Nefsin Hakkı

İslâm bir şeriat dinidir. Tüm kulluk görevlerinin hassas ölçülerle Peygamberimiz tarafından bize aktarılmış birer şekli, rüknü, ve bu şekillerinin altında gizlenmiş mânâ üzerine mânâları vardır. Kurallarına uymadan bu mânâ denizine vâkıf olmaya çalışmak, İslâm’ın önerdiği bir yol değildir. Orucun, namazın ve diğer tüm ibâdetlerin hem bedensel faydaları, hem de sevgili Peygamberimiz ve onun vârisleri tarafından şerh edilmiş sırları mevcuttur. Haccın ölmeden önce ölmek, kefene remiz olan ihramlara bürünerek tüm nefsânî hasletlerden tövbe ederek Allah’a yönelmek, O’na teslim olmak mânâsında bir ibâdet olduğu mâlûm. Bu ibâdetten sonra hacılarla beraber tüm müslümanlar, eğer güçleri yetiyorsa bir de kurban vazîfelerini îfâ ederler.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim kıssasında kurban vazîfesinin mânâsı anlatılmış, Allah dostları tarafından kat kat derinlikte açıklanmıştır. Bu açıklamalardan en temel olanı, Haccın da mânâsı olan nefsinden ölme hâdisesidir. Bir anlamda kurbanlık hayvan, nefsimize misaldir. Kendi nefsimiz yerine eti yenen bir hayvanın kurban edilmesi şüphesiz çok büyük hikmetlere işaret eder: Amaç, bir hayvanın katledilip yok edilmesi değil, bir hizmete sunulmasıdır. Nefis de böyledir: Amaç onu katletmek değil, ümmetin hizmetinde olmasını sağlamaktır.

Etler tartılır ve üç eşit kısma ayrılır. Birinci kısım fukaraya, ikinci kısım eş, dost ve akrabaya, üçüncü kısım da kulun kendisine ve ailesine verilir. O halde tıpkı kurbanlık gibi nefis de üç eşit kısım halinde hizmete vakfedilmelidir. Birinci kısım ihtiyaç sahiplerinin, ikinci kısım sevdiklerimizin, yakınlarımızın, üçüncü kısım da kendi nefsimizin hizmetinde olmalıdır. Dileyen üç kısmı da ihtiyaç sahiplerine verebilir ama kurban etinden yemek ehvendir. Çünkü nefsin de, tıpkı fukara gibi, akrabamız gibi üzerimizde hakkı vardır. İslâm’ın ne kadar müthiş bir yaşam dengesi olduğunu en âşikâr gösteren ibâdetlerden biridir kurban. Mutlak amaç, tasavvuf geleneğinde de anlatıldığı gibi fenâfillah değil, bekâbillah’tır, yani Allah’la var olmaktır.

Kurbanı gücü yeten keser fakat bayramı tüm müslümanlar yapmakla yükümlüdür. Bayramın birinci günü oruç haramdır. Özellikle Rabbimiz ve sevgili Peygamberimizin buyurdukları gibi çocuklar, akrabalar, yaşlılar sevindirilmelidir. Fakire verebilecek malı mülkü olmayan sadakaların en güzelini, güler yüzü bağışlar. Aile büyüklerinin, özellikle yaşlıların ziyaretlerine gitmek her müslümanın görevidir. Çocukları, bilhassa de yetimleri sevindirmek, onlara bayram ettirmek bayramın ta kendisidir. Akrabalar arasında dargınları barıştırmanın karşılığı ancak cennettir. İnsanları sevgiyle ülfet ettirmek bizâtihî cennettir düşünebilenler için.

Bu bayram özellikle büyüklerimiz, yaşlılarımız için hatırlanmanın, ziyaret edilmenin ne kadar büyük bir lûtûf olduğunu hatırladım. Belki yarım saatlik bir ziyaret, el öpüp hal hatır sormak onlar için ne kadar büyük mutluluk vesilesi oluyor.

Arefesinden son günü akşam ezanına kadar kim bilir Allah’ın sınırsız ilminde ne güzellikler cereyan etti bu dört bayram günü süresince… Kur’an’ın mânâ denizinden şüphesiz herkes ancak kendi kabınca alıp tadabilir. İşte fakir de kabına doldurup o mânevî denizden bunları tattı.

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın