Hayvanların İrfanı

Kamçatka ayıları hakkında bir belgesel seyrediyorum. Boz tüylü koca yaratıklar karın altında sekiz ay uyuduktan sonra bahara uyanıyorlar. Eriyen karlar arasında tek başlarına ilerleyerek bir nehre geliyorlar ve beklemeye başlıyorlar. Çok uzun bir süre sabırla bekliyorlar. Bu sırada tam dört yıl önce küçük birer yavru olarak bu nehirden ayrılıp okyanusa karışmış somonlar bu defa yumurtalarını bırakmak üzere binlerce mil ötesinden yine aynı nehrin yolunu tutuyorlar. Nesillerinin devamını sağlayabilmek için tam anlamıyla “ölesiye” yüzüyorlar. Bu ölüm-kalım yüzüşleri sırasında birçokları ayılar tarafından yenecek, kimileri kayalara çarparak telef olacak. Ayıların ise tek bir amacı var: Kış tekrar bastırmadan mümkün olduğu kadar çok somon yiyerek yaşama şanslarını arttırmak. Kimi gün elli tane yiyorlar. Fakat onların yemesi benim yememden çok farklı…

Yemek onlar için âdetâ bir zikir, bir ibâdet… Bir tarafta kayalara çarpa çarpa sanki şehâdet mertebesine ermek isteyen neferler gibi ayılara karşı yüzen somonlar, diğer tarafta önlerindeki çetin kışın idrâki ile mücâdele veren ayılar. Bu iki hayvandaki yaşam ciddiyetine bakıp hicap duyuyorum.  Biraz önce sadece damak tadı için yediğim tatlı ve ondan önce hiç ihtiyacım olmadığı halde yediğim akşam yemeğini düşününce daha da utanıyorum.

Harakâni Hazretleri’nin “Sûfilere göre zehir içmek, yemek yemekten daha kolaydır” sözü geliyor aklıma. Hiç değilse zehir, perdeleri kaldırıp Rabb’ine kavuşturur. Yemek ise perde üzerine perde indirir. Hazret’in bu sözünü ilk duyduğumda itiraf etmeliyim ki bana abartılı bir ifâde gibi gelmişti. Oysa bir ayının yaşam mücâdelesi için bir günde yediği elli balık, benim nefsime hizmet amacıyla yediğim bir lokmaya denk gelmiyor.

Bundan birkaç yıl önce İbn Arabî Sempozyumu esnâsında tebliğ sunan William Chittick’in hayvanların beşere göre üstünlüğünden bahsettiği geliyor aklıma. Ayılara ve somonlara bakınca anlıyorum. Fıtratlarında olanı eksiksiz yerine getiriyorlar. Vücut yapılarından düşünce şekillerine kadar her şey o çetin şartlarda yaşamak üzere var edilmiş. Dişiler yavrularına, erkekler ise sadece kendilerine bakıyor. Anne ayılar çok müşfik. Fakat kuvvetli yavrular diğerlerine göre daha fazla yerken anne ayı aralarına kesinlikle girmiyor. Öyle dengeli bir merhameti var ki, bu düzene “kendi”sinden hiçbir şey eklemiyor. Ben ve benim gibi beşer ise hayatı hep “kendi”siyle dolduruyor. Amacından gafil, nefsine hizmetle tüketilen bir hayat tabiî ki hayvanların huşûyla dolu yaşamından üstün olamaz. İbn Arabî Hazretleri bundan bahsediyor olsa gerek…

Sonunda somonların hepsi ölüyor. Yalnız en kuvvetlileri, en seçkinleri yumurtalarını bırakıyor nehrin yukarısına. Onlar da ayılara ve martılara yem oluyorlar. Somonlar öldükten sonra ayılar dünyanın en sert kışı bastırmadan kendilerine bahşedilen ilimle inlerini hazırlamak üzere dağlara çekiliyorlar.

“Hatta hiçbir şey yoktur ki, O’nu överek tesbih etmesin, ancak siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız.” (İsrâ, 44). Gerçekten anlamıyorum. Anlamama müsaade edilen kısım dahi beni bir ayı gibi inimde yalnız bırakıyor. Harakâni gibi erlerin yanında bir somon balığı kadar idrâkim var diyebilir miyim? Balıklardan ve ayılardan hicap duyuyorum.

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın