizin gönlüne konunun farklı vechesi düştü. Kimimiz hayatını etkileyen okul öğretmenlerinden, kimimiz hâdiseler ile konuşan muhteşem yaratanın, hayatla, çevremizdeki insanlar ve vesilelerle, tabiatta yaşayan diğer canlılar yardımıyla öğrendiklerimizi, onların bize öğrettiklerini hatırladı ve kaleme aldı. Dolayısıyla kendi hallerimize göre, kendi kabımızca, herbirimizi ifade eden ve ne yazık ki  bu engin ummanı temsil etmede yetersiz denemelerimizde hepsinden biraz bahsettik.

Biz yazarken öğrendiklerimizi ve öğrenecek şeylerin ne kadar çok olduğunu az da olsa tefekkür etmeye çalıştık. İnşaallah siz gönül dostlarımızı da bir nefes dahî olsa, tefekküre sevkeder ve ne kadar Âlim, ne kadar kapsayıcı bir Allah’ımız olduğunu hissetmenizi sağlayabiliriz. Hâdiseler vasıtasıyla, bıkmadan usanmadan, bir anne, bir öğretmen şefkati ve hassasiyeti ile bizleri eğitmeye devam eden ve bundan hiç vazgeçmeyen yüce Allahımıza lâyık kullar, iyi evlâtlar ve öğrenciler olabiliriz. Kusuru bizlere, güzelliği öğreticiliği sınırsız yüce rabbimize ait olmak üzere dergimize hoş geldiniz, gönül hoşluğu verdiniz. Allah razı olsun efendim.

Sohbetler (Kasım 2015)

Bütün varlık âlemi, Hakk’ın küllî veyâhut cüz’î isimlerinden bir veya birkaçına mâliktir. Meselâ mü’min kimse, Hâdî yâni hidâyet edici ismine mazhardır. Melekler, Hakk’ı tesbih edici isimlere mazhardır. Şeytan ise, kibredici, dalâlet verici isimlere mazhardır. Kâmil insan ise cümle isimleri kendinde toplamıştır. Herkesin o âyân-ı sâbitede olan ismi ona rabdır, yâni terbiyecidir. O kimse de bu ismin terbiyesi ve hükmü altındadır.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 275)

***

Adâlet, Hakk’ın rızâsını elde etmeğe çalışmaktır. İşte böyle hareket edip Allah Rabbimdir diye istikāmet edenler için havf u hüzün yâni korku ve endîşe yoktur. O vakit bunlara kalb-i  selîm pasaportunu verirler. Fakat sen bu pasaportu kendi gücünle almak istersen işte o çok zor, belki de imkânsızdır. Resûlullah Efendimiz bile ‘Mürebbî olmasaydı Rabbimi bilmezdim’ buyuruyor. İmâm-ı Âzam da Hazret-i Ali Efendimiz’in evlâtlarından İmam Câfer’e mürit olduktan sonra ‘(Son) iki sene olmasaydı Nûman helâk olurdu’ demek sûretiyle o sultana mülâkî oluşuna şükreder.

Onun için mürşidin rızâsını kazanmak sûretiyle bu kalb-i selim pasaportunu elde etmeye çalışmalı. Mürşidin rızâsı da onun boyasına boyanmak, yoluna gitmek, görmek ve bilmekle elde edilir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 215)

***

Dünyâya gelmekten maksat, kişi Rabbini bilmektir

Rabbini bilmeye sebep evliyâyı bulmaktır

Bulmak değilmiş bilmek, bilmek değilmiş bulmak

Evliyâya gönül vermek rengine boyanmaktır.

Buldum, gördüm, bildim! demek maksûda ermek için kâfî değildir. Bu, ben kırk senedir dervişlik ediyorum diye öğünüp güvenme işi de değildir. Maksat, o terbiyesi halkasına girdiğinin velînin rengine boyanmaktır. Yâni güzel sıfatlarını giymek, doğruluğuna, adâletine, irfânına ve aşkına bürünmektir. Evet kırk sene bir kapıya hizmet eder bir şey alamaz da, üç gün dervişlik etmekle, onun kırk senede bulamadığını elde ediverir. Çünkü ezelde hazırlanıp da gelmiştir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 152)

***

Yûsuf Ziyâ Bey:

– Rubûbiyet ile ulûhiyet arasındaki fark nedir?

– İkisi arasında ince bir fark vardır. Mâlum-ı âlîniz, rubûbiyet, rab, terbiye edici demektir. O cihetle dahi, yâ  Rabbî! denildiği vakitte, bu duânın en kabûle yakın bir duâ olduğu söylenir. Allah, yerin göğün ve bütün kâinâtın yaratıcısı, mevcûdâtın hâlıkı demektir. Rab ise terbiye edici mânâsına gelir. ‘Yâ Rabbî’ demek, benim Rabbim demektir. Benim Allah’ım demek değildir. ‘Allah’ denince kevn ve mekânın ve mevcûdâtın hâlıkı olduğu anlaşılır.

Cenâb-ı Hak, yâ Rabbî, hitâbını sever ve o hitâba cevâben kuluna ‘Lebbeyk!’ der. Bir insan hakîkaten Cenâb-ı Mevlâ’ya teveccüh edip, dağınık olan düşünce ve hislerini toplayarak ‘yâ Rabbî!’ dedi mi, kalbinde bir ferahlık, bir inşirah hâsıl olur. İşte o ferahlık, Cenâb-ı Hakk’ın o kuluna ‘Lebbeyk!’ demesidir. Eğer bu kul, hâlis, saf ve pâk bir gönülle, hiç olmazsa o anda tam bir teveccüh ile ‘yâ Rabbî!’ dese, bu inşirâhı bu ferahlığı hissetmemesi kābil değildir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2014, s. 562)