Vakit Fütüvvet Vaktidir

Bu sene TÜRKKAD ve Kerim Vakfı işbirliği ile 14.’sü düzenlenen DOST – İslâm’a Hizmet Ödülleri Takdim Gecesi ‘Hz. Peygamber ve Fütüvvet’ başlıklı idi. Ödüller sahiplerine takdim edildi. Gece şeklen de mânen de olağanüstü bir gece idi. Bu vesile ile emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Gecenin konusu da zîrâ olağanüstü idi: Hz. Peygamber ve Fütüvvet’.

 

Fetâ kelimesinden türeyen fütüvvet; tasavvufî mânâda cömertlik, tevâzû, şefkat, güzel ahlâk, terbiye ve nezâket anlamlarına gelmektedir. Sülemî, ‘Fütüvvet Kitabı’nda fütüvveti ‘Âdem gibi özür dilemek, Nuh gibi iyi, İbrâhim gibi vefâlı, İsmâil gibi dürüst, Mûsâ gibi ihlâslı, Eyyub gibi sabırlı, Dâvud gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli, Ebu Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adâletli, Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olmaktır.’ şeklinde târif eder. Bu târiften anlaşılıyor ki; asıl fetâ ahlâk-ı Muhamediyyeyi giyinendir. Bu bakımdan hakiki fetâ, Hz. Muhammed’dir ve ‘Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.’ buyurması bundandır.

 

Sülemî, fütüvvetin bir tanımını da ‘Dostların kusurlarını görmemek, dostlarla şakalaşmak, onların ihtiyaçlarını karşılamak ve hatâlarını aramaktan vazgeçmek, dosttan kâr etmekten vazgeçmek’  şeklinde yapar. Günümüzün insanlarının giderek daha bireyselleştiği ve buna bağlı olarak da giderek daha çok bencilleştiği dünyada bu davranışlar hepimize biraz ütopik gelebilmektedir. İnsanlar kapitalist sistemin üzerlerine yüklediği tüketim yükünden dolayı daha çok kazanma, bu nedenle daha çok çalışma telâşı içindeler… Hal böyle olunca herkes arkadaşını, dostunu menfaatine göre seçiyor, fayda elde edemeyeceği bir ilişkiye girmeyi tercih etmiyor. Birtakım zorunluluklar ile kurulan ilişkilerde de taraflar birbirinin kusurlarını ortaya çıkarak ilân etmek peşine düşüyor. Yalnız bu târifi esas alıp salt bu târiften çıkan esasları hayatlarımızda, dostluk ilişkilerimizde uygulasak toplum şüphesiz daha yaşanılır hale gelir.

 

Sülemî bir başka tanımda ‘Her hal ve vakit, senden bir çeşit fütüvvet ister’ diyor. Bu tanımdan yola çıkarak, içinde bulunduğumuz zaman ve devrin gerekliliklerine uyarak fütüvveti hatırlamak, hatırlatmak ve en önemlisi yaşamak gereklidir. Fetâlar tekrar meydana çıkmalıdır. O vakit, ibnü’l vakt olabilir ve Hakikat-i Muhammediyyenin vârisleri olduğumuzu tüm dünyaya gösterebiliriz.  Vakit, fütüvvet vaktidir.

 

Filmlerin İzinden Fütüvvet

Sinemayı bütün sanatlardan beslenip disiplinler arası geçişi kendi içinde toplayan, çağın en göze çarpan eseri olarak değerlendirebiliriz. Kurgu, müzik, ışık, resim ve hikâye bir bütün biçiminde görülebilir. Hal böyle olunca sinema sanatı da bir hikmet sanatına dönüşüyor. İranlı yönetmen Mecid Mecidi “Eğer Hz. Muhammed bu dönemde yaşasaydı tebliği sinema olurdu” der, nitekim de doğru söyler. Sinema sanatı ile milyonları etkilemeyi başarırken, kişileri iyi ya da kötü yönde de değiştirebiliyorsunuz.  

Bu yazıda, filmlerin izinden “fütüvvet”i ele alacağız. Fütüvvet, kelime mânâsı bakımından birçok kavrama işaret ediyor: Alçakgönüllülük, eli açıklık, yiğitlik, başkalarını sevmek gibi… Ana akım sinemada, saydığımız bu vasıfları ana karakter ve yan karakterler üzerinden görmemiz mümkündür. Bu yazıda “fütüvvet” kelimesinin açılımlarını, şiirsel sinemanın ustası sayılan Tarkovsky’nin Stalker filmi üzerinden ele alacağız.

Tarkovsky, filmlerinde hep Allah’a ulaşmanın yollarını ararken, ibâdetinin sinema dili olduğu söyler, ayrıca sanatın da Allah’a bir yakarış olduğunu savunur. Stalker’ın konusuna gelecek olursak, “Uzak bir gelecekte, bambaşka bir yaşam düzeni içerisinde, ismi olmayan bir ülkedeyiz. Dünyaya düşen dev göktaşı, yaşamı yerle bir ederken Zone adında, esrarengiz yeni bir bölge oluşmuştur. Bu bölgeden içeriye girebilen insanların tutkularının gerçekleşeceğine dair söylentiler vardır. İçeride yaşayan ‘güç’ insan zihni tarafından hayal edilmesi mümkün olmayacak güçteki bir varlıktır. Askerler tarafından korunan Zone bölgesine sadece gerekli olgunluğa erişmiş cesur Stalker’lar girebilmekte, bölgeye giren insanlara eşlik etmektedirler.” Stalker unvanındaki karakterimizde, filmin başından sonuna kadar hissettiğimiz ana özellik, fütüvvet kelimesinin içinde barındırdığı “cesaret” olacaktır, çünkü Stalker herkesin korkup kaçtığı bölgeye cesareti ile sürekli adım atmaktadır. Stalker’ın yanında kafası soru işaretleri ile dolu bir profesör ve bir arayış içinde olan yazar vardır. Profesör ve yazar, filmde “mânâ denizi” denilen odanın eşiğine geldiklerinde içeri girmekten vazgeçerler, çünkü imanları zayıftır. Stalker bu durumdan oldukça üzgündür çünkü imanları zayıf olduğu için gerçek mânâyı göremeyip geri dönmüşlerdir, odaya girebilmek için kāl ehli değil, hâl ehli olmak gereklidir.

Bu noktada film bizleri alarak Nur Dağı’na, Hira Mağarası’na götürüyor. Hepimiz, Peygamber Efendimiz’in bilgi olarak Hira Mağarası’nda inzivâya çekildiğini biliyoruz ama kaçımız bir fütüvvet örneği göstererek O inzivâdayken başında bekleyebilir. Ona zarar gelmemesi için varını yoğunu ortaya koyabilir? Kaçımız Hz. Ali gibi gözünü dahi kırpmadan Peygamber’in o nur dolu yatağına yatabilir? Belki de bizim fütüvvetimiz bunları dile getirdiğimiz noktada başlayacaktır.

Stalker filminde, fütüvvet makamını temsil eden Stalker, hemen hemen her şeye seküler şekilde yaklaşan bilim adamına ve yazara şu sözleri söylüyor: “Bölge (Zone) seni iyi ya da kötü diye ayırmaz, bölge sadece hiçbir şey olanların, zavallıların geçmesine izin verir. Ama nasıl davranması gerektiğini bilmiyorlarsa en zavallılar bile ölür.” İşte filmin bu noktasında biz fütüvvetin diğer mânâları olan alçakgönüllülük ve dünya malına önem vermemeyi görüyoruz. “Zone” denilen bölge tuzaklarla dolu tıpkı dünya hayatı gibi…Bu bölgede tam teslimiyetle Allah’a yaklaşırsan, o da sana kendini açıyor ama teslim olamazsan bu bölgeden çıkamıyor, bazen de deliriyorsun. Dünya hayatı da, “Zone” gibi tuzaklarla dolu nefislerimiz, hırslarımız ve tutkularımız da bizi gerçekten uzaklaştırıp gönül odamızı kapatıyor. Yönetmen burada “Zone”u, dünya hayatı olarak ele almış. Tarkovsky’nin gözünden iman ve fütüvvet, bir arada sunuluyor ve film bizleri sürekli sarsıyor. Filmin belki de en can alıcı noktası Stalker’ın yanındaki profesör ve yazar için duâ ettiği sahne oluyor. Stalker, Rabbine o kadar teslim olmuş ki, o kadar çok inanıyor ki, aynı inançla yollarına devam etmelerini profesör ve yazar için de istiyor. Ve şu şekilde onlar için dua ediyor:

“İnanmalarına izin ver ve tutkularına gülmelerine, çünkü onların tutku dediği gerçekte duygusal bir enerji değil, ruhları ve dış dünya arasında bir sürtüşme… Ve en önemlisi kendilerine inanmalarına izin ver. İzin ver, çocuklar gibi çaresiz olsunlar, çünkü güçsüzlük muhteşem bir şeydir ve güç hiçbir şey. İnsan doğduğunda güçsüz ve uysaldır. Öldüğünde ise katı ve duyarsız.”

Bu tirad aslında, acziyetin Allah erleri için bir makam olduğunu dile getirirken, aynı zamanda fütüvvet kelimesi içinde yer alan “başkalarını sevmek, onlara yardım etmek, onların iyiliğini istemek” mânâlarına da işaret ediyor. Fütüvvet ehli insan, önce kendini değil, başkalarını düşünür ve onlara her ne olurlarsa olsunlar Allah’ın yarattığı bir can olarak saygı duyup onları sever. Tirad aynı zamanda bana, sultanımız Sâmiha Ayverdi’nin tekrar ve tekrar okuyup idrak etmemiz gereken sözünü bir kez daha hatırlatıyor:

“Herkes bu meydana bir zafer için gelir, ben ise sade sana yenilmek için geldim.”

Allah’a koşulsuz güven ile bağlanıp acziyetimizi idrak etsek, Stalker filmindeki gibi mânâ odasının kapıları gönlümüzde açılacak. Bizler bu dünyada benlik zannına tutulu kalıp filmimizdeki profesör ve yazar gibi mânâ odasının kapısına kadar gidebiliyor ama bir türlü kapıyı açamıyoruz. İnşallah hepimiz, Peygamber’in bayrağı altında kendi fütüvvet yolumuzu keşfeder, iyilik, güzellik ve Allah aşkı için çalışmaya niyet ederiz.

Yazıyı, filmin yönetmeni Tarkovsky’nin, Stalker için yaptığı yorum ile noktalayalım:

İnsanın yok olduğu ya da dayandığı bu yerde ayakta kalmayı başarıp başaramayacağı, kendine olan saygısıyla, önemliyi önemsizden ayırma yeteneğiyle belirlenir. Her birimizin içinde olan o özgün insânîlik ve ebedîlik üzerine düşünmeyi teşvik etmeyi görevim sayıyorum. Ne yazık ki, bu sonsuzluk ve öz, insanın kendi yazgısını kendi elinde tutmasına karşın sık sık görmezden geliniyor. Birtakım aldatıcı idealler peşinde koşulması yeğleniyor. Ancak gene de geride insanın varlığını inşâ ettiği ufacık bir kırıntı kalıyor: Sevme yeteneği. İşte bu kırıntı insan ruhunda, hayatını belirleyecek bir yer işgal edebilir, varlığına anlam katabilir.”

Firuze Büşra Ak

 

Yeşil Smoothie

Malzemeler:

1 adet soyulmuş, çekirdeği çıkarılmış, donmuş mango

¼ soyulmuş, çekirdeği çıkarılmış, donmuş avokado,

½ kiwi

1 kase kıyılmış karalahana

½ salatalık

½ misket limonu veya limon suyu

1 bir büyük fincan hindistan cevizi suyu

1 tatlı kaşığı chia tohumu

 

Hazırlanışı:

Bütün malzemeyi smoothie karıştırıcısına koyun ve 45 saniye kadar karıştırın.

Âfiyet olsun.