“Şem’-i Vechin Dâimâ Ken’ân Hakîr Pervânesi”

Vâlidemiz, vâlidemiz, ey Hatîce Annemiz!

 

Efendim,

Sevgili Hakan Alvan’ın, gönülleri yuyan, Hazret-i Ken’ân Rifâî’nin Hz. Hatice Annemize ithâfen buyurdukları methiye üzerine Sûznâk bestesi, nasıl bir tevâfuk (!) ise aslen şiirde olmayan, fakat bestekârın eklediği “Vâlidemiz, vâlidemiz, ey Hatîce Annemiz!” tekrarıyla devâm etmektedir. Âdetâ, Hazret-i Ken’ân’ın aslen Hazret-i Hatîce Annemize ithâf ettikleri bu şiiri, yine âşıkâne sevdikleri, vâlideleri, Hatice Cenân Vâlide Sultân Hazretleri’ne de medhiye kılmaktadır…

Hatice Cenân Sultân hakkında, Hz. Ken’ân’ın sohbetlerinde işâret olunanlardan başka, mahdumları, Hâfız Kâzım Büyükaksoy’dan duyduklarımız da pek yazılı olarak yayınlanmadığından, burada işâret edilmek gereği duyuldu:

Hâfız Mevlidhan Kâzım Büyükaksoy, anneleri Fatma Mâhire Hanım kendisine iki aylık hâmile iken, Hz. Ken’ân’ın vazifeli olduğu Medîne’den İstanbul’a doğru yola çıktıklarını, kendisinin Ramazan ayında doğduğunu, Hz. Ken’ân’ın bu sebeple, ismini Ramazan koymak istediklerini, fakat Vâlide Sultan Hazretleri’nin, Kâzım ismini arzu etmelerini tâkiben, oğullarının yanında Kur’ân’dan rastgele bir sayfa açarak, b.“Elleżīne yünfikūne fi’s-serrāi ve’d-darrāi ve’l-kâzıminel ğayza, ve’l-āfinā ani’n-nas*, vallāhu yuhibbû’l-muhsinīn” (“Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever”) âyetinin zuhûru ile isimlerinin Vâlide Sultan Hazretleri tarafından mühürlendiğini buyurmuşlardır.

Fuzûlî ve Niyâzî-i Mısrî dîvanlarını kâlen ve hâlen ezber etmiş olan Vâlide Sultan Hazretleri’nin, yine mürşidi Filibeli Edhem Şâh ile Niyâzî dîvânı üzerinden sorulu cevaplı haberleştikleri, Vâlide Sultân Hazretleri’nin efendisine, dîvândan bir şiirin yanına işâret koyarak sorduğu sorusuna, Edhem Şâh’ın yine dîvânda işâret koyarak cevap verdikleri ve “Ben sizin, yâni senin ve oğlun, için bu dünyaya geldim ve sâdece sizin terbiyenizle meşgûlüm” dedikleri ve başka evlâtları olmadığı gibi, görevli olduğu Sirkeci Telgraf Nezâretinde maddî ve mânevî kendisinden zuhur eden râyiha sebebiyle “sende bir başkalık var, bizi de irşâd et” diyenleri dahî geri çevirdikleri, Hâfız Kâzım Büyükaksoy tarafından nakledilenlerdendir.

Mürşidlerinin, İstanbul’dan Filibe’ye dönüşleri ve cemâle kavuşmalarının, mânevî olarak, Vâlide Sultan Hazretleri’ne âşikâr olmasının ardından, zâten 15 yaşlarına kadar Vâlide Sultan Hazretleri’nin yanında yatıp büyüyen, yetişen Hâfız Kâzım Büyükaksoy, sabah namazlarında mübârek babaannelerinin gözyaşları içinde sabah namazı edâsına ve “Efendim, hasretinize dayanamıyorum” niyâzıyla yakarışlarına ve muhabbetlerinden sırılsıklam olmuş seccadelerine şâhid olmuşlardır. “Gece başımı başlarına yaslar öyle uyurdum ve o mübârek başın içinden tevhid nidâları gelirdi” buyururlardı.

Vaktâki, bu niyâzların bir süre devamının ardından, mânâda, Vâlide Sultân Hazretleri, Şâh Edhem Sultan’la mülâkî olarak, kendisine, mürşidinin makamının artık dergâhın girişine karşıdan bakarken soldaki set olduğu bildirilir ve orası Şâh Edhem Sultân’ın makam türbesi olarak tahsis edilir. Vâlide Sultan Hazretleri’nin 1919 senesinde cemâle yürümeleri ardından, Kendileri de yine bu makâma, mürşidlerinin mânevî sînelerine defnolacaklardır. Hocam Kâzım Büyükaksoy, seneler seneler sonra, Vâlide Sultan Hazretleri’nin, kendisine mânâda tecellî ettiklerini ve Merkez Efendi’ye, oğulları Ken’ân Rifâî Hazretleri’nin yanına nakilleri için gerekli işlemlerin yapılmasının ardından, Sâmiha Annemizin, kabre inerek nakil işini bizzat yapmalarını emir buyurduklarını söylemişlerdir. Kâzım Hocam ise, böyle ciddî bir meselede ihvâna bu mevzûyu nasıl aktaracağını düşünürken, ikinci gece de aynı emirle karşılaştığını ve yine üçüncü gece ise, artık Vâlide Sultan Hazretleri’nin celâlle, “Eğer, sen söyler de, itiraz eden olursa, Konağı yakarım!” tazyikiyle ihvâna konuyu açtığını ve işlemlerin başladığını belirtmişlerdir. İş, fizikî nakil safhasına gelince ise, emirleri gereğince, Sâmiha Annemizin, dergâhın önündeki makamdaki kabre indiklerini ve o esnâda bir sayha aşkettiklerini, zirâ Vâlide Sultan Hazretleri’nin mübârek vücutlarının hiç bozulmamış olduğunu gördüklerini Kâzım Hocam nakletmişlerdir.

Vâlide Sultan Hazretleri’nin 4 Cemaziyü’l-âhir’deki Hicrî sene-yi devriyelerinde, Ken’an Rifâî Hazretleri’nin Hocam Kâzım Büyükaksoy’a mevlid okuttukları ve “Oğlum! Hak geçiyor, o sebeble gittiğin duâların karşılığını alacaksın” buyrukları gereğince, kendi babaanneleri için okudukları mevlid için bile önüne konan Kur’ân-ı Kerîm arasına iliştirilmiş zarf içindeki niyâzın verildiğini hocam anlatmışlardı. Tâ ki, bir sene, “Büyüğüm, babaannem için okuduğum mevlid için nasıl bunu alabilirim?” diye içinden geçirmelerinin ardından, Ken’ân Rifâî Hazretleri’nin kendisine “Artık babaannenin mevlidi için de para mı alacaksın?” diyerek şaka yollu dokundurmalarına kadar…

Allah sırlarına vâkıf eylesin…

 

 

Er Meydanı

Allah Allah! İllallah! Muhammed Resûlullah!

Buyur er meydanına!

Sev! Aşını sev, işini sev, eşini sev!

Ama yalanı dolanı sevme!

Al! Araba al, ev al, arsa al!

Ama mazlumdan ah alma!

Oyna! Horon oyna, çiftetelli oyna, zeybek oyna!

Ama kimsenin ekmeğiyle, nâmusuyla oynama!

 

Cazgırın bu sözlerinden sonra pehlivanlar dizlerine vurarak tüm heybetleriyle “er meydanı”nda boy gösteriyor. Kuvvetli vücutlar zeytinyağına bulanmış, güçlü ayaklar bilek boyuna gelen çimleri eziyor. Muhteşem bir görüntü. Çok geçmeden güreşler başlıyor. Önce davulların ağır ritmine uygun olarak müsâbakalar temkinli gidiyor. Davulların hızlanmasıyla güreşçiler de çabalarını arttırıyor,  üzerinden yağla karışık ter akan ağır vücutların ayakları yerden kesiliyor, kimi zaman koca meydan dar geliyor da neredeyse seyircilerin üzerine çıkıyor pehlivanlar. Tezâhüratların verdiği galeyanla yorgunluklarını unutan güreşçiler birbirlerine galip gelmeye gayret ediyorlar. Vakit ilerledikçe dayanma gücü kalmayan sırtlar birer birer yere kavuşuyor.

Sporun her türlüsünden zevk almama rağmen yüzlerce yıllık geleneğimiz olan yağlı güreşi ilk kez ailemle seyretme fırsatı buldum. Bir yandan çok eğlendik, bir yandan da ne kadar güzel bir gelenek olduğunu düşündük.

Hakemler galiplerin bileklerini havaya kaldırıyor. Galipler de mağlupların sırtlarını sıvazlıyor, onları teskin ediyorlar. Er meydanında galip olmak güzel, ama mağlup olmak da mûteber. Tâ ki âdâbınla güreş tut; rakibine, seyircine saygın olsun.

Allah adıyla başlayıp, gülümseten lafızının altında mâneviyat kokan mânîlerle devam eden bu müsâbaka, bir eğlenceden ibâret değil. Güreş zemini “er meydanı” olarak adlandırılmış, bu da bir rastlantı değil. Bunların hepsi bir medeniyetin ve o medeniyetin temelinde yatan değerlerin bir tezâhürü. Mâneviyâtı hayatın her noktasında bilfiil yaşatan bir geleneğin vârisleri olduğumuzu anlatıyor yağlı güreş.

Bizlere bu mirası ulaştıranlara, kara kıspetlerle meydana çıkmış bu erlerin ecdâdına, bir zamanlar kara donlu Kâbe’nin anahtarları da teslim edilmiş ve onlar Beytullah’ın hizmetkârlığına lâyık görülmüşlerdi. Sonra yorgun sırtları yere kavuşmuş, asırlarca hâkimi oldukları topraklarla beraber Kâbe-i Muazzama’nın hizmetkârlığını da kaybetmişlerdi. Buna ilk bakışta belki de üzülmek geliyor içimizden. Halbuki kimi zaman mağlup olmayı bilmek lazım. Önemli olan meydanda er olabilmek, hayatın her noktasında mutlak amaç olarak bu düsturu tutabilmek. Önünde sonunda mutlak galip yalnız Allah, biz de O’na seve seve mağlup olmayı isteyenlerin evlatlarıyız.

Şimdilerde gençlerimize aşılanmaya çalışılan spor kültüründe ise tek amaç galip gelmek. Mağlup olacağına hile yapmak belki daha iyi bir çıkış yolu diye düşünüyor insanlarımız. Hal böyle olursa etrafta er de kalmıyor, mağlup da galip de gelsen bir kıymeti kalmayan meydan da…

Her işinin önüne “Bismillahirrahmanirrahim”i, mânâyı koyan bir halktan sâdır olmuş bir kıymeti gördüm ben bugün yağlı güreşte. O erleri her meydanda göresim geliyor.

Altta kaldım diye yerinme!

Üste çıktım diye sevinme!

Pehlivaaan!

Allah Allah! İllallah!

 

Ne Haber? Cemâlnur Sargut, Burhaniye ve Edremit’teydi

Mutassavıf-yazar Cemâlnur Sargut, 31 Ağustos 2013 tarihinde Burhaniye’de ve 1 Eylül 2013 tarihinde de Edremit’te konferans verdi.

Tanzanya Büyükelçimiz Ali Davutoğlu’nun eşi Yeşim Davutoğlu tarafından tertiplenen Burhaniye Ahmet Akın Kültür Merkezi’ndeki halka açık konferansa 1000’e yakın dinleyici katıldı. Edremit Şükrü Tunar Kültür Merkezi’nde de halka açık verilen konferansa da ilgi yoğundu. Cemâlnur Sargut her iki konuşmasında da tasavvuf üzerine en çok sorulan ve merak edilen konulardan biri olan Hz. Peygamber’in mîraca çıkışını anlattı. Kudüs’ün anlamı üzerinde genişleyen konuşma Hz. Peygamber’in mîraca çıkmak için üstüne bastığı taşın derin mânâsı üzerine devam etti. Cemâlnur Sargut, Kâbe, namaz, ölüm gibi herkesin merak ettiği konuları tasavvufî bakış açısıyla anlattı ve sorulan soruları cevapladı.

Seçkin bir izleyiciye hitâben konuşan Cemalnur Sargut,  konferans sonrası Nefes Yayınevi’nden çıkan en son kitabı Ayet’ül Kürsî’yi imzaladı.