Yazılar

Her Nefeste Şükür

Televizyon hostesi ve yapımcısı Oprah Winfrey’in şükür hakkında çok sevdiğim bir sözü var: “Eğer (şükredeceğiniz) hiçbir şey olmadığını/ kalmadığını düşünüyorsanız, nefesinize geri dönün.”

İnanın, bu söz benim defalarca içinde bulunduğum durumdan, duygularımı, düşüncelerimi ve kendi öz şahsiyetimi ayrıştırmama ve yeniden dengemi bulmama vesile oldu.

Şükretmek kulağa ne kadar kolay geliyor ise de, hayata geçirmesi zor bir yeti; bu duyguyu sürekliliğe çevirmek ise belki de en zoru…

İnsanın doğasındaki acı odaklılık, bizi gün içinde neremizin ağrımadığından çok, neremizin ağrıdığına odaklanmaya itiyor, meselâ… Yine doğamızdaki ileri odaklılık bizi sürekli ileri bakmaya ve kendimizi başkaları ile karşılaştırmaya sürüklüyor.

Şahsen benim üstünde çalışmaya devam ettiğim ve en zorlandığım noktalardan biri bu: Çoğunlukla bir sonraki adımı düşünüyorum ve ‘rekabet’ çerçevesinde hareket ediyorum. Oysa yarışmayı hiç sevmiyorum ama buna rağmen egom beni sürekli itekliyor. Biliyorum ki stratejik olmak, planlı olmak güzel meziyetler ama her adımda âna odaklanıp nefes alıp vermeyi ve şükretmeyi öğrenmek gerekiyor. Uzun zamandır şükretmek üstünde çalıştığımdan şimdilerde ne zaman ileriye baktığımı ve/ya kendime kıyas çıkardığımı hissetsem, düşüncelerimi durdurup geçmişe bakarak hayatın beni nereye getirdiğini tek tek örneklerle yazıyorum ve yolculuğuma şükredici olmaya çalışıyorum.

Peki neden şükür? Ne olur şükredici olmaz isek? Bilmem… Benim gibi öğrenmeye âşık bir insan için daha anlamlı soru “şükrederek ne kazanırım?” olurdu herhalde…

Ve nitekim de öyle. Şükretmenin hem fizyolojik hem psikolojik, hem ruhsal dünyamızda etkisi çok pozitif.

Şükretmek bağışıklık sistemimizi kuvvetlendiriyor ve kan basıncımızı düşürüyor – gerçekten.

Kaliforniya Üniversitesi’nde yakın zamanda yapılan araştırmalar ise şükretmenin beynin moleküler yapısını değiştirdiğini, vücudumuzu sâkinleştirici ve dinçleştirici etkisi olduğunu gösterdi. Kim daha sağlıklı ve dinç olmayı istemez ki?

Psikolojik açıdan ise şükretmek, duygu dünyamızda farklı duyguların kendisini göstermesi için düşünsel olarak yer açmamamıza yardımcı oluyor. Bunun da kendimizi ifade konusunda, başkaları ile bağ kurabilme konusunda ve hayatı hissederek yaşayabilmemiz konusunda bize yardım ettiğini biliyoruz.

Şükretmek aynı zamanda aidiyet duygumuzu da besleyerek rûhânî olarak bize bir ‘sığınak’ sağlıyor. Şükür ile yaşayan insanlar diğer insanlara göre daha affedici oluyor, zorluklar ile daha iyi başa çıkıyor ve yenilgiler sonrasında daha çabuk ayağa kalkıyor.

Ben ‘şükür’ üzerine çalışan hocalarımıza bu yetimizi nasıl geliştirebileceğimizi yıllar evvel sorduğumda, şu cevapları almıştım:

  1. Her sabah uyandığınızda önce fizyolojinize konsantre olun. Sadece nefes alış verişlerinize dikkat etmeniz bile yeterli olur.
  2. Günlük tutun. Günlüğünüze her gün şükredebileceğiniz tek bir şey yazın.
  3. Duygu, düşünce ve tecrübelerinizden ruh halinizi ayrıştırmaya çalışın. Meselâ biri size kötü bir söz mü söyledi, duyun, kızdıysanız kızdığınızı fark edin, affedin ve yolunuza devam edin. Olayların üstünde durup tepinmeyin.
  4. Meditasyon yapın ve/ya dua edin.
  5. Âna odaklanın. Geçmişe değil, geleceğe değil, şu âna odaklı yaşamaya çalışın.

Denemeye değer mi derseniz, müsaadenizle peygamberimiz Hz. Muhammed’in sözü ile de bitirelim: “İman ikiye ayrılır, yarısı sabır ve yarışı da şükürdür.” Bize de idrak etmek ve yaşamak nasip olsun inşallah.

 

Şükrün Misk Kokusu

Dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren nefes alıp vermeye başlıyoruz. Sûfîler, her nefes verişimizle ölüp aldığımız her nefesle de yeniden dirilmekte olduğumuzu söylerler. Bunu Rahman Suresi’nin 29. ayetinde anlatılan Allah’ın her an yeni bir şe’nde (yaratmada) oluşu ile irtibatlandırırlar. Rahman ve Rahim olan Allah, her nefeste bizi tekrar ve tekrar var etmektedir. Tâ ki son nefesimize kadar… Dünyada takdir edilen vaktimiz dolunca son nefesimizi veriyor ve hakikatimize dönüyoruz.

İnsanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğu düşünülürse insan olarak dünyaya gelmekten daha büyük bir lutuf düşünülemez. Eşref-i Mahlûkat olan “insan”ız, çok şükür! Görüp duyuyor, konuşabiliyoruz. Koklayıp tadabiliyoruz. Akıl sahibiyiz, düşünebiliyoruz. Kalbe sahibiz. Seviyor, seviliyoruz. Ve en önemlisi de Allah’ı tanıyabilme, ona kul olabilme kabiliyetimiz var. Ne var ki; Allah Teâlâ’nın ihsan ettiği tüm bu hazineleri hoyratça harcıyoruz. Bir mirasyedi vurdumduymazlığında ömür tüketiyor, o kerem sahibi tarafından her birimize ihsan edilen onca nimetin kadrini, kıymetini bilmiyor, şükretmiyoruz. İnsan olmanın, o yüce mâbûda kul olmanın hakkını veremiyoruz. Cenab-ı Hakk göz ihsan etmiş. O’nun âlemde içkin sonsuz sanatını, güzelliklerini görebiliyor muyuz? Rabbimiz kulak vermiş. Herkesten, her şeyden konuşan O’nun sesini duyuyor muyuz? Hz. Mevlânâ ‘Dinle!’ der, Mesnevî’nin ilk beytinde. Gerçekten dinliyor muyuz? Yaratan, dil lütfetmiş. Dilimizle yara açmaktan sakınabiliyor muyuz? Hakk’a dair, hakikate dair bir-iki kelâm edebiliyor muyuz? Yiyelim, içelim diye sayısız nimetler yaratılmış. Bu nimetleri muhtaçlarla paylaşıyor muyuz? Allah, akıl ihsan etmiş de ilim tahsil ederek farklı mesleklere sahip olmuşuz. İlmimize ihtiyacı olanların işini de görüyor muyuz para beklemeden? İlmimizi, meslekî bilgilerimizi aktarıyor muyuz yeni başlayanlara? Bunca dert sahibi varken kaç tanesinin derdine derman olduk? Kaç kez selâm vererek gülümsedik birine? İyilik düşünüp iyilikler yapıyor muyuz insanlara sırf Allah için? Hayır. Yeterince yapmıyoruz. O zaman hakikaten şükreden kullar olduğumuzdan bahsedemeyiz.

Sûfîler şükrün hakikati, Allah’ın verdiği nimetleri yine onun istediği yerlerde kullanmaktır, derler. Kalbin şükrünün tüm yaratılmışlara iyilik düşünmek, dilin şükrünün Allah’a minnettarlığı belirtmek, organların şükrünün ise Allah’a itaat etmek olduğunu ifade ederler. Gazzalî, şükrün hakikatini anlayabilmek için öncelikle var olan her şeyin nimet olduğunu ve bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilmek gerektiğini söyler. Modern hayatın bize sahip olduklarımızdan çok, olmadıklarımıza odaklanmamızı telkin ettiği hayatlarımızda, Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği sayısız lutuf ve nimetlerin farkında bile değiliz. Mesleğimizde kariyer yapmak ve para kazanmak, bu para ile malımızı mülkümüzü arttırmak, harika çocuklar, ideal bir eş sahibi olduğumuzdan dolayı beğenilmek, takdir edilen bir insan olmak için planlar yapıyoruz ve bunları titizlikle uyguluyoruz. Ancak bütün bunlar için gereken sağlığı, ilmi,  parayı, eşi dostu ihsan eden yüceler yücesini hatırlamıyoruz bile. Sahip olduklarımızın ‘hakkımız’ olduğunu düşünüyor, bunları kendi istek ve çabamızla kazandığımızı zannediyoruz. Bu isteği ve isteğe ulaşmak için gereken işleri yapma gücünü vereni görmüyoruz.

Sûfîler şükür ile şükredilecek nimetler artaacağını vurgularlar. Bunun için Hz. Mevlânâ, “Şükretmek, nimet memesini emmektir. Meme dolu olsa bile emmezsen süt gelmez. buyurmaktadır. Abdülkadir Geylânî Hazretleri de “O’na şükretmenin misk kokusu, ancak ruh elbiselerinin ceplerinde kokar’ buyurur.

Ruh elbiselerimizin misk kokması niyâzıyla…

 

Şüküre Niyet

İçimden geldiği gibi yaşıyorum aslında.

Kimse beni bir şeye zorlamıyor.

Hayat ben nasıl yaşıyorsam, öyle…

Ben dünyanın en şanslı kuluyum.

Farkında Olmak

Bizler şükretmeyi bilmiyoruz. Bizler kimi zaman iyiye kimi zaman da kötüye şükretmeyi bilmiyoruz. Bize verilmiş olan nimetlere şükretmeyişimizin temelinde, sahip olduklarımızın güzelliğinin idrakinde olmamamız yatıyor. İyi olayları görmemiz, eğer o olaylar bizim için bir rutin haline gelmiş ise bu olayları fark etmemiz zorlaşıyor. Bunun sonucunda da güzellikleri fark etmeyebiliyoruz. Hatta bu olayları sanki bir musibetmiş gibi görüyoruz. Ancak elimizde olanları kaybettiğimiz zaman bunların varlığının güzelliği ortaya çıkıyor ve ancak o zaman geçmişteki halimize özlem duyuyoruz.

Birçok zaman içinde bulunduğumuz halin güzelliğini görmememiz ve sadece kötülüklere odaklanmamız, bizi şükürsüzlüğe sevk ediyor. Bu noktada bir çocuğun dünyasını düşünelim. Aslında çocuk sadece dersleri ile meşguldür, onun dünyadaki rolü o gün itibariyle odur. Çocuk, özgür olmadığını düşünebilir, fakat aslında en özgür olduğu dönemdedir. Ancak hep daha sonrasının hayalini kurar ve bulunduğu ânın güzelliğini anlamayıp sanki büyüyünce her şey düzelecekmiş gibi düşünür. Bu fikir, kişi büyüdükten sonra çocukluğa duyduğu özlemle yer değiştirir. Olaylardan uzaklaşıp içinde bulunduğu sınavı tamamladıktan sonra olaylara bakışı tamamen değişir. İşte eğer olaylar sonlanmadan önce kendimize uzaktan bakabilirsek şükür içinde olduğumuzu fark etmek daha kolay olacaktır.

Cüneyd-i Bağdâdî şükür etmeyi şu sözü ile açıklar: “Nimeti ile Allaha âsî olmamaktır.” İnsan başına gelen musibetlere karşı bir noktadan sonra şükürsüzlüge düşer ve şikâyet etmeye başlar. Bu da onu isyana sürükler. Bu adeta bir süreç gibi, bir hastalık gibi gizliden gizliye bünyeye girerek ilerler ve kişi sonunda içinde bulunduğu güzellikleri de göremez hale gelir ve Allah’a karşı âsî olur. Oysa mümin kişi Allah’ından her dâim memnundur ve ona olan imanı tam ise başına gelen olayların aslında onun iyiliği için olduğunu bilir. Başa gelen olaylar onun tekâmülü için gerekli olan şeylerdir. Bunu bilen kişi için iyi veya kötü olay yoktur. Onun için her şey Allah’tan gelir ve Allah’tan gelen her şey güzeldir.

Kimi zaman insan başına gelenlere anlam veremez ve şükretmeyi unutur. Şükürsüzlük insanı mutsuz eder hayattan alıkoyar ve onu uzaklaştırır. Dünyevî meselelerle çokça meşgul hâle getirir ve bu da onun kendini geliştirmesini engeller.

Başına kötü bir olay geldiğinde insan meselenin farkına bazen daha çabuk varabiliyor. “Hayırlısı olsun”, “her işte bir hayır vardır”,  “çok şükür” gibi kalıplar, bizim toplumumuzda yer etmiş, toplumsal bilincimize işlemiş olan cümlelerdir; aslında şükretmek dilimizin içinde de yer bulmuştur. Dilimizde yer bulmuş olan kelimeler, bizim kült bilgilerimiz ile ilişkilidir. Bu cümleleri unutmamalıyız ve daima kullanmalıyız. Aslında bu tip cümleler, toplumların nasıl bir yaşam biçiminden geldiğini de bize anlatır niteliktedir.  

Dünyanın bir düzeni vardır. Bu düzen doğrultusunda başımıza gelen iyi ve kötü olayların farkında olur ve aslında iyi veya kötünün değil yalnız Allah’ın olduğunu idrak edersek şükrümüzde o denli artacaktır. Bizler hayatımızın ve yaşadıklarımızın idrakinde olmalı ve daima onun güzelliğini hatırlamalıyız. Ancak o zaman verdiklerinin ve aldıklarının ne kadar anlamlı olduğunu fark eder ve şükederiz.

Sırat Üstünde Şükür

Sırat üzerine olmak, dinimizin en önemli unsurlarındandır. Sırat üzerinde dosdoğru yolda olmak ise ince bir iştir, ustalık gerektirir, sebat gerektirir, iman gerektirir. Sırat üzere olmak dengeyi gerektirir, zor durumlarda feraset ile karar vermeyi, sükûneti gerektirir.

Bu denge nasıl sağlanır acaba diye kendi kendime düşünürken bir tahterevalli geldi gözümün önüne. Bir ucunda şükür, diğer ucunda gayret olan bir tahterevalli… Bu ikisi aynı ölçüde olunca kişinin hayatının dengede olacağını, böylece sırat üzere hareket edileceğini düşünüyorum. Kanımca şükürsüz gayret ya da gayretsiz şükür tek kanatlı kuşa benzer, menzile ulaştırmaz. Hâlinden memnun olup gayret etmeyi ve çabalamayı bırakırsak tahterevallimizdeki denge bozulur. Çünkü dinimiz aynı zamanda çalışmayı, gayret etmeyi ve son nefese kadar kendini geliştirmeyi de övmektedir. Peygamber Efendimiz “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmayı” öğütler. Kenan Rifâî de der ki “Hiç durma, hep yürü, ölüm bile seni hareket halindeyken yakalasın.”

Gayret ederek daha güzel, daha iyisini yapmaya çalışmak her Müslümanın görevidir. Hangi konuda olursa olsun, elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı bildikten sonra neticeye memnun olmak ise şükürdür ki işte bu huzurdur.

İşte bu idrak hâlindeki insan, bence, kulluğunu bilir. Çalışır, çabalar ama ben yaptım demez. Böyle olunca hem kendine hem etrafına merhametli olur. Üstünlük taslamaz ve kibir ehli olmaz. Verenin Allah olduğunu bilir. Eğer sonuç beklediği gibi olmazsa, bunun da Allah’ın takdiri olduğunu bilerek, vazifesini yapmış olmanın rahatlığıyla, korunduğunu hissederek şükreder ve Sâmiha Ayverdi’nin söylediği gibi bir yorgunluğu ancak başka bir yorgunlukla gidermeye bakar. Mümin durmaz, gayrete devam eder. Ancak bu huzursuz, memnuniyetsiz, bir gayret değildir. Burada şevk vardır, aşk vardır, iman vardır, tevâzu vardır.

Şükür ve gayret bir kuşun iki kanadı gibidir, bizi hem dünya sahnesinde hem de kendi kişisel yolculuğumuzda hedefe vardıracak iki güzel haldir. Biri diğerine engel değildir, ancak birlikte olduklarında güzeldirler. Sadece aşırı gayret hırs, öfke ve ölçüsüz bir yaşam getirirken, sadece şükrederek bir şey yapmamak tembellik getirir, rehavet getirir. Ne hırs, ne tembellik dinimizde övülmez.  

Hâlinden memnun olarak çalışıp gayret eden ve tüm gayretlerine rağmen istediği sonucu elde edemeyince gülümseyebilene ne mutlu!

Hâlinden memnun olarak çalışıp gayret eden ve gayretlerinin meyvesini aldığında kendini değil Allah’ı anıp “çok şükür” diyene ne mutlu!

Portföy Ögeleri