Yazılar

Meşkûre Sargut Hâtırasına

Efendim, Allah hepinizden râzı olsun.

Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nün misyonu, Meşkûre Sargut’un 86 yıllık ömründe, hayal ettiği bir hakikati gerçekleştirdi. Farklılıkların bir araya gelişi, aslında farklılıkların olmayışı ve her yolun Allah’a giden bir yol olduğu ve gideceğimiz yerin bir olduğu mânâsını öğretti annem bize. Tasavvufun global bir lisan olduğunu, bütün ülkeleri, bütün dinleri, bütün yolları, bütün mezhep ve meşrepleri birleştiren yegâne yol olduğunu öğretti Hocam Ken’an Rifâî bize. Ve bu yolda en büyük çalışmayı -ben böyle diyorum, affınızı niyaz ediyorum ama- devrimci olduğuna inandığım -Peygamber’in de böyle olduğuna inanıyorum ben- bir hanımefendi yaptı: Sâmiha Ayverdi.

Kendisi bir kalıp içine girmeden, bir şekil oluşturmadan Allah yolunun inceliklerini mürid-mürşid ilişkisi içinde, gerek kitaplarıyla, gerek hayatıyla, gerek yaşantısıyla, her şekilde peygamber ahlâkıyla, yaşayan Kur’an olarak bize öğretti. Bu yolda, önemli olanın insan olmak, merd makamına ermek olduğunu, cinsiyetlerin önemi olmadığını bize öğretti. Bu, biz kadınlara ümit verdi. Yani bizim mutmainne mertebesine erebileceğimiz müjdesini verdi. Kendi hakikati ile bunu gösterdi.

Yaşantısıyla örnek bir anne ile yetiştik biz. Hayatımızda bir tek gün, annemi mutsuz ve huzursuz görmedik. Her hâdiseden memnun olma sanatını mürşidinden öğrenmişti. Şikâyet yok, dâima memnuniyet, şükür ve hamd vardı. Âfiyet için dua ederdi. Çocuklarımız burada iki sene master yapıyorlar, bazen üç seneye uzuyor bazen dört seneye uzuyor. Tasavvuf masterı yapıyorlar. Ama biz 86 yıllık ömründe, burada öğrenilenlerin hepsinin nasıl yaşandığını annemin hayatından öğrendik. Kendisi, Hocası Sâmiha Ayverdi için “Biz aynı mânâ yastığına baş koyan iki dostuz, mürid-mürşidiz.” derdi. Hocasının bayrağını ömrü boyunca taşıdı, “benim hocam Sâmiha Ayverdi” derdi. Başta Ken’an Rifâî Hazretleri, fakat bugün onun bayrağını Sâmiha Ayverdi taşıyor, derdi. Bize mürşid sevgisini öğretti. Mürşidin bir varlık olmadığını, ondan Allah’ın tecelli ettiğini öğretti. Ondan öğretenin, Kur’an ve Peygamber olduğunu gösterdi. Biz de bunu ömrünün her saniyesinde, Sâmiha Anne’nin şahsında gördük ve şâhit olduk.

Bugün hem annemi hem de onun mübârek hocasını anmanın zevkiyle ben mestim. Ben iman ediyorum ki, bir büyük, kendisi için konuşacakları, kendisi seçiyor. Bu yüzden, gelen ve bütün onun için konuşacaklara teşekkür ediyorum. Allah razı olsun, bu günler bakın ne kadar güzel birliklere sebebiyet veriyor. Büyük sultanlar teşrif ediyorlar. Onların hakikatlerinde çocuklar, öğrendikleri şeylerin nasıl tevâzuyla yaşandığını görüyorlar. Kendileri makam olarak çok yüksekken, burada bu tevâzuyla, bu edeple bize öğrendiklerinin yaşama şeklini gösteriyorlar. İşte böyle mürşidlerle yaşamanın verdiği zevkiyle, biz iki kardeş, bugünün hazırlanmasından çok mutlu olduğumuzu ve her sene bugünde annemin adı altında bir mübâreğin, bir başka yolun ama aynı mânânın yolcusunun anılacağının müjdesini size vermek istiyoruz.

Bütün gelenlere teşekkürler ediyoruz. Bu kalabalığı görmek de çok zevk. Ayrıca iki tane güzel haberimiz var. Birincisi, annem ile ilgili master yapan İlahe Hanım’a teşekkür ediyoruz. Hârikulâde bir tez hazırladı. Böylece annem burada bir program içinde master tezi olarak hazırlanıyor. Kitabı da basılacak inşallah. İkincisi, eğer Allah lûtfederse, 2020 Nisan’ında, Harvard Üniversitesi’nde bir Kenan er-Rifâî Sempozyumu yapılarak -üniversite talep etti- iki günlük bir çalışmayla hocamızın mânâsında, tasavvufun bütün dünyaya tesir eden, ne kadar önemli bir lisan olduğu birkaç panelle –iki gün sürecek- anılacak. Bu da bir mânâ olarak bize lûtuf olarak gelecek. İnşallah Allah sevgililerini dünyanın her yerinde anmayı ve İslâm Tasavvufunun güzelliğini, birleştiriciliğini, hoşgörüsünü, sevgisini, insanları ötekileştirmeden, “ötedeki teki” hâline getirişini, hep birlikte analım, sevelim sevilelim ve bu dünyadan zevk alalım.

Son olarak, Kenan Rifâî Hazretleri’nin yeni basılan kitabı Tuhfe-i Ken’an’dan bir cümle okumak istiyorum. Açtığım zaman bana gelen bir cümle: “Hastalık, mümine tesir etmez. Mümininin en güzel duâsı kendi için âfiyet dilemesidir.”

Allah hepimize maddî-manevî âfiyet versin inşallah. Teşekkürler ediyorum.

 

Not: 10 Şubat 2019 tarihinde Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü tarafından Kerim Vakfı ve Türk Kadınları Kültür Derneği ile ortaklaşa olarak düzenlenen “Meşkûre Sargut Hâtırasına” Programı’nın “Sâmiha Ayverdi Paneli”nden önce yapılan açış konuşmasıdır.

“Meşkûre Sargut Hatırasına” Programı 2. Bölüm – Vefatının 20. Yılında Safer Efendi

“Meşkûre Sargut Hatırasına” Programı 10 Şubat 2019 Pazar

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü, Kerim Vakfı ve Türk Kadınları Kültür Derneği ile ortaklaşa olarak, 10 Şubat 2019 Pazar günü “Meşkûre Sargut Hatırasına” başlıklı program kapsamında Sâmiha Ayverdi konulu Panel ve Vefatının 20. Yılında Safer Efendi konulu anma programını düzenleyecektir.

Programın ikinci bölümü Vefatının 20. Yılında Safer Efendi başlığını taşıyor. Program saat 14.00’te Tuğrul İnançer tarafından yapılacak olan Safer Efendi konulu konuşma ile başlayacak, ardından Safer Efendi anısına Sami Özer tarafından hazırlanmış olan konser gerçekleştirilecek.

II. Bölüm

Vefatının 20. Yılında Safer Efendi 

10 Şubat 2019 Pazar

14.00-16.00

14.00 – 14.30    Konuşmacı 

Tuğrul İnançer

14.30 – 16.00    KONSER

Sami Özer

Sempozyum internet üzerinden canlı olarak izlenebilecektir.

Tarih: 10 Şubat 2019

Saat: 09.40 – 16.00

Yer: Üsküdar Üniversitesi, Nermin Tarhan Salonu

**Sempozyum canlı yayını, Nefes Yayınevi A. Ş. ve Üsküdar Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmektedir.

“MEŞKÛRE SARGUT HATIRASINA” PROGRAMI 2.BÖLÜM – VEFATININ 20. YILINDA SAFER EFENDİ

“Meşkûre Sargut Hatırasına” Programı 1. Bölüm – Sâmiha Ayverdi Paneli

“Meşkûre Sargut Hatırasına” Programı 10 Şubat 2019 Pazar

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü, Kerim Vakfı ve Türk Kadınları Kültür Derneği ile ortaklaşa olarak, 10 Şubat 2019 Pazar günü “Meşkûre Sargut Hatırasına” başlıklı program kapsamında Sâmiha Ayverdi konulu Panel ve Vefatının 20. Yılında Safer Efendi konulu anma programını düzenleyecektir.

Programın, öğleden önce yapılacak olan birinci bölümünde Sâmiha Ayverdi Paneli yer alıyor. Panel saat 09.30’da başlayacak. Prof. Dr. Emine Yeniterzi yönetimindeki panelin konuşmacıları Doç. Dr. Zeyneb Çağlıyan İçener, Sadık Yalsızuçanlar ve İnci Palsay.

 1. Bölüm

Sâmiha Ayverdi Paneli

10 Şubat 2019 Pazar / 09.30-12.00

09.30 – 10.00      Açılış Konuşmaları

10.00 -12.00       Panel

Moderatör

Emine Yeniterzi

Konuşmacılar

Zeyneb Çağlıyan İçener

Sadık Yalsızuçanlar

İnci Palsay

Sempozyum internet üzerinden canlı olarak izlenebilecektir.

Tarih: 10 Şubat 2018

Saat: 09.40 – 16.00

Yer: Üsküdar Üniversitesi, Nermin Tarhan Salonu

**Sempozyum canlı yayını, Nefes Yayınevi A. Ş. ve Üsküdar Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmektedir.

“MEŞKÛRE SARGUT HATIRASINA” PROGRAMI 1.BÖLÜM – SÂMİHA AYVERDİ PANELİ

 

Meşkûre Annem

Annemin mürşidiyle tanışmam 18-19 yaşlarında Kubbealtı Vakfı’nın bir kermesinde elini bana uzatmasıyla olmuştu. Zâhirde tâlip istermiş gibi görünse de aslında onu kapısına çeken, el uzatan mürşittir. Yüzüne yayılan gülümsemesi, yumuşacık, insanı saran, kadife hissi veren bakışları ve aydınlık yüzü, gönlümde o zamana kadar âşinâ olmadığım bir teslimiyet duygusu uyandırmıştı. “Cuma günü derse başlayın” sözü de bize heyecan ve mutluluk yüklü bir müjde olarak gelmişti. Uzun yıllar boyunca ne derslerdeki zevkimiz ne onun yumuşak azametine duyduğumuz heyecanımız azalmadı. Aksine, usta bir çömlekçi zarafetiyle, eline teslim edilen Hak ve Efendi emâneti olarak kabul ettiği öğrencilerini istidatları miktarınca aşkla yoğurdu, kalıba soktu. Bir gün bir sohbet arasında “Kızım, karşımıza bir kibritle tutuşacak benzin gibi çıra meşrepler de geliyor ama bizim vazifemiz odunları tutuşturmak, hem de tütmeden yakmak” buyurmuşlardı.

Genel yapı olarak hissettiğimiz, yumuşaklık hâli idi. Son derece sâkin, dengeli, mütevâzi yapısında her şeyin hakkıyla yerli yerine konuşunu görebilirdik. Hayatın her ânının hakkını verirdi. Günlük hayatına uzun süreler tanıklık etme fırsatını bulan bizler, mürşidi tarafından üzerine ince ince işlenmiş nakışı her zaman görürdük. Hiçbir zaman meydanda kendisi olmaz, işlerin her birinin, üzerinde vazife olduğunu ve hakikatte her nefes Efendisiyle olduğunu hissederdik. Annesinin kucağında kundağıyla girdiği Efendisinin kapısından ve onun yolundan, ömrünün sonuna kadar bir nefes ayrıldığını görmedik.

Dilinde söylediği ne ise, hâli de öyleydi. Mürşidinin “Allah aşkından gayrı gözünden bir damla akmasın” emrini sonuna kadar tuttuğunu gördük. Gelen hâdise ne kadar acı olursa olsun, bir damla gözyaşı akıttığına şâhit olmadık. Eşinin vefâtında, torununun vefâtında hep bu hal üzereydi. Ağır bir baş zonası geçirdiği dönemde bize “Hastalıklar da vücutta misâfirdir” demiş ve eklemişti: “Sıkıntıları ve zahmetleri ruhumuz duymuyor ama beden hissediyor. Esas olan, şikâyet etmemektir. Misâfir bizden memnun ayrılsın.”

Hak’tan gelen her sıkıntıya “sevgilidendir” diye rızâ gösterirdi, mânevî vazifelerinin hakkını da lâyıkıyla verdi. O zamanlar ne şartlar bu kadar rahat, ne de imkânlar bu kadar genişti. Bütün ders ve sohbetler onun evinde yapılır, telefonla müşkülünü soranlar, ziyârete gelenler eksik olmazdı. Bütün bu trafiğin içinde evinin düzeni hiç bozulmaz, eşine eşlik, evlâtlarına annelik, torunlara anneannelik hakkıyla yapılırdı.

Misâfir ağırlanırken bahçede oynayan torunlar ya da akşam yemeği ihmal olunmazdı. Misâfirler için ne ikram edileceğinden ayaklara verilecek terliğe kadar her şeyi düşünür, hâne halkına tembihlerdi. Eve gelen misafir, bir dergâha gelmişçesine karşılanır, evin hallerinden -çocuk mu uyuyor ya da hasta mı var- hiç haberi olmaz, lâyıkıyla ağırlanırlardı.

Sohbetlerde âdetâ salon genişler, kapıdan her girene yer bulunurdu, biz gençler her defasında bu mûcizeyi hayretle takip ederdik. Kimi zaman sohbet o kadar aşklı olurdu ki, evin sallandığını, deprem olduğunu sanırdık. O sohbetlerde sadece mânevî eğitim almazdık, hâlinden, tavrından, usûl erkân, muâmelât ve edep öğrenirdik. Tekke âdâbı, huzurda olma âdâbı, öğrendiklerimizdendi. Bize “Mürşit huzurunda edeple bir saat oturmak, kırk yıl nâfile ibâdetten üstündür” derdi. Her Cuma günü heyecanla koşarak gittiğimiz sohbetten mânâyla dolmuş, arınmış, sorularımıza cevap almış, hatâlarımızı görmüş olarak çıkardık. Hatâlar aslâ yüze vurulmazdı; ruhumuzun içine bakan bir bakışından ve “değil mi canım?” diyerek anlattığı bir hikâyeden nasibimizce alacağımızı alırdık. Gençlere özellikle çok önem verirdi, bizlerin koşarak sohbete gelişinden çok memnun olurdu ve bizim sorumluluğumuzu gencecik yaşına rağmen Cemâlnur Abla’nın omuzuna vermişti. Her Cumartesi günü ve Perşembe gecesi bizimle bıkmadan çalışırdı; muhtemelen biz o zamanlarda farkında olmasak da hatâlarımızın ve yanlışlarımızın düzeltilmesinden Cemâlnur Abla sorumlu olurdu.

İhvânın büyüklerinden defalarca işitmişizdir, “Meşkûre’nin üzerine hiç güneş doğmadı” derlerdi. Hakikaten sabah namazına kalkar, namazdan sonra Efendisine ve Vâlide Sultan’a niyaz ederek her zaman oturduğu koltuğuna oturur, ihvânın duâ listesini alır, namaz sonrası âdeti olduğu üzere müşkülü olanlara adadığı Yâsinleri okurdu. Hepimiz bilirdik ki nazlı bir sultandı, duâsı geri çevrilmez, kabul olunurdu. Biz de onun evlâdı olmanın rahatlığı ile her işimiz için duâ istemeye koşardık.

Eve gelen misâfirlere hemen ikramda bulunulmasını arzu ederdi. Hediyeleşmeyi sever, hediyeyi hediye eder, huzûrundan kimseyi maddî-mânevî eli boş göndermezdi. Öyle samimi ve o kadar güzel hediye edişi vardı ki! Bir Amerika seyahati sonrası hepimize birer hediye getirmişti O hediyeyi aldığımızda her birimiz kendimizi  çok özel hissetmiştik. Bizler de bu âdetini bildiğimizden ona hediye edebileceği eşyalar almaya gayret ederdik. Maaşını aldığı gün ilk önce fakir fukarânın hakkını ayırır, burslarını verir, kalanı ile geçinirdi.

İddialaşmayı, münâkaşayı, hele hele itirâzı hiç sevmezlerdi. “İtiraz şikâyeti getirir, şikâyet kalpten rahmeti götürür” derlerdi. Huzurunda ilk öğrendiğimiz ders, “Dervişlik neden ve niçini terketmektir” olmuştu.

İlhan (Ayverdi) Teyze ve Türkân (Erkmen) Teyze’yle birlikte olmayı severlerdi. Bir gün “Kızım, İlhan ve Türkân’la ruhum dinleniyor” demişlerdi. Salı günlerini heyecanla bekler ve o gün Sâmiha Anne’yle buluşmaya giderlerdi. Bizler de Sâmiha Anne’den gelecek haberleri almak üzere Cuma gününü iple çekerdik.

Ramazanlar bizim için çok özeldi. Hepimiz toplanır, dâvetli olduğumuz ihvâna iftara giderdik. Ama en güzeli Meşkûre Anne’nin evinde olanlardı. Mübârek sultan, usulca evi bize terk ederdi; bizler iftardan sahura kadar sohbet eder, namazlarımızı kılar ve sahurdan sonra dağılırdık. Evi uzak olanlar orada kalır, kimimiz divanda, kimimiz onun yatağında uyurduk.

“Evlâtlarım, ihvânımın hizmetçisidir” buyururlardı. İnanılmaz bir hâfızası vardı. İhtiyâcı olan bütün telefon numaralarını neredeyse ezbere bilir, çok ender rehber kullanırlardı. Aktüaliteyi takip eder, film seyretmeyi çok sever ve mutlaka birçok ibret ve ders çıkarırdı.

Hayatı boyunca mürşidine olan saygı ve sevgisinin üzerine hiçbir şeyi koymadı; öyle ki, mürşidinin ailesine Ehli Beyt’e hürmet edercesine âilenin en küçük ferdine kadar hürmet eder, ilgi ve alâka gösterirdi. Efendisinin konağının dergâh kısmının tekrar yapılması gündeme geldiğinde inanılmaz heyecanlanmıştı. O kısım tamamlanıp açılana kadar kuruş kuruş ihvanla birlikte para toplamış, dergâh-ı şerifin ihyâsı için bir nefes durmadan çalışmıştı. Efendisinin dilinden söyleme ve anlatma görevini aldığı günden vefâtına kadar bir gün ara vermeden, bir gün aksatmadan sohbetlere devam etti. Ne ölümler ne hastalıklar ya da herhangi bir başka sebep ona ara verdirmedi, yüzünü ekşitmedi, bir an, bir nefes mürşidinin mânâsından ayrılmadı.

Allah bizlere de iki cihanda ona lâyık evlâtlar olmayı nasib etsin ve hocalık hakkını inkâr ettirmesin inşaallah.

Arzu Karslıoğlu

“Meşkûre Sargut: Aşk, Kâmil İnsan ve Tevhîd”

Âliye M. Kurşun’un 1. Uluslararası Tasavvuf Araştırmaları Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu’nda Sunduğu Bildirisi 

 

Hatice Meşkûre Sargut, 6 Mart 1925 tarihinde İstanbul`da, Fâtih Eğrikapı`da dünyaya gelmiştir. Çerkez kökenli olan annesi Şâdiye Tınaz ev hanımıdır. Bulgaristan göçmeni olan babası Remzi Tınaz Bey, Osmanlı Devleti’nin donanmasında deniz subayı olarak görev yapmıştır.

Muallâ ve Süheylâ isimli iki kız kardeşten sonra dünyaya gelen Meşkûre Sargut`a “kendisinden dolayı şükredilen” mânâsındaki ismini anne ve babasının mürşîdi Ken`ân Rifâî Hazretleri vermiştir.

Meşkûre Sargut, resmî tahsîline altı yaşında, Fâtih`te bir mahalle mektebinde başlamıştır. Devâmında Hayriye Lisesi’nde, sonra İstanbul Kız Lisesi’nde eğitimini tamamlamıştır. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyâtı bölümünde Hâlide Edib Adıvar gibi hocalarla öğrenimini sürdürmüştür. 1942 yılında, Hz. Ken`ân Rifâî`nin talebesi Dr. Ömer Faruk Sargut Bey’le evlenmiştir.  İkinci sınıfı bitirdikten sonra eşinin arzusu üzerine okulu bırakmıştır. Bu evlilikten on sene sonra, 1952 yılında Cemâlnur, 1954 yılında Âsuman isimli iki kız evlâdı dünyaya gelmiştir.

Hayatını İslam`a ve  bu dinin doğru yaşanmasına adayan Meşkûre Sargut, onlarca talebesini ve “Duygulu Gönüllere Hitap”, “Mevlânâ Diyor Ki”, “Hak ve Halk Yolunda Mevlânâ”, “Ârifler Bahçesinden” isimli neşredilmiş kitaplarını bizlere eserleri olarak bırakmıştır.

Eserlerini incelediğimizde, Meşkûre Sargut’a göre, yaradılışın aşkla başladığını, bu aşkın öğreticisinin hakîki âşık olarak nitelendirdiği kâmil insan olduğunu ve aşkın netîcesinin tevhîd olduğunu görmekteyiz.

Kâmil insanla ilgili düşüncelerini eserlerinden hareketle şu şekilde özetleyebiliriz: Ney’den murâd Hz. Muhammed’in (s.a.v) hakîkatidir. Hz. Muhammed’in vârisi olan kâmil insanlar da birer ‘ney’dir.[1] Kemâl ehlinin esrârına vâsıl olmak isteyenlerin kendi zanlarını bırakmaları bir şarttır. Zîra ancak bu şekilde onun Hâlik ile birleşmiş olduğuna şehâdet edilebilir ve Hz. Muhammed’in “Beni gören Allah’ı görür” sırrından gâfil olunmaz.[2] Hakîki âşık, kâmil insandır. Onun bağrı yanmış, içi mâsivâdan boşalmıştır. O, mâşuğun elinde bir kamış gibi onun dileğini terennüm eder. Kâmil insan Allah’tan ayrı değildir.[3] Meşkûre Hanımefendi’ye göre, kalbinde muhabbet besleyerek, kâmil insanın eteğine yapışanların aşk yolunda mücâhedesi çok çabuk olmaktadır.[4]

Sargut, aşkı Hz. Muhammed’in yolu olarak değerlendirmektedir.[5] O, Allah’ın kalbe koyduğu en büyük lûtfu ve en asil duygudur ki, ona lâyık olan Allah’a lâyıktır. İnsanın nefsini yokluk mertebesine eriştiren yegâne kuvvet aşktır. Aşk, dağınık fikirleri tek noktada toplamaya muktedirdir ve insanın hırsına, tamahına, şehvetine bir kalem çizer. Aşk, insana vaktini ve kalbini kazandırır. Kalbini gerçeğe, vaktini insânî düşünce ve hareketlere bağlar. Sargut’a göre, hakîki âşık sevdiği bir, gördüğü bir, taptığı bir olandır.[6]

Seksen sekiz yaşında, geçirmiş olduğu akciğer rahatsızlığı sonucunda bir süre hastahanede tedâvi gördükten sonra  9 Şubat 2013 tarihinde vefât eden Meşkûre Sargut, kâmil insan eliyle yok olduğunu ve yeniden aşkla var oluğunu, kendisi için gayrının kalmadığını yıllar önce mürşîdi Hz. Ken’ân Rifâî’ye söylemiş olduğu iki mısrâya sığdırarak şu şekilde ifâde etmiştir:

Gâh var olup Cemâl`e dururum

Gâh yok olup Cemâl`in olurum

 

 

[1] Meşkure Sargut. Duygulu Gönüllere Hitap. İstanbul:Adil Ceylan Matbaası,1950, s.3.

[2] a.g.e., s. 9-10.

[3] a.g.e., s. 29-31.

[4] a.g.e., s. 17-19.

[5] Meşkure Sargut.Hak ve Halk Yolunda Mevlana.Konya:Azim Yayınları,1958, s. 4.

[6] a.g.e., s. 34.

Meşkûre Sargut Hatırasına Kadın ve Tasavvuf Sempozyumu

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Tasavvuf Eğitim Programları dönem kapanışında, Meşkûre Sargut Hanımefendi’nin aramızdan ayrılışlarının beşinci sene-i devriyesi hâtırasına “Kadın ve Tasavvuf” başlıklı sempozyum gerçekleştirilecektir.
Sempozyumu, katılım belgeleri takdim töreni takip edecektir.

Sempozyum internet üzerinden canlı olarak izlenebilecektir.

Tarih: 10 Şubat 2018

Saat: 10.00-17.00

Yer: Üsküdar Üniversitesi, Nermin Tarhan Salonu

**Sempozyum canlı yayını, Nefes Yayınevi A. Ş. tarafından gerçekleştirilmektedir.

ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ TASAVVUF ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TASAVVUF EĞİTİM PROGRAMLARI DÖNEM KAPANIŞI PROGRAMI

Meşkûre Sargut Hatırasına Kadın ve Tasavvuf Sempozyumu

Açılış Konuşmaları . 09.40 – 10.30
Kısa Film

I. Oturum . 10.30 – 11.50
Oturum Başkanı: Dr. Asuman KULAKSIZ
İlâhe KURŞUN
“Çağdaş Türk Sûfi Kadınlarından Meşkûre Sargut’un Hayatı ve Eserleri”
Hümeyra LİVATYALI
“Mutasavvıf Kadında Analık Vasfı: Meşkûre SARGUT”
Kerim GÜÇ
“Kāli Hâle çevirmiş bir kadın derviş”

Ara/Öğle Yemeği . 11.50 – 14.00

II. Oturum . 14.00 – 15.40
Oturum Başkanı: Cemâlnur SARGUT
Prof. Dr. Emine YENİTERZİ
“Klâsik Türk Şiirinde Dînî ve Tasavvufî Hüviyet Taşıyan Kadın Şahsiyetler”
Arzu Eylül YALÇINKAYA
“Meşkûre Sargut’un Yayınlanmamış Romanı: Cumartesi Sohbetleri”
Nur ARTIRAN
“Yakın Zamanımızın Müstesnâ Sûfilerinden Semiha Bedri Göknil Hanımefendi”
Prof. Dr. Hülya KÜÇÜK
“Geçmişten Günümüze Tanınmış Kadın Sûfiler ve Tasavvuf İlmine Katkıları”

TASAVVUF EĞİTİM PROGRAMLARI KATILIM BELGELERİ TAKDİM TÖRENİ
16.00 – 17.00