Koşarak Gelen Adam

Bu aralar Yâ Sîn Sûresi’ni çok okuyorum. İnsanı kendisine çeken gizemli bir enerjisi var. Bazen bir oturuşta defalarca okumak istiyorsunuz. Kimi ayetleri o kadar hoşuma gidiyor ki, tekrar üstüne tekrara doyamıyorum. “Selâmün kavlen min Rabbi’r-Rahiym!”…

Karya halkıyla ilgili bir bölüm var. O bölüm kafamı çok meşgûl ediyor. Bu halka önce iki resûl gönderiliyor. Sonra onları desteklemek için bir üçüncüsü… Şeyhü’l Ekber bunu şöyle açıklıyor: Karya halkı beden şehrinin ehli, gönderilen ilk iki resûl de kalp ve ruhtur. Fakat nefsânî unsurlar bunları kesinlikle anlamıyorlar. Bunun üzerine maslahat ve ihtiyaç bakımından nefse nisbeten daha uyumlu olan akıl veriliyor. Bu üç resûl de nefsânî isteklerden uzaklaşmayı tavsiye edince beden şehrinin ahâlisi çılgına dönüyor. Onları taşlamaya başlıyor.

Bu tavsiyeye uymak çok zordur. Nefis işin sonunu göremez. Uzun vâdeyi görecek bakışı yoktur. İstediğini yemek ister ama şişmanlayınca üzülür. Çalışmaktan yorulur, hemen vazgeçer ama istediği okula giremeyince haksızlığa uğradığını düşünür. Boş işlere, günlük eğlencelerle parasını çarçur eder, sonra da neden hâlâ başını sokacak bir ev alamadığını düşünüp hayıflanır. Bu konuda bir şey öğrenme ümidi de yoktur. Çünkü onun doğası, isteklerinin yerine gelmesi üzere kurulmuştur. Yapması gereken tek şey, onda olmayan basîrete sahip birine teslim olmaktır. Ancak o zaman işin sonunda felâha erebilecektir.

Yâ Sîn Sûresi’ndeki kıssaya dönersek, resullerin  taşlandığı sırada şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geliyor. Bu adam hakkında Hz. Peygamber bir hadisinde “ümmetinin önde giden üç kişisinden biri” diyecektir. Diğer ikisi de Hz. Ali ve Firavun hânedânından îmân eden kişidir. Bunlar bir göz açıp kapama süresi kadar dahi Allah’ı inkâr etmemişlerdir. Hz. İbn Arabî ise bu adamın aşka remiz olduğunu ifade ediyor Kur’an Tefsiri’nde. Adam koşarak geliyor, çünkü aşkın hareketleri hızlıdır ve herkesi kahırla ve zorla resullere uymaya çağırır.

“Sabır ilâcı ki, nefsin arzusunu vermemektir, gözün perdeleri olan cehâleti, zulmet, gaflet ve dünya sevgisini yırtar” buyuruyor Hz. Mevlâna. İşte bu sabır ilacını verecek olan aşk mürşididir.

Bu “koşarak gelen adam” hakkındaki son âyet insanın gözlerini yaşartır:

“Ona ‘Cennete gir’ denilince, ‘Keşke, dedi, kavmim bilseydi!’”

Cennetle mükâfatlandırıldığında dahî hiçbir karşılık beklemeyen bir yokluk içinde kavmini düşünür. Bu, aslında Hz. Peygamber’in özelliklerinden biridir. Kundaktan vefâtına kadar “ümmetim!” diye sayıklamıştır.

Cemâlnur Hocamdan da birçok kereler duyduk: Yâ Sîn, Hz. Peygamber’i anlatır. Şüphesiz onun güzelliği bu sûrede vücut bulmuştur. İnsanda onu okuma isteği Peygamber tecellîsinin hissedilmesinden başka bir şey değil.

Şehrin diğer ucundan koşarak gelen adam! Seni lâyık olduğun şekilde anlayamıyoruz. Hatta seni taşlıyoruz. Sen yine de bizler için feryâd ediyorsun. Biz her an isteklerimizin yerine gelip gelmemesine göre olayları “iyi” ya da “kötü”, “hayır” ya da “şer” olarak ayırıyoruz. Hz. Peygamber’in ümmetindeki herkesten ayrı yere koyduğu üç kişiden biri olan Hz. Ali ise “Rabbimi isteklerimin olmamasıyla bildim” diyor.

Ah! Bir bilseydik!

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın