Hafif adımlar ile

3 senedir kendi sitemde blog yazıyorum ancak en çok bu yazının konusunu bulmakta epey zorlandım. Yazı talebi geldiğinden beri -belki 10 gündür-  aklımın bir köşesinde hep bu yazı vardı. Ancak olmuyor, olmuyor, olmuyor, istediğim konuyu ve anlatımı tam bulamıyordum.  Sonra düşündüm ki niye bu kadar çabalıyorum? Mükemmel bir yazı yazmak zorunda değilim. Kimseyi etkilemek zorunda da değilim. Ben sadece davete icabet etmek ile sorumluyum. Bu yüzden kendimi aradan çekince işte aradığım konuyu buldum 🙂 İddiasızlık!

Son 3 senemi idrak etmeye çalıştığım bir konu; iddiasızlık. Her ne kadar anlatabilirim bilmiyorum ancak sosyal medyada tesadüfen okuduğum ve mest olduğum bir sözü sizinle paylaşmak istiyorum.

“Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim. Kimseden akıllı, kimseden güzel, kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok. Kimse için en değilim. Daha değilim. Bu devasa iddiasızlığın bana verdiği özgürlüğün hastasıyım.”

Bu sözün yeri belki de en sonda olmalıydı ancak sonrasında da söylemek istediklerim var. Bu yüzden en başa aldım.

Kendi iç dünyasını keşfetmek isteyenler olarak yaptığımız çok büyük bir hata var. Hepimiz kendimiz ile bir savaş halindeyiz. Kendimizi tanımak uğruna o kadar çok yıpranıyoruz ki ne yazık ki bunu bile nefsaniyete dönüştürüyoruz. Bir seviyeye kadar nefs ile savaşmak doğru iken bir seviyeden sonra ne gariptir ki nefs ile savaşmak da nefs oluyor. Sürekli bir kendimiz ile uğraşma durumundayız. Adeta hepimiz evliyalık yarışına girmişiz. En bilge kişi biz olmalıyız, en mübarek de biz, aynı o hikayelerde anlatıldığı gibi… Yemeği de kesmeliyiz, uykuyu da. Hayatımızda zor bir olay ile karşılaştığımız zaman dimdik durmalıyız vb… Halbuki bırak kardeşim kendini. Ne diye kendimiz ile bu kadar çok uğraşıyoruz. Ne diye bunca sıkıntı? Aslında bir sebebi var. Kendimize bunu söyleyemesek bile bunun altında “en bilge kişi ben olmalıyım” arzusu yatıyor. Ancak bilgelik, kendinle samimi olmaktan geçiyor. Gerçek bilge kişi, iyiliğin-kötülüğün ve doğrunun-yanlışın da üzerinde olan kişidir. Hata yaptığında kul olduğunu öğrendiği için sevinen bir peygamberin ümmetiyiz. Hâşâ onunla yarışmak gibi bir amacımız olmamalı. Mutlaka hatalar yapacağız. Bu elimizde değil. Sürekli aynı hatayı tekrarlamak da ayrı bir sorun ancak aşırı çabalamak da ayrı bir sorun.

Yaşım daha çok küçük. 23 yaşındayım. Bu yüzden bana söz söylemek düşmez. Ancak 7 yıllık yolcuğunda ne öğrendin deseler sadece zevk almayı derim. İlk yıllarıma baktığımda ne kadar karmakarışık düşüncelere daldığımı görüyorum. Son yıllarımda ise aslında kimsenin kimseden üstün olmadığını fark ettim. Önceden kendini tanımanın düz bir yol olduğunu ve en sonunda gerçek kendimiz ile karşılaşacağımızı düşünürdüm. Ancak şimdi ise yolun yuvarlak olduğunu, herhangi bir sonunun bulunmadığını anladım. Bu yüzden hızlı da gitsen, yavaş da gitsen aslında hep aynı noktadasın. Belki bu doğrudur, belki yanlış. Belki iyi biriyim, belki kötü. Ne önemi var ki… Veee şöyle bir uzaktan hayatımıza baktığımızda yaşadığımız üzüntülerin hepsinin bir iddiaya bağlandığını görüyoruz.

Cümlelerimi Virginia Woolf’un bir başka güzel bir şiiri ile bitirmek istiyorum. Bunu da çok çok çok beğendim. Herkese sevgiler 🙂

Ne hoş bir güzelliği vardır;
Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin.
Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların,
Onurlu bir yaşamı seçenlerin…

 

 

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
1 cevap

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın