Bir Aşk Mektubu: Hasret-i Ken’ân
“Her şey aslına dönecek.”
Aslım, burhânım, cân’ım…
Biri, biriyle ilk kez buluşacaktı. O buluşma vaktini beklerken, çok heyecanlılardı. Onların heyecânını paylaşabilmek için kendimi yerlerine koymaya çalıştım, bizi düşündüm… Ya ben Seninle ilk kez yüz yüze, göz göze buluşacak olsaydım? İçim titredi… Sâhi, bir gün karşılayacaksın beni değil mi?
Âh, sanki şimdi “ayrı” mıyız? Ama işte bu vücut perdesi ortadan kalkmadıkça, bütün yakınlıklar ancak hasretin şiddetini arttırıyormuş. Ayrı olup olmamaktansa, “aynı” olup olmamak değil midir ki derdin büyüğü? Tam da yeri geldi sanırım. Hani o sevgilinin hikâyesini anlatmıştı ya, Mesnevî’de şöyle diyordu Hz. Pîr:
“Ben onun gönlünü istedim. O, nazlandı ve yukarıdan baktı. Benim iki cihanda dileğim ve hedefim sensin diye söyleyecek oldum, buna da inanmadı, git bana böyle masal okuma, dedi.
Çâresizlik içinde bunalma yolundaydım. Ben senin ne düşündüğünü, hele ne yanlış düşündüğünü bilmez miyim, diye seslendi, sen hâlâ “onun gönlünü istedim”, “hedefim sensin dedim” gibi sözler ve düşünüşlerle sen ve ben diye iki ayrı varlık düşünüyor, bu ikilikten kurtulamıyorsun, hâlâ kendi vücûdunu varlık vehmedenlerdensin, böyle vahim bir ikilikten kurtulmadan, nasıl benim gönlümü ister, nasıl benim dîdârımı görmek diler, nasıl kendinden geçip bende yok olma netîcesine erersin?
Ey kaba ruhlu. Sen aşk yolunda can ve baş fedâ etmekten uzaksın. Bu, sevgilini çok ucuza aldığını sanmaktandır. Bir şeyi çok ucuza alan, onun kadrini bilmez.” (*)
Bilemedim, kıymetini hiç anlayamadım. Yine bir gün, bendeki seni hiç tanımadan, uzaklarda aranırken, nihâyet dersimi alacaktım. Bu sefer, öğrencisine aynı problemi defâlarca çözüp gösteren; fakat idrâki kıt, görüşü bulanık, aklı bin yerde dağınık o tembel öğrencinin, artık bir an evvel dikkatini toplayıp söyleneni anlaması için sesinin şiddetini yükselten öğretmen gibi azarladı Allâh’ım beni. O azarlayış, hasreti getiren bir hâdiseden ibâretti. Bunu çoktan hak etmiştim. Yoksa senin kıymetini, ne lûtfun içinde olduğumu nasıl anlayacaktım? O nasıl bir hikmet, nasıl bir azarlamaydı ki, şiddetinde daha bir şefkat sardı yüzümü, gözlerimi. Daha büyük dalgalarla vurdu nûrun gönlüme. Ama yetmedi, iyice terbiyeye gelmem için “hasret” faslı erişti. Mümkün olmayan şekilde, gizleniverdin benden. Sandım ki yollarımız ayrıldı, -sanki önceden görebiliyormuşum gibi- artık seni göremeyecek olmanın hüznü yüklendi.
O hasret müddetince, inanamadığım bir hâlde kendimi senden sökülüp başka ellere atılmış, uzakta bırakılmış zannedip mânîsi elde olmayan sitemlerle boyun bükerken, belki de ilk defâ kıymetini anlamaya yaklaşıyordum. Kimi gece yarılarında, “…Vardır yine gönlümde benim hasret-i Ken’ân…” mısralarıyla içim sızım sızım sızlarken hissediyordum işte. Ben sendendim, senin bir parçandım. Sen bendeydin, sâfî lûtuftun, lûtfun hakîkatiydin. Bulmuştum seni.
Sen “mümkün olmayan şekilde” “gizlenince” tamâmen âşikâr oldu ki, senmişsin işte her şeyim. Kime baksam, neyi görsem, gözümde bir tek senin gözlüğün var. Gönlümün semâsını senin dolunaylarının ışığı doldurmuş. Seninle görüyorum, seninle duyuyorum, seninle anlıyorum, seninle seviyorum. Sensizlik diye bir şey yokmuş elhamdülillah. Allâh’ım gösterdi ki; “Muhammedî hakîkatinden” başkası, senden başkası da yokmuş. Âh, hepsi de senmişsin zâten, ne varsa Sen… Teslîm oluyorum, kabûl… Gaflette, vehimlere dolanmış olsam da, ben de “Sen”im o zaman!..
Aslım, Burhânım, Cân’ım…
“Her şey aslına dönecek” müjdem…
Lûtfun hakîkati, Hakîkat’in lûtfu, Cânım Efendim… Bu şehâdet âleminde ne kadar birlikteysem, dâima misliyle size hasretim… Her an, doymadan, mâsivâdan arındıran tenezzülünüzü, himmet-i aşkınızı dilenir; benlik vehminden tamamen kurtulup, aslıma dönmeyi gözlerim. Meded yâ Rifâî, meded Hazret-i Pîr’im!..
*Şerhli Mesnevî-i Şerif, Ken’an Rifâî, Kubbealtı, 2010, s.245-247,
Elif Hilal Doğan
Son Yazıları: Elif Hilal Doğan (Profiline git)
- Seçim - 31 Aralık 2018
- İNSÂN-I KÂMİLDEKİ FERDİYET TECELLÎSİ - 2 Ağustos 2018
- Vefa Apartmanı - 25 Ağustos 2017
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!