Ok ve Yay

Yeniçeri Kemankeş “Tozkoparan İskender”, yoğun ve zevkli bir talim gününün sonunda ocağa döndüğünde vakit hayli ilerlemişti. Âdeti üzere cemaatle kılınan yatsı namazını müteakip Enfal Sûresi’nden bir bölüm okuyarak hücresine çekildi. Vazifesini yerine getirmiş olanların huzurlu yorgunluğu içinde hiçbir şey düşünmeden doğruca uykuya daldı.

Akçaağaçtan yapılmış ağır ve pek yayı ile üzerine adı işlenmiş oku, her zamanki gibi duvarın içindeki oyukta duruyordu. Fakat uyku ve rehâvet onun için tehlikeli bir atâlet hâli olduğundan, bir muhâfız sabaha kadar başında bekliyor, eğer sağa ya da sola dönerek kolu üzerine yatacak olursa hemen Tozkoparan İskender’i tekrar sırtüstü yatması için yönlendiriyordu.

Sıcak ve nemli bir İstanbul gecesi… Muhâfız, gözkapaklarının kapanmasına mânî olmak için elinden geleni yapıyor fakat arada sırada içinin geçmesini engelleyemiyordu. Gece nöbetlerinde kendisini uyanık tutmanın tek yolunun zihnini ayık tutmaktan geçtiğini bildiğinden, her zaman başvurduğu zihin oyunlarından birine başladı. Etrafındaki nesnelerle ilgili anılarını yoklamak ve onları hayâlî bir dinleyiciye anlatmaktan ibâret olan bu oyun, onu en az bir-iki saat oyalardı. Sonrası Allah kerim… Zaten bir kere uykuyu defettikten sonra kolayına bir daha uğramaz, böylece sabahı etmiş olurdu.

Etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Çok fazla eşya yoktu. Basit oyunu, bu defa her zamanki kadar oyalayıcı olmayabilirdi. Dört duvar içinde nöbet tutmak, açık alanda nöbet tutmaya benzemiyordu. Ne de olsa açık alan, geniş bir malzeme demekti. O zaman bu zenginlik içinde her nesnenin üzerinden şöyle bir geçip fazla oyalanmadan diğerine atlayabiliyor, zihnî sıçrayışlarını daha hareketli ve zevkli bir şekilde yapabiliyordu. Bir ağaç, bir kirpi, bir kapı, bir baca, yükselerek uzaklaşan bir toz bulutu, rüzgâr, gece, dolunay, mehtap ve sayısız yıldız kümeleri… Bu gece ise oldukça küçük ve sade bir hücrede, ancak birkaç nesne üzerinde sıçrama yapabilecekti.

Etrafına göz gezdirdiğinde, iri vücuduyla dikkatini en çok çeken, Tozkoparan İskender oldu. “Ünü, yeniçeri içinde almış, yürümüş, sultanın gözdesi büyük okçu, kemankeş. Azimli büyük insan. Yayı onun gibi tek eliyle bir hamlede kuran, şu dünyaya nadir gelir. Yalnızca iri bir vücut ve kaslı kollardan ibâret değil elbet. Yayı germek, oku çok uzaklara fırlatıp tam hedefini buldurmak yalnızca bir vücut işi değil, bir denge ve âhenk işi. Çalışma ve gayretin neticesi. Sabır, konsantrasyon ve soğukkanlılık meselesi.

Ona gıpta etti. İşi sabaha kadar “beklemek” olan bir adamın Tozkoparan’la ne gibi bir yakınlığı olabilirdi? İşte belki ayda yılda bir, böyle başında beklemekten başka bir şey olamaz. Elinin bir zanaate yatkın olmasını ne çok isterdi ama değildi işte. Çocukluğundan beri ince işlerden çok, kaba işlerin adamı olmuştu. Pazusuna güveni sağlamdı; odun mu kesilecek, yük mü taşınacak, onun için işten bile sayılmazdı. Belki pehlivan olur diye ümitliydi ama güreşte de tutunamadı. O işin de kendine göre bir inceliği ve kaidesi vardı ki herkesin kârı değildi. Basit işler gerekliydi ona. Ocağa yazdırdılar, orada da emir erinden başka bir şey olamadı.

Bir iş yapmaktan çok yapmamak anlamına gelen bu “bekleme” işi, onun göreviydi. Meşhur okçu Tozkoparan’ın kolu üstüne yatmaması için bekliyordu. Kendi hâline acıdı, içi fazlasıyla burulmuştu. Sınır boylarında bekleyen erlerden, sabaha kadar ordugâhta nöbet tutan gözcülerden olamamış, ola ola bir kol bekçisi olmuştu. Kendi kendine “İşte bu tozkoparan ne kadar ‘ok’ gibi doğru bir adamsa sen de şu yay kadar eğri büğrüsün, adamım. Yay gibi eğrisin işte, anlayacağın” dedi.

Gözü Tozkoparan’da iken, gönlü kendi nefsinin miskinliğinde geziniyordu. Hiç olacağı yokken birden üzerine bir esneme geldi ve uyku hâli galip gelince gözleri kapanıverdi.

Seyrinde bir şehre vardı. Bu şehirde her şey bir değişik, bir garipti. En önce gözüne gül fidanları ilişti. Dikenleri gül kadar büyük, gülleri diken gibi küçücüktü. Hayır olsun, derken gökten toprak serpilmeye başladı, o sırada ayaklarının su içinde olduğunu fark etti. Bir ağacın altına sığınmak istediğinde ağacın dalları olmadığını, tamamen meyveden ibâret olduğunu gördü. Hattâ ağacın gövdesi bile meyveden oluşuyordu. Meyvelerin sapı yoktu, kaktüslerin dikeni içlerine doğruydu. Başlar ayak, ayaklar baş olmuş, her şeyin içi dışına çevrilmiş, düzler ters, doğrular eğri, başlar son olmuştu. Her şey bildiğinden başkaydı, eşyanın sınırları kalmamış, biri diğerine geçmiş, kendilerini ve görevlerini şaşırmış gibiydiler. Oklar eğrilmiş, yaylar doğrulmuştu. Derken bir adamın sırtında bir atla dörtnala koşarak kendisine doğru geldiğini fark etti. Bu Tozkoparan’dı.

“Ne yaptın?” dedi emir erine. “Duâ ederken daha dikkatli olmalıydın. Allah’ın her işinde bir hayır olduğunu, herkesin bu dünyada bir vazifesi olduğunu bilmiyor musun?”

Elinde oku ve yayı vardı. Ok düzgün, yay ise olması gerektiği gibi eğriydi.

“Bak” dedi ve tek eliyle yayı kurup bir hamlede oku çok ileriye fırlattı. “Eğer bu yay olması gerektiği gibi eğri olmasa bu ok, hedefini bulamaz, aslanım. Sen bu yayın şekline bakıp da eğri olduğunu sanma, hiçbir şeyin şekline aldanma. Diken dersin küçümsersin, gülün yumuşaklığı onun sertliğindedir. Ağacın dalını, budağını küçümseme, meyvenin tatlılığı gövdenin sağlamlığındandır. Titreyen dalı da küçümseme, meyveyi onun titreyişi olgunlaştırır. Yayın eğriliğine de lâf etmeyesin.

Bir kere daha yayı kurdu ve çok uzağa fırlattığı okuna bakarak dedi ki: “Okun doğru gidişi yayın eğriliğindendir, aslanım. Yayın doğruluğu onun eğriliğindedir.”

Lâhzada gördüğü bu seyirden emir eri sıçrayak uyandı. Düş müydü, gerçek miydi? Tozkoparan ona çok güzel bir ders vermişti. Eğri büğrü adamım, diye nefsine acırken nefsine hakîkatte zulmetmişti. Aslında her şey ve herkes Hakk’ın kendisine çizdiği yolda dosdoğru değil miydi? Şekerin hizmeti tatlı olmak, acının hizmeti yakıp yandırmaktı.

Uyumamak için etrafındaki nesnelerle kurduğu oyuna döndü. Doğru ok ile eğri yay, omuz omuza verdikleri oyuğun içinden kendisine bakıyordu.

 

The following two tabs change content below.

Arzu Eylül Yalçınkaya

Son Yazıları: Arzu Eylül Yalçınkaya (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın