Mürşid Çadırı

Sâlikin mürşîdine hizmeti şâhâne gerek,

Eşiğine koya bâşın diye şâhâ ne gerek.

 

Hz. Niyâzi Mısrî

 

 

Zilhicce’nin 9. Günü… Kurban Bayramı arefesi… Ilık ve güneşli bir sonbahar sabahına uyandı İstanbul. Bayramın tatlı telâşı bir yana dursun, bütün bir haftanın tatil olmasının verdiği dinginlik var havada. Kendimi alışveriş yapan kalabalıklar arasına mı karıştırsam? Ya da Kadıköy’den bir vapura mı binsem? Üzerimde hafif bir mont, vapurun yan tarafındaki açık kısmında otursam, Sultanahmet, Ayasofya derken, martıların müziğine bu mübârek şehirde yaşamanın şükrünü mü karıştırsam?

 

Yok. Bu sabah vücudum şerbet tadında bir İstanbul havasına uyanmış olsa da aklım ve gönlüm bambaşka bir âleme çoktan dalmış. Milyonlar yürüyor dünden beri içimde. “Lebbeyk” sesleriyle Arafat’a yürüyor… Bir gece önceden Arafat’ın yolunu tutmuş; milyonlarca hacı adayıyla birlikte Cebel-i Rahme’nin etrafındaki çadırlardan birinin içinde ruhum… Vakfe durmaya hazırlanıyor…

 

Kendimi sokağa bırakıyorum. İçimdeki sesleri bastırmak zor geliyor. Bağırmak istiyorum, “Bugün arefe, ârif olma günü” diye… “Ne olur, boş geçirmeyelim, içimizdeki Allah’a ait ismi en güzel şekliyle ortaya çıkarabilmek için, her an huzurlu ve huzurda olarak Hakk’ın rızâsına mazhar olabilmek için ve içimize yalnızca O’nun sevgisini koyabilmek için bugün bir fırsattır, boş geçirmeyelim…” diye bağırmak istiyorum. Bağırırsam belki önce kendi kulağıma girer diye… Sonra kendimi Hocamın ve dostların yanında buluyorum. Televizyonu açıyoruz. Arafat’tan canlı yayın var. İçimize doluyor Arafat’taki duâ:

 

….‘Kâlü belâ’da Sana verdiğimiz ahdimizi tazelemeye geldik. Bütün dünyalıklardan vazgeçerek, bütün dünyaları arkamızda bırakarak ihramlara bürünerek geldik. Kalbimizin bütün endişelerini yüklenerek yüce huzuruna geldik. Habib-i Edib’inin ifadesiyle ölmeden önce ölmeye niyetlendik. “Lebbeyk” nidalarıyla ruhumuzu kurtarmaya geldik. Sen ‘Lebbeyk’lerimizi karşılıksız bırakma Allah’ım. Evimizden, yurdumuzdan çıktığımız andan itibaren “lebbeyk” nidalarıyla Sana iltica ettik. Şimdi Vakfe’de bir kez daha birlikte “buyur geldim Rabbim diyerek” Sana iltica ediyoruz. ‘Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ven nimete leke vel mülk. La şerike lek’ ‘Buyur Allah’ım buyur, emrine amadeyiz, buyur. Senin eşin ve ortağın yoktur. Emrine amadeyiz. Hamd Senin. Nimet Senin. Mülk Senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur’ diyoruz. Telbiyelerimizi sen karşılıksız bırakma Allah’ım….

 

Yirmi kişi varız. El açıp âmin diyoruz. Coşkumuz o kadar gerçek ve gözyaşlarımız o kadar içten ki salonumuz Arafat’ta bir çadır o anda. Bizi Arafat’ta irfana erenlerden eyle ya Rabbi! Bizi kurbanın mânâsına uygun olarak kurbiyeti bulanlardan, yakınlığına kavuşanlardan eyle.

 

“…En güzel kulun, en sevgili Elçin Muhammed Mustafa’nın nefeslerinin değdiği, ayaklarının bastığı, sözlerinin yankılandığı şehirlerin anası Mekke’deyiz. Bizleri İbrahim’in milletinden, Muhammed Mustafa’nın ümmetinden bir lâhza olsun ayırma Allah’ım…”

 

O an biz İstanbul’da mıyız,yoksa Mekke’de mi? Lâmekân… O an kurban bayramının ve haccın yalnızca Allah’a yakınlaşma gayreti için bir fırsat olduğununa iman ettim.  O zaman, şeklî olarak henüz varamamış olsam da Arafat’a, bugünü ve yarını yalnızca bu gayret üzerine geçirmeyi dileyebilirim. “Allâhu Ekber!” diyerek başlamalıyım bu gayrete. Dilim O’nun büyüklüğünü tasdik etmeli. Sonra kendi arzu ve isteklerimi kenara bırakmayı becerebilmeliyim. İçimden O’nun sevgisinin dışında ne varsa çıkarabilmeliyim. Sonra belki Zilhicce’nin 9. gününde Arafat’ta açılan bu kapıdan içeri girer, irfana erenlerden olabilirim. Olabilir miyim?

 

Hiçbir şey bilmiyorum. Bu ihtimallerin yarattığı iddiayı da istemiyorum artık. Yalnızca mürşidimin yanında olmak istiyorum. Kalabalıklar içinde kaybolmamak için annesinin eteğine sıkı sıkı yapışan küçük bir çocuğun içtenliğiyle O’na yapışmaktan gayri niyâzım yok o anda. Değil mi ki O, mârifete çoktan ulaşmış bir ârif-i billahtır imânımda, bırakayım O beni nereye isterse oraya götürsün o zaman.

 

“Hac Arafattır” buyurmuş ya Hz. Peygamber. Milyonlar bu dâvete icâbet ederek Arafat’talar bu anda. Vakfe duruyorlar, af ve kurtuluş ümidiyle… Biz de Arafat’ta bir çadırdayız, direği mürşidimiz olan…

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın