İllâ Edeb
Aslî olarak bir hâl ilmi olması sebebiyle tasavvufun akademik tahsili çok tartışılan bir konu olagelmiştir. Mânevî bir ilim olmakla beraber, 14 asırlık tarihi boyunca farklı alanlarda kültürel izler bırakmıştır. Edebiyattan güzel sanatlara, sosyal bilimlerden siyasete, hatta temelde ayrı olmakla beraber felsefe ve düşünce tarihinde İslâm coğrafyası başta olmak üzere dolaylı da olsa tüm dünyada etkileri izlenebilir. Bu yönüyle tasavvufun akademik çalışmalara konu olması şarttır. Sanatın, sosyolojinin, edebiyatın, siyasetin, felsefenin, gastronominin, hatta pozitif bilimin istifâde edeceği yönleri vardır.
Hz. Muhyiddin İbni Arabî’nin vahdet hakkında açıklamalarının fiziğin aradığı tümleşik evren teorisinin bulunmasında büyük katkılarda bulunacağına inanıyorum. Fütûhat’ında bahsettiği birçok kavramın, kuvvetli hayalgücüne sahip birinin fantezilerinden ziyâde, algısı bize göre üst perdelerde olan birinin müşâhedeleri olduğunu görmeye başladığımız ilginç zamanlardayız. Ya da aslı Hz. Peygamber’in sünnetiyle başlayan yeme-içme ile ilgili birçok tavsiyenin insan fizyolojisinde neden olduğu olumlu değişimleri tıp ilmi ya da benzer disiplinler deneysel olarak ispat etmekte. Örneğin orucun ya da az yemenin beyindeki olumlu etkileri artık genel kabul görmeye başladı. Hatta ismi oruç olarak anılmasa da oruca çok benzer perhizlerin sağlık ve zihinsel huzur için uygulanmaya başladığını görüyoruz. Bu konularla yakından ilgilenen bir arkadaşım geçenlerde 8/16 diyetinden bahsediyordu: Günde sadece 8 saat yiyip 16 saat hiçbir şey yemeyerek zihin ve beden üzerinde olumlu etkilerin elde edildiği görülmüş. Tasavvufun sunduğu tüm bu bilgilerin günümüz bilimi ışığında tekrar tekrar incelenmesinden büyük faydalar elde edileceğine inanıyorum.
Esas konusu eğitim olan bu ilim, özüne lâyık şekilde incelenirse, hem ilmin sahibi sultanlara hürmette kusurdan kaçınılmış, hem de ilmi tahsil eden kişi tasavvuf hazinesinden daha verimli şekilde faydalanabilmiş olur.
Cemâlnur Hocam, dünyada akademik bir ilk olan Kenan Rifâî Kürsüsü’nü Kuzel Karolayna Üniversitesi’nde açmadan önce üniversite yönetimiyle çok önemli bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın belki de en temel, en önemli maddesi, kendilerinin ismini taşıyan kürsüde görev alacak hocanın yaşayışının tasavvuf esaslarıyla uyum içinde olmasıydı. Görev yapacak profesör hangi konuyu incelerse incelesin, bir efendi evlâdından beklenen şeyler kendisinden beklenecekti. Aynı şart, Pekin Üniversitesi’nde kurulan İslâm kürsüsü için de geçerli oldu.
Bunları söyledikten sonra merhum Meşkûre Annemizin bir toplantıda profesörlere “İmansız ilim insanı ahlâksızlığa götürür!” deyişi geldi hatırıma. Öyle ya, tasavvuf olsun, diğer alanlar olsun, ilmin mutlak amacı kendimizi tanımak, Rabbimizi bilmek ve nihayetinde edebe yaklaşmak olmalı. En azından tasavvufun, akademik olarak çalışılmasında dahî olsa, asgarî şart yine edeb olmalı.
Tasavvuf, bir mürşid-i kâmilin bir ayağını İslâm şeriatında sâbitleyerek, diğer ayağıyla öğretisini zaman ve mekâna uyarladığı ve kalbî aynasında talebesine kendi hakîkatini gösterdiği bir ilimdir. Bu yönüyle hiçbir zaman mürşid olmadan kitaplardan okunan ya da üniversitelerde tahsil edilebilen bir ilim olmayacaktır. Fakat yazının başında belirttiğim konulara tutacağı ışıktan istifâde etmek, akademik anlamda mümkündür ve çok gereklidir.
Bu ilmin akademik anlamda dahî olsa lâyığını verebilmek, ondan en güzel şekilde faydalanabilmek için yine de bir hâl ilmi olduğu akılda tutulmalıdır. Tasavvufun şiar edindiği asgarî edebi hâiz olunursa, onun etkilediği diğer bilimlerin akademik olarak çalışılması da o nisbette verimli olacaktır.
Hüseyin Gökhan
Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)
- Kayınbabam Ameer Raschid - 31 Aralık 2018
- “FUAT SEZGİN HOCA” - 2 Ağustos 2018
- Kur’an Ayı Ramazan - 7 Haziran 2018
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!