Yazılar

Bir Fil Hikâyesi

 

Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde anlatılan fil hikâyesi beni her okuduğumda şaşırtır, etkiler. Karanlık bir ortamda bir fili nasıl tanımlarsınız? “Fili târif et!” dendiğinde, herkes bu devâsâ hayvanın bir uzvunu geçirecektir eline. Birisi kulağını, diğeri hortumunu, bir başkası ayağını yakalar ve bir şeye benzetir fili. Oysa fil bunların hiçbiri değildir; hepsidir belki ama tek başına hiçbir parçası fili bütünüyle temsil etmez.

 

Neden etkiliyor bu hikâye beni? Belki de her şeyi eksik, kusurlu gördüğümüze ilişkin iyi bir mesel olması, dünya hakkında açıklamalara muhtaç varlıklar olmamızı hatırlatması… Evet, belki de bu hikâyeyi seviyor olmamın sebebi bunlardır.

 

Mesnevî’yi açıp okur ve kaybolursunuz içinde…

 

Söyleneni anlarsınız belki ama tam olarak anlamının derinliğine varamazsınız…

 

Evet, iman ediyordum: Mesnevî’de anlatılanlar beni cezbediyordu; ama böylesine kapsamlı bir eser karşısında hep satıhta kalıyordum. Daha ilk on sekiz beyitte sarsılıp kendime geldiğimi; bu eseri ancak bir mürşid aracılığıyla kavrayabileceğimi hissetmiştim. Tam da bu endişeli ruh hâli içindeyken başımız sıkıştığında hep Hızır misali yetişen Kenan Rifâî Hazretleri’nin Mesnevî şerhi ilişti gözüme. Besmeleyle kitabı açtım ve daha ilk cümlede “Dinle!” diye başlayan metni duymaya, bu sözlerdeki derin mânâyı idrak etmeye başladığımı hissettim. Şerhin koyu renkle yazılıp vurgulanan kısmına geldiğimde yine bir eksiklik duygusuyla şaşırıyordum ama şerh bölümü bendeki şüpheyi alıp götürüyordu. Hepimiz kabımız ölçüsünce anlarız ama Kenan Rifâî Hazretleri bizi o dar kaptan kurtarır, bizi geniş bir perspektife yerleştirir. Böylelikle beyitte söyleneni, tıpkı fil hikâyesinde olduğu gibi, parçalı bir şekilde, yani kısmen anladığımızı ama mürşidimizin bizi bu noksan bakış açısından kurtardığını anlıyordum. Şerhle birlikte gelen coşku, parçadan bütüne sıçramanın verdiği neşeydi aslında. Efendim’le birlikte duymak, onunla anlamak beyitleri… Tasavvufî neşe bu olsa gerekti!

 

Hz. Mevlânâ’nın biz anlayalım diye kullandığı teşbihlerin, hikâyelerin hepsini Efendim’in gözlüğünden okumak, Mevlânâ’yı derinlemesine kavramak demekti benim için. Çünkü filin ne olduğunu anlamak, aslında hakikatin ne olduğunu idrak etmek anlamına geliyordu.

 

Eğer hakikate nüfuz etmek istiyorsak kendi noksan, parçalı görüşümüzü bir kenara bırakmalı, geniş bir perspektife, yani Efendimize doğru yelken açmalıyız. Belki O’nun sayesinde kabımız genişler de biz de bir gün kendi başımıza bir fili bütünüyle algılayabilir hâle geliriz.