Ahlâkî Formatlanma

Cemâlnur Hocamız ne güzel anlatır: “Sağ elimde bir fincan olsa ben yemin ederim ki fincanın kulpu sağdadır, oysa siz karşı taraftan kulp solda diye yemin etseniz siz de haklısınızdır. Gerçek doğruyu bulabilmek için üstten bakmayı öğrenmek gerek. “

 

Artık sizce de toplum olarak ahlâkî bir formatlanma yaşamamızın zamanı gelmedi mi? Değer yargılarımız, hayatı yaşama biçimlerimiz ne olursa olsun ve fincanın kulpuna ne taraftan bakarsak bakalım milletçe topyekûn bir ahlâkî erozyona karşı hep beraber mücâdeleye başlamak zorunda değil miyiz? Bir tarafta vahşi bir kapitalist çarkın içinde para, hep daha çok para diye hırsla, ama beyhûde yere dönen bir kobay faresi gibi koşuyoruz. Öte yandan özellikle medya eliyle bizi biz yapan ahlâkî değerlerimize çözelti damlatarak ayrıştıranlar karşısında gözüne ışık tutulmuş bir tavşan misâli öylece kalakalmış vaziyetteyiz.

 

Dahası toplumsal değerlerimizi siyâsî tarafların tartışma malzemesi olarak çekiştirmeye devam ediyoruz. Bir tarafın ucunda ahlâkî değerleri din temeline oturtmasına rağmen kendi yorumuyla maalesef deforme ederek taassubunun alt malzemesi yapanları üzüntüyle izliyoruz. Diğer tarafta ise ahlâkı din temeline oturtma konusunda iyice allerjen olduğu için reddetmeye yönelen, durumu iyice vahim başka bir uç var. Ve toplum olarak bu iki uç arasındaki çekişmenin yarattığı toz bulutu altında kaldık ve maalesef normalde kabul etmeyeceğimiz pek çok şeyi bu toz bulutu arasında kamaşmış gözlerle meşrû gibi görmeye meyleder olduk. Ne yazıktır ki temeli çökmeye ramak kalmış bir millet hâline dönüştük. Bireyler olarak kendimizi iki uca da yakıştırmasak da bu milletin bir evlâdı olmakla, eğer ahlâkî formatlanma yönünde bir hizmet yapmıyorsak hele, o zaman bu genellemenin biz de bir parçası oluyoruz demektir.

 

Oysa pastanın gereğinden çok sıkılan kremasını kenara sıyırıp altındakinin lezzetine varır gibi biz de artık midemizi bulandıran uçlardaki kötü örneklerin buladığı kremayı bir kenara ayırıp gerçek ahlâkın öz değerini bir farkedebilsek, hem kendi hem de çocuklarımızın bekasına ne büyük bir katkı sağlamış olacağız. En azından çocuklarımıza bunu öğretme gayretiyle asgari bir müşterek oluşturabilsek diyorum.

 

Hem de bu satırları yazmakla başta bu kalem olmak üzere, şu anda bu satırlara muhatap olan herkes haz etmediği her kim varsa onun ne denli “gayrî ahlâkî” davrandığına dâir bir eleştiride bulunmadan bu konuda tefekkür etse diyorum?

 

Bugün farklı bir şey yapsak ve birey olarak kendimizi hesaba çeksek? Başkasını eleştirmek ya da kötü görmek yerine artık biz münferiden neyi farklı yapabileceğimize bir baksak?

 

Adâleti işimize geldiği gibi yorumlamadan, kendi çıkarlarımız devreye girdiğinde bir kılıfa sığınmaya çalışmadan yasalara, kurallara uyma gayretini her dâim içimizde taşıyor muyuz gerçekten?

 

Hangi meslekten olursak olalım, yaptığımız işi sevmeyi, özenerek iyi iş çıkarmayı, baştan savmadan çalışıp gayret etmeyi ve garsonluk, terzilik, öğretmenlik, memurluk ne yapıyorsak yapalım bunu dünyanın en önemli işiymişcesine icrâ etme bilincini taşıyor muyuz? Yoksa, haydi itiraf edelim, arada bir kendimizi dostlar alışverişte görsün misâli günü kurtarırken mi buluyoruz?

 

Çevremizde olup bitenin farkında olmak, ihtiyacı olanın ihtiyacını farkedebilmek. Ve yardımı, salt vicdânî muhâsebede “yaptım” diyebilmek için “eskilerini” vermekten ya da bir kampanyaya canımızı acıtmayacak bir bağışta bulunarak katılmaktan öteye yapabilmek…

 

Şartlar, kendimiz için olumsuza dönecek dahî olsa asla yalan söylememek, verilen sözü tutmaya çalışmak, ne yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı söylemişsek o işi o saatte yapmayı dünyanın en önemli görevi saymak, verdiğimiz sözden dönmemek…

 

Tüm canlılara hürmet etmek, üstün ve ayrıcalıklı duygusu taşımadan ekmeğimizi her canlıyla paylaşmak; hayvanın ve nebâtın da yaşama hakkına saygı göstermek ve onların alanlarını gaspetmeden bir arada yaşamaya gayret etmek…

 

En basitinden komşumuza, esnafımıza, işyerilerimizdeki güvenlik görevlilerine vs. onlardan önce ve zarâfetle bir selâm vermek, hâl hatır sormak, güler yüz göstermek…

 

Tam da bu noktada tüm bu davranışların en güzel hâlini kendisinden öğrenme gayreti taşıdığım ve sırf uyuyan bir köpeği riske atmamak için koskoca ordunun yol güzergâhını değiştirecek kadar merhamet sahibi, birine söz verdiği için aynı noktada üç gün bekleyecek kadar sözüne sâdık güzel ahlâk örneği Peygamberimin ne kadar yanlış anlaşılıp ne çok iftira ile itham edildiğini hatırlamak içimi sızlatıyor.

 

Herkesin inancına hürmet etme gayretindeyim. Allah katında ruh taşımaya lâyık hiç kimseyi yine Allah tarafından kendisine sorulacak türden sorularla yargılamak ve “inanan”-“inanmayan” diye ayırmak haddime düşmez. Hz. Peygamber “Din güzel ahlâktır” diyor. Ve Hz. Kenan Rifâî “kimseyi kendi ahlâk anlayışıma göre yargılamam”               diyor. O hâlde kimseyi yargılamadan güzel ahlâkı üzerime giymeye çalışmak önce bana vazifedir. Vesselâm.

 

 

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın