Tevhid

Tevhidin ne mânâya işaret ettiğini ilk olarak tasavvuf ilmiyle anlamaya başladım. “Tevhidin ne mânâya geldiğini bilmek” demedim; mâlûmunuz, bu imkân dâhilinde değildir. Tevhidi bilen, olmuş demektir; çoğumuz gibi fakir de olmaktan gayet uzaktır. Çok şükür, bir mürşidimiz var ve bizlere sabırla bu sırrın elifbâsını öğretmeye çalışıyor.

Önceleri herkes gibi kitaplardan, okullardan, kulaktan dolma, yarım yamalak, tevhidin tek tanrıya tapınmanın Arapçası olduğunu öğrendiğimi sandım. Kendimi yüzlerce tanrıya tapan antik Yunanlılar’dan ya da Hindular’dan üstün gördüm bu nazar-ı itibar ile. Oysa hayatıma bir mürşid girdiğinde öğrettiği ilk şey, kimseden hiçbir üstünlüğümün olmadığıydı. Hz. İbrahim gibi tüm putları yıkıp en büyüğünü, yani nefsimi ayakta bıraktı. Tevhid sırrının her an karşımızda olduğunu anlatmaya çalıştı.

Kur’an, Hz. İbrahim’i böyle anlatıyor. Allah ona irşad vazifesi verdikten sonra yaptığı ilk iş, insanların putlarını kırıp parçalamak olmuş. Bunu yaptığı için ona düşman kesileceklerini herkesten daha iyi bilmesine rağmen… İnsanlar en başta vicdanlarına dönüp ona hak vermişler (Enbiyâ Sûresi, 64). Fakat esas put ayakta kaldığı için yine de kendi vicdanlarıyla ters düşmüşler.

Bundan sonraki âyetlerde bu büyük peygamberin esas tevhid dersi anlatılıyor. Halk hırslanıp onu yakmaya karar veriyor ve onu ateşe atıyorlar. İşte bundan sonraki gelişme çok ilginç: Hz. İbrahim, ya da onu vazîfelendiren Rabbi ateşi söndürmüyor. Fakat ateş, “İbrahim’e karşı serin ve zararsız” oluyor (Enbiyâ Sûresi, 69).

Cemâlnur Hocam da bizlere bıkmadan usanmadan aynı dersi anlatıyor: Ey ateş! Bizlere karşı serin ve zararsız ol!

Bizler ise:

İşimizi kaybediyoruz, yanıyoruz.

Mevkîmizi kaybediyoruz, yanıyoruz.

Zorda kalıyoruz, yanıyoruz.

Kolaydan sıkılıyoruz, yanıyoruz.

En sevdiğimiz bize bir tokat vuruyor, yanıyoruz.

En sevdiğimiz bize bakmıyor, yanıyoruz.

Endişe ve vesvese ile olacağı dahî belli olmayan, var olmayan ateşlerde yanıyoruz.

Gelecekte yanıyoruz, geçmişte yanıyoruz.

Yanıyoruz da yanıyoruz. Bize hiçbir ateş serin ve zararsız olmuyor. Tevhidi anlayamayan bizler, her seferinde ateşin bizleri yaktığını sanıyoruz.

“Bu dünyâdan bir iyi gitse, bir iyi gelsin diye duâ ederim. Bir kötü gitse, bir kötü gelsin diye duâ ederim. Âlemin düzeni tam yerindedir ve bir tek şeyin dahî değişmesini isteyemem” buyuran Merkez Efendi Hazretleri gibi Hz. İbrahim de bize tevhidi öğreten sultanlardan.

Onlar bize vehmimizin yarattığı ateşleri söndürmeye çalışmanın abesliğini anlatıyorlar. Biz ise bize serin ve zararsız ateşlerde kendimizi yakmaya gayret ediyoruz.

Hz. İbrahim, Rabbi tarafından en ağır imtihanlara tutulmuş muazzam bir peygamberdir. Halilullah makâmında, öz oğlunun dahî Dost’uyla arasında perde olmasına izin vermemiştir. Tabiî ki o Allah sevgilisinin çektiği zorluklarla bizlerin yaşadığı müşkülât denk olmayacaktır. Zîra Âlemlerin Rabbi, kimseye kaldırabileceği yükün fazlasını yüklemez (Bakara, 286). Bununla beraber, herkesin kabiliyeti ölçüsündeki teslimiyeti, tevhide yaklaşmanın diyetidir diye anlıyorum. O teslimiyeti gösterebilenlerden, yani müslümanlardan olabilmeyi, sonunda da tevhide gark olmayı hepimiz için niyâz ediyorum. Bayramınız mübârek olsun!

 

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın