15 Dakika

Şehir hayatının insanı içine alan girdap tadında bir ritmi vardır. Öncelikleri genelde kendisi belirler. Merkeze işinizi koyarsınız, geri kalan yaşantınızı da etrafına örersiniz. Aslında sokakta rastgele çevireceğiniz her on kişiden beki en az sekizi kendisiyle özdeşleştiremediği, gerçek bir anlam katamadığı bir işi hasbelkader icra etmekle meşgul olduğunu itiraf edecektir. Yalnızca ekmek parası için çoğu zaman özensizce, öylesine yapageldiğimiz işler… Bu da içten içe bir tadsızlığın temel kaynağıdır hayatımızda.

İkinci sırada pek çoklarımız için yolda geçen süreler gelir. İstanbul gibi bir metropolde eviniz ile iş yeriniz birbirine yakın değilse trafiği olmazsa olmaz bir meşguliyet kalemi olarak dikkate alırsınız. Günde en iyi ihtimalle dokuz saati işte, üç saati yolda geçiriyor ve uykuya da hâlâ hatırı sayılır bir zamanı ayırmak zorunda hissediyorsanız, elinizde geriye günde 4-5 saatten fazla kalmamış demektir. Ye, yıkan, ev halkı ile bir-iki kelâm et, televizyona boş gözlerle bak. Okumak istediklerini, yapmak istediklerini, görüşmek ve görmek istediğin diğer herkesi ve herşeyi hiç gelmeyen tatillere sakla. Geçmiş olsun; yılda en az 240 günü bu şekilde tükettiniz.

Günlük yaşam içinde kanıksadığımız bu uğraşlar silsilesi bir kâğıdın satırları arasına karışınca ne kadar da ürkütücü görünüyor, öyle değil mi?

Bu yazının sonu, hayatın tadını çıkarmak için gidip bir Ege kasabasında kendinize pansiyon açın ya da bağınızı, bostanınızı ekin, kendinizi doğaya karıştırın türünden romantik ancak gerçekleşmesi pek az kişiye nasib olacak türden ilhamlara bağlanmamalı. Bilakis yaşamı olduğu yerde ve şartlarımızı değiştirmeye çalışmadan daha kaliteli yaşamayı öğrenmeliyiz.

Hâlimize razı olmak ve bulunduğumuz koşulların bize sunduklarını hak kabul etmek ilk ve en önemli koşuldur muhakkak ya, biz bu kadim binaya bir tuğla katabilsek nasıl olur diye düşünüyorum.

Hayatı kökünden değiştirmeye çalışmaya hiç gerek yok. Günde yalnızca 15 dakika.  Evet işe sadece 15 dakika ile başlasak ve hayatımızda bir fark yaratsak. Ortalama bir Türk dizisinin 90 dakika sürdüğü ve hafif hipnotik bir tavırla o ekrana baktığımız hesap edilecek olursa günde yalnızca 15 dakika ayırmamak hiçbir özürü kaldırmayacaktır. Günde 15 dakika ile belki dünyayı değiştiremeyiz ama farklı, öğretici, şifalı ve hatta ruhu besleyici bir şeyler katabiliriz dünyamıza.

Bir dostum namaza nasıl başladığını şöyle anlatmıştı: “Bir gün bir arkadaşım geldi. ‘Biliyor musun, bir rekât ortalama bir dakika sürüyor. Farzların toplamı günde yalnızca 17 dakika eder. 17 dakikayı her şeye ayırabiliyorum, neden Allah için ayırmayayım? Namaza başlıyorum.’ dedi. Öylelikle ben de namaza başladım.”

17 dakika ile hayat mı değişirmiş demeyin. Günde onyedi dakika ile evvelimiz de âhirimiz de kurtulur. Yeter ki iman edip istikrarı elden bırakmayalım.

Günde 15 dakika ile de pek çok şey yapabilirim.

Okuyabilirim. Kötü ve erteleyici bir okuyucu dahî olsam elime bir kitap alıp günde yalnızca 15 dakika okuyabilirim. Varsın kitap beş ayda bitsin, kime ne? Ben bırakmayım yeter ki.

Dikiş nakış gibi bir el işi yapabilirim. Bugüne kadar tığ ile şiş ile bir işim olmamış dahî olsa, kışın başladığım kazağın bir sonraki kışa kadar bitmemiş olacağını bile bile… Ne gam ben örmeye devam edeyim yeter ki…

15 dakikam varsa vücut hareketleri yapabilirim. Bel rahatsızlığım için gittiğim doktorun binbir emekle gösterdiği ve yetmeyip elime tariflerini tutuşturduğu kâğıttaki o egzersizleri uygulayabilirim. Yeteri kadar istikrarlı olursam belki duruş bozukluğum bile geçer.

Ya da yürüyüşe başlarım… Tempolu bir yürüyüş 15 dakikada 1.5 kilometre eder yani 2000 adıma yakın. Sağlık için uzmanların önerdiği 10.000 adıma daha çok kalsa da düzenli devam edersem kendi içinde spor sayılır.

Kur’an öğrenmeye çalışabilirim. Başlangıçta günde yalnızca 15 dakika ile harekeleri bile öğrenemem ama en azından yolunda olurum.

Seçenekleri sınırsızca çoğaltmak mümkündür. Hepimizin kendi ihtiyacımız ölçüsünce hayatımıza neşe, şifâ, gıda katacak bir seçeneği mutlaka vardır.  İddiaya hiç gerek yok. Günde sadece 15 dakika. Ama hiçbir koşulda bırakmamacasına. İman edelim ki Allah vaktimizi bereketlendirir.

Unutmayın, sihirli kelime “istikrar”.

 

Bilen Bilir

İnsanın kendisini çektiği anlarda ne yazan kalıyor ne de dinleyen…

Bugün kalem, kendinden yazıp kendini okumaktan ibâret olan bir denize yöneldi.

Göze görünenden emin olmuş olarak çekildiysen, seyrinde de sana pek söyleyecek bir söz kalmıyormuş.

Artık herhalde sözü, içinde olduğun zevke zevk katmak için söylersin. Zevkle söylersin. Söylemek için de havaya veyâhut hayata nefesini verirsin. O zevkin sözü için verilen nefes, epey tatlı ve güzel bir nefes olabilir. Netice itibâriyle sanıyorum ki bu zevkin içindeyken insan ve hayatı, her nefesiyle daha da güzelleşmektedir. Bunlar çok âşikâr olunca bazen kendilerini biraz gizlemek istiyor olacaklar ki yaşayarak arayıp bulmamız gerekiyor.

O tatlı sözler için gerekli nefesler de birlikte güzelleşiyor. Çünkü O, güzelleştikçe güzelleştiriyor. Bu anlarda artık kendine soracağın soruları zevkle soruyorsun. Cevaplara erişmek veya erişememek bir mevzu olmaktan çıkıyor. Sevginden ötürü sevdiğini merak etmek, merakların en güzeliymiş.

Her güzel söz gönlümde bir mum yakıyor sanki. Her geçen gün daha fazlası yanıyor. Her mum da ateşini bir diğeriyle paylaşıyor. Ev de aydınlandıkça aydınlanıyor. Gün doğumuna kadar tüm mumlar yanıyor.

Merak ediyorum. Burası neresi? Ne güzel bir yer…

Güneş gibi mum ateşine eşlik eden ay da bir ayrı güzel. Güneşin aksine ona doğrudan bakmak mümkün. Gökteki diğer yıldızlar da ay ışığının ardında birer birer görünür oluyorlar. Ay, sen ne güzelsin. Geceleyin seni, ardındaki yıldızları ve mehtabı seyretmek ne de güzel bir zevk…

Gözüme böylece görünenleri oldukları halde seyretmeye devam edeyim.

Bilen, bilir. Ben seyredeyim.

Kalem, yöneldiği denizlere bulandı. Yeniden kıyıya dönerken fark ediyor ki yine haddini aştı ve utanıyor.

Çok şükür ki ucu bucağı olmayan okyanusun sahibi,

Her zaman her şeyin en güzelini arz ediyor.

Neyin, ne zaman ve de nasıl olması gerektiğini en doğru şekliyle biliyor.

Nasıl hiçbir şey bilmediğimi en tatlı dil ile hep hatırlatıyor.

Bir gün inşallah;

Bilene uyanayım.

Bileni seyredeyim.

Bileni dinleyeyim.

Bileni seveyim.

Bilenden korkayım.

Bilene sığınayım.

Bilene teslim olayım.

Bilen ile olayım.

Bir anlığına bilecek olsam da bilen yine O olsun.

Bilene kul olmasını bileyim.